8 Mart… 9 Mart…

Ahali gazetesinin mart sayısı 8 mart günü Kadıköy’de dağıtıldı.

1980’li yıllardı. Yeni Levent civarında, sekiz yüz kadın işçinin çalıştığı bir fabrikada çalışıyordum. Askeri kışla desem daha uygun olur. 12 Eylül rejiminin biz işçiler üzerindeki tezahürü desek de yanlış olmaz. Mesaiye kalanların dışında, gündüz vardiya saatleri sabah 8, akşam 6 olmak üzere toplam 10 saatti. Çoğunluğumuz iki saat fazla çalışmak zorunda bırakılıyorduk. Her masa, yirmi kadın işçiden oluşuyordu. Ürettiğimiz ilaç, adı her neyse, akşam saat 6’da, masa şefi tarafından sayılır ve bölüm şefine rapor edilirdi. Biz işçiler de bunu bilirdik. Örneğin,  bin kutu ilaç üretilecekse on saat içinde, ona göre işi yavaşlatıyor ya da hızlandırıyorduk. Önemli olan, her günkü beklenen üretim rakamına ulaşmaktı. Fakat, 12 Eylül’le birlikte yeni bir disiplin uygulaması getirdiler. Her saat başı üretilen ilaç sayısını saymak gibi. Nefes alamıyoruz. Tuvalette kalma süresi 5 dakikayı geçmeyecek dendi. Hiç unutmam, bir gün kısım şefi geldi, tuvaletin kapısına dayandı. İçerde iki üç kadınız. Deneyimli, yaşı bize göre genç sayılamayacak, 30-35 yaşlarındaki bir kadın öfkeyle dışarı fırladı tuvaletten ve kısım şefinin üstüne yürüdü. Eteğini kaldırarak, “bak işte, keyfimden kalmıyorum, kanamam var,” diye bağırdı. Kışla disiplininden farksız bir ortam yaratılmıştı. 15 dakika çay molası veriliyor, biz asansörle üçüncü kata çıkıp ininceye kadar süre bitiyor. Çay filan içemiyoruz. Yarım saat yemek molası. Bu molalarda da, kimin, kiminle ne derece yakın olduğu gözetlenip kaydediliyor.
8 Mart’la ilgili bir yazı yazmayı düşünmüştüm önce. Sonra vazgeçtim bu fikirden. 8 Mart’ın tarihi içeriği boşaltılınca  geriye içi boş sloganlar kalıyor sadece. Eminim, Türkiye’nin resmi, gayriresmi kurumlarınca emekçi, emeksiz kadınların  mücadelesi anılacak ve kutlanacak. Tıpkı,  kadınlara atfedilen diğer günler gibi kutlanıp unutulacak.
Bana göre de anlamlı bir gün 8 Mart; tarihi çıkışıyla eş değerde somut bir bağlantı kurulup, pratiğe geçirildiğinde. Yoksa, saygıdeğer ölünün ardından fatihalar okumaktan farkı yok bu konu üzerinde büyük laflar etmenin.
Bugün de, o günün Amerika’sını aratmayacak koşullar altında çalışan milyonlarca kadın var. Erkeklerle aynı iş yerinde aynı işi yaptıkları halde daha az ücret ödeniyor kadınlara birçok iş yerinde. Buna ek olarak, annelik ve kadınlık durumlarından dolayı istismara uğruyorlar. Göçmen işçi olarak, yasal-yasal olmayan iş pazarında,  erkek işçilerin maruz kaldığı ayrımcılığın yanı sıra bir de cinsiyetçi ayrımcılıkla yüz yüze kalıyorlar. Bunlara daha çok şey eklenebilir…
Bu satırları yazan ben, bir kadın olarak, bu tür, özentili, içi boş, bir günle sınırlı törensel hiçbir günü kutlamaktan yana değilim. Ama böyle bir günü vesile yapan anarşistler topluca bir fabrikayı ya da göçmen işçilerin hapsedildiği bir karakolu ziyaret etselerdi hiç itirazım olmazdı.
Bugün, diğer kimliklerimin yanı sıra, anarşist bir kadın olarak, yaşadığımız dünyada var olan her türlü siyasal ve toplumsal sorunun kadınları kapsadığını düşünüyorum. Böyle düşünmem, kadınların yaşadığı farklı sorunları, farklı biçimlerde ele almamız gerektiği gerçeğini yadsımıyor. Sadece,  Kürt sorunu,  kadın sorunu vb.   denerek, çeşitli toplumsal kesimlerin “sorun” haline getirilmesine karşıyım. Oysa böylesi toplumsal kesimler,  “onlar” değil, “biz” diyebildiğimiz ve bunu yüreğimizde duyabildiğimiz zaman sorun değil, bizatihi çözümün kendisi olacaklardır.
Emine
(Ahali gazetesinin mart sayısından alınmıştır)

Cins