Zenginler bizi aç bırakmayın, sizi yeriz.

Ya ben kötü insanım. Bu fotoğraf çok hoşuma gitti. Londra sokaklarından birinde bir Afrikalı, bir beyazı, muhtemel Protestan, bir Angola Sakson’un pantolonunu soyarak alıyor.

Çantasını filan boşaltmış sıra pantolona gelmiş. Çok hoş bir manzara. Dedim ya size kötü bir insanım ben.
Yüzyılların rövanşı var burada ve bugün.

İnsanların kim olduğu üzerinden değil simgesel olarak bakıyorum tabii ki. Yani ‘Beyaz da bir emekçi olabilir, zavallı pantolonunu bile kaptırmıştır belki’ filan demeyin. -hele öğretmenler lafım size, sakın siz demeyin.

– Ben bu fotoğraftan yola çıkıp sembolik bir durumu, gerçekliğinin ne olduğuna aldırmadan soyut olarak ya da başka bir deyişle tam olarak gerçeği anlatmak istiyorum.

Yüzyıllardır soyulmuş kıta Afrika’dan neler çalınmadı ki. Elmas, altın, gümüş, ne biliyim kobalt, bakır, manganez, fosfat ve hatta fil, fildişi ve nesi varsa, yükte hafif pahada ağır olan, yükte ağır, pahada da ağır her şey ve insan yani köle olarak çalıştırılmak için erkekler, kadınlar ve çocuklar yani köle emeği, kapitalizmin serpilişinin motor gücü, kısaca her şey ve hala da çalmaya devam ediyorlar.

Bugün kıtadaki kuraklığın nedeni de batıdır.

Bakın Afrika haritasına, cetvelle çizilmiş sınır çizgilerine bakın.
Bu sınırlar Afrika’nın hayvanlarının doğal göç yollarını parçaladı ve ekolojik dengenin yıkımının en güçlü nedenlerinden biri oldu.

Afrika’nın suyunu çaldılar.
Bölerek, sınırın iki yakasında bırakılmış halkların, sınırlı kaynaklar için çatışmalarının nedenlerinden biri de bu.

Doğal hayatları yıkılmış, kültürleri iğdiş edilmiş ve topraklarından sürülmüş bir kıtanın çocuğu, bunun mümessili İngiltere’nin kıçından pantolonu çekip alıyor.
Çok güzel. Dedim size ya ben kötüyüm.

Solcular, ama bu çözüm değil demeyin bana.

Örgütlü gücün, devrimci parti tartışmasının ve bilumum teorilerin yeri değil bence şu an. Bundan bir şey çıkmaz demeyin sanki bizim yaptığımız her şeyden, bir şey çıktı bugüne kadar.
Dadaist coşkuyu körükleyen kundakçıların alevleri yutsun Sony bayilerini, yıkılsın bin bir alarm döşenmiş cep telefonu satış reyonları, onlar öğretmediler mi bize cep telefonsuz yaşanamaz diye, farklı olun şu marka ile diye reklamları dönmüyor mu hala televizyonlarda, eh şimdi işte şimdi bu öğretinin şenlikli talanı bu. Yağma yok, hiç mi geri dönmeyecekti yaptıkları yağmaların artçı küçük dalgaları.

Arjantin isyanının şenlikli yağma günlerinde; Türkiye’de, biz Arjantin olmayız diye her gün haber bültenlerinde bir görüntü dönüyordu.

Ulus ötesi bir tekelin koca marketine dalmış yoksullar, koca bir dana budu, bir televizyon ve seçemediğim üç beş şeyle, belki bir mutfak robotu, bir müzik seti, numarası karışık ayakkabılar, üzerinde Boss yazan tişörtlerle kırılmış kapıdan telaşla dışarı çıkıyorlardı.

Birkaç ay sonra Buenos Aires’in bariolarında-gecekondularında konuşurken nereden tanıdığımı çıkarmaya çalışıyordum.
Hatırladım. Defalarca Türkiye televizyonlarında sırtında koca dana buduyla görmüştüm.

Komşular filan toplandık.
Yemek yaptık yedik dedi.
O günlerde durmadan tekrarlıyordum.
Neden yağmalardan bu kadar korkuyoruz?

Evlerimizde yağmalanacak televizyondan başka bir şey yok ki ve onu da alıp götürseler sanki kötü olacakmış gibi. Eh bir de pantolonumuz varmış varsın o da feda olsun yağmaya. Hep varlığımız varlıklarına mı armağan olacak?

Eğer bu sistemi yeniden onarırlarsa bizim kafamızdaki talan ve yağma karşıtı küçük burjuva biblo seviciliğimizden doğacak bu.

Yağmalanan, talan edilen ve kundaklanan sistemin ta kendisi. Sistemden doğan, şenlikli bir sanat bu…

Zenginler bizi aç bırakmayın, sizi yeriz.

Metin Yeğin

Alıntı