Ogün Samast 1 yıl sonra serbest, 10 yıl sonra Adalet Bakanı!

Geçmişte katliam yapanlar, yıllar sonra milletvekili ya da bakan olarak devletin en üst kademelerindeler. ‘Devlet için kurşun sıkan’larla ‘Teferruatlar’ bir olmuyor elbette. Şimdinin tetikçileri de katliamlarının ilk karşılıklarını almaya başladılar bile: çocuk mahkemesinde yargılanacaklar ve erken tahliye olacaklar
.

Günümüzde açılımlar birbiri ardına sürerken ve federasyon tartışmaları her kafadan bir ses çıkarırken, geçmişte de bir Ermeni açılımı yapıldığını söylersek acaba ne düşünürdünüz. Evet, 1908’de de İtthatçılarla beraber hareket ederek II. Abdülhamid’i tahttan indiren Ermenilerin örgütü Taşnaklar’la İttihat ve Terakki arasında 1914’te Ermeni Reformu Anlaşması yapıldığını söylüyoruz. Anadolu’nun ilelebet Türk olduğunu savlayanların aksine, Doğu Anadolu bu anlaşma uyarınca iki vilayete ayrıldı, yönetim Hıristiyanlarla Müslümanların katılımıyla olacaktı. Ayrıca iki yabancı vali atanacaktı ve atandı da. Ama bunun bölünme anlamına geleceği düşüncesi yükselmeye başladığı sırada, 1. Dünya Savaşı kurtarıcı gibi yetişti, tüm planlar rafa kalktı. Savaşın kaybedilmesiyle beraber farklı etnik gruplararası çatışmalar çıkmış, her etnik grup bir diğerini öteki sayarak bu ötekiden kurtulmak için göç ve sürgün dahil değişik yollara başvurmuştur.

Tam da bu yıllarda yeni bir devlet kurma girişiminde olan kadro, yeni kurulacak devletin temeline bir öncekinden farklı olarak ümmetten çok millet kavramını yerleştirmiş, yeni bir Türk kimliği yaratmaya gereksinmiş. Çünkü “bir devlet sadece geçmişin deforme edilmesi ile oluşabilirdi.

İşte bu koşullarda İttihat ve Terakki Partisi bir yandan 1. Dünya Savaşı sonrası savaşın galibi ülkeler tarafından paylaşılan Trakya ve Anadolu’da direniş hareketlerini örgütlerken diğer yandan da Teşkilat-ı Mahsusa ile bir olup müslüman ve Türk olmayanların bu topraklardan bir şekilde gönderilmesi için gizli çalışmalarda bulunmuştur. Bunda diğer etnik grupların da kandırılarak Türk tarafının yanında yer alması zaman zaman sağlanmıştır.

Olayın büyüklüğü ve vehametinin farkedilmesinden sonra soykırım olarak adlandırılacak olan “ermenilerin katledilip sürülmeleri olayı”, Atatürk’e göre ”küçük bir komitenin eseri”ydi. Ve “Ermeni kıtâlini o da takbih ediyordu”. Daha da ileri giderek, 24 Nisan’da Meclis’te yaptığı konuşmada, 1915’te Ermenilere yapılanları, “fazahat” (alçaklık) olarak tanımlar.

Bu durum yeni devletin sahte insancıl görünümlü ama aslında Türk olmayanlara yönelik katliamlarla beslenen karakteri hakkında hiç şüphe uyandırmayacak veriler sunar. Yakın tarihimize şöyle bir baktığımızda T.C.devletinin bu karakterini sürdürdüğünü gösterecek sayısız örnek buluruz. 1934’de Trakya’da yaşayan Yahudilere karşı yürütülen saldırılar ve 15 bine yakın Yahudinin yerlerinden edilmesi, dahası göç etmek zorunda bıkarılması, 1942’de esas olarak gayri-müslimlere uygulanan Varlık Vergisi, 1955’de İstanbul’da yaşanan ve 6-7 Eylül olayları diye bilinen, başta Rumlarolmak üzere tüm gayri-müslimlere karşı kitlesel saldırı hareketleri, 1963’de Rumların İstanbul’dan kaçırtılması, Süryanilerin Avrupa’ya ve ABD’ye göç ettirilmesi sayılabilir.

Alevilere ve Kürtlere yapılanların özeti bile sayfalar tutar.

Devletle katliam arasındaki ilişkiyi gözler önüne sermesi bakımından bazı isimlere bakalım: Cumhuriyet sonrası İçişleri Bakanlığı görevinde ve CHP Genel Sekreterliği’nde bulunan Şükrü Kaya, 1915’lerde Ermeni Tehciri’nin İskan-ı Aşair ve Muhacirin Reisi Umumisi yani bu toplu yer değiştirmenin başındaki kişi idi. Ermeni ölülerinin gömülmesinden sorumlu Sağlık Genel Müfettişi olan Dr. Tevfik Rüştü Aras 1925-1938 arasında bir çok önemli görevinin yanısıra İkinci Dünya Savaşı sırasında Dışişleri Bakanlığını yürütmüştü. Yine Ermenileirn zorla sürüldüğü yıllarda Bitlis ve Halep valisi olan Abdülhalik Renda, cumhuriyetle beraber Maliye, Milli Eğitim ve Milli Savunma bakanlıklarına getirilmiş, ardından TBMM başkanlığı yapmıştır.

Asıl mesele devletin kendisidir

TC’nin bugüne kadarki inkar politikalarına rağmen çok açıktır ki 1915’lerdeki katliamlar devletin tepesinde oturan Enver Paşa ve Talat Paşa ikilisinin gizli emirlerle başlattıkları sürecin sonucudur. Devlet, Talat Paşa’nın defterinde geçtiği sayıyla ifade edersek “974 bin nüfusu sürdüm ama ölmelerini istememiştim. 300-400 bini öldü ne yapayım” dese de, bu sürgün sırasında.açlıktan, soğuktan, tifüs gibi hastalıklardan ölenler de devletin sorumluluğundadır.

Türkiye’nin “Biz arşivleri açtık, Ermeniler de, herkes de kendine güveniyorsa arşivlerini açsın, öyle konuşalım” deyip bir husumet yokmuş gibi davranmasına karşın Ogün Samast’ları da, Yasin Hayal’eri de besleyen bu aynı düşmanlıktır.

Bu düşman olma durumu Türk tarafını olduğu kadar Ermeni tarafını da fazlasıyla beslemektedir. Ermeni devlet yöneticilerinin zaman zaman Türkiye’den toprak talebiz yok açıklamalarıyla karşılaşmamıza rağmen diasporanın bu düşmanıkla kendini var ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Olayın çözümü Ermeni diasporası ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin Batılı güçleri devreye sokarak TC’nin soykırımı tanımasını sağlamasında da değildir. Çünkü olay burada konu olan Türk ya da Ermeni devletlerinden birinin suçlu diğerinin masum olması değil, devletlerin doğası gereği, kendine bağladığı insanları tutabilmesi için düşmanlıklar geliştirmesinden ibarettir. Halklar arasında yaratılan düşmanlıklar anlaşma imzalamakla, mahkemeler kurmakla, sınır kapılarını açmakla değil, o sınırları bütünüyle otadan kaldırmakla, katliamların asıl sorumluları olan efendilere isyanla olanaklı olacaktır.

Devlet için kurşun sıkanlar ve Teferruatlar

Devlet, türlü yalanlarla katliamlarını gizleyedursun, çok açıktır ki, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Göçen’in annesinin ermeni olduğu haberini gazetesinde yayınlayan Hrant Dink’in öldürülmesi, tamamen planlanmış, böylece hem Sabiha Gökçen’in intikamı alınmış, hem Türk’lüğe hakaret etmenin cezasının boyutları gösterilerek ırkçı-milliyetçi ruhlar okşanmış, hem de farklı görüşler dillendirmeye başlayanlara da bir gözdağı vermek amaçlanmıştır.

Ve 1915 soykırımınn sorumluları ve bizzat uygulayıcısı olanların dahi yıllar sonra mecliste olması, asıl katliamcının devletin kendisi olduğunun en somut göstergesidir. 1938 Dersim olaylarının sorumluları arasında,ilginçtir, gene Sabiha Gökçen’in ismini görüyoruz. Sabiha Gökçen bu kez kullandığı uçakla Dersim alevilerinin üzerine bombalar ve zehirli gazlar yağdırmakta, bu yaptığına karşılık olarak da ismi bir havaalanına verilmektedir.

Devlet için -ve bir anlamda da devlet olarak- katliam yapan isimler arasında hemen aklımıza güpegündüz 7 üniversite öğrencisini öldüren Haluk Kırcı, Bahçelievler katliamnı gerçekleştiren Abdullah Çatlı, bin operasyon yaparak yüzlerce kişiyi gözaltında kaybeden, binlerce kişinin ölümüne neden olan Mehmet Ağar, gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca geliyor. Kuşkusuz bu örnekler çoğaltılabilir.

Nasıl ki bir üniversitede satır sallayan faşistler okul yönetimi tarafından korunup gözleniyorsa ve onların sınavlara bile girmeden mezun olmaları sağlanıyorsa,  Hrant Dink’i öldüren silahı kullanan Ogün Samast da yaptığının karşılığını almaya başlıyor. Önce, cinayeti işlediği sırada 18 yaşından küçük olduğu gerekçe gösterilerek yargılaması ağır cezadan çocuk mahkemesine alınarak bir ceza alma durumunda cezasının azaltılması sağlandı, şimdi de tutukluluk sürelerini gözden geçiren yeni kanunla beraber -eğer o zamana kadar kesin hüküm giymezse- önümüzdeki yıl serbest kalıp aramıza karışacak.

Hiç belli olmaz bir sonraki seçimde Şükrü Kaya, Rüştü Aras, Mehmet Ağar gibi meclise girer, pekala Adalet Bakanı dahi olur.

Bu bildiri 19.01.2011 tarihinde Agos Gazetesi önündeki Hrant anması sırasında TEFERRUATLAR tarafından hazırlanıp dağıtılan Teferruatlar Anısına bülteninde yer almıştır.

Bildiriler