1 Mayıs’a Dair: Eleştiri ve Özeleştirimizdir

1 Mayıs’a Dair: Eleştiri ve Özeleştirimizdir

1886’dan Bugüne

1 Mayıs nedir?

Sokaktır, meydandır, atölyedir, fabrikadır; buralarda dağıtılan bildiridir, gazetedir, afiştir, pankarttır, yazılamadır. 1 Mayıs sıkılan yumruktur, atılan ajitasyondur, patronun karşısında dikilip durmaktır ama yan yana, beraberce. 1 Mayıs, köleleşmeden yaşayamadığımız bu esarete karşı koymak, dünyanın değişmeyeceği çaresizliğini yıkmak, yüreğimizdeki dünyayı yaratmak için adım adım yürümektir.

Bir asır önce böyle hissetti, böyle düşündü ve eyledi yoldaşlarımız. Yeni bir dünyayı yaratmak istediler, “Günde 8 Saat” diyerek milyonları örgütlediler Chicago Haymarket’te. Mücadeleyi kırmak isteyenlerin saldırıları yetmedi. Saldırıları lehine çeviren devlet sadece Haymarket’teki anarşist işçileri değil farklı coğrafyalardaki işçileri, ezilenleri, yüreğinde özgürlük olan kim varsa katletmeyi sürdürdü.

 

1 Mayıs nedir?

Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg’tir.  Anarşist işçilerin devlet terörü ile asılması, asılarak katledilmesinin yıl dönümüdür. O dönemde katledilen tüm işçilerin anısıyla kazanılan paylaşma ve dayanışmanın, yani mücadelenin günüdür.

Bir asırdan fazla bir süredir kazanılmış kavganın günü olan 1 Mayıs yaklaşırken tüm ezilenler, alanlarda bir araya gelmeye, birleşmeye hazırlanıyorlar. Sömürüye karşı kavganın, patronlara öfkenin sembolü haline gelmiş olan 1 Mayıs gününde, dünyanın her yerinde yürüyüşler ve mitingler hazırlanıyor. “Günde 8 Saat” için meydanları dolduranların mücadelesi, 1 Mayıs’ta  her yerde sürdürülüyor.

İşte bu sorunun önemi budur. Çünkü cevabı; 1 Mayıs’ın, devletin “vatandaşlarına”, patronların işçilerine “bahşettiği” bir bayram değil, kazanılmış bir kavganın günü olmasıdır. Ve biz de, bu önemi bilerek ya da bilmeyerek değiştiren, 1 Mayıs’ı kavga değil “bayram kutlaması” olarak görenleri eleştiriyoruz.

 

Seçim Mitingi

1 Mayıs’ın hemen öncesinde devlet iktidarının koalisyonu konumundaki AKP ve MHP’nin birlikte aldığı seçim kararının, yani onlar için bir “imdat seçimi” haline gelen bu sürecin, 1 Mayıs’ı etkilememesi düşünülemezdi. Ancak bu etkinin nasıl bir etki olduğunun altını çizmek gerekiyor. 1 Mayıs da dahil olmak üzere farklı siyasal süreçleri kendine seçim malzemesi haline getirmeyi iyi bilen parlamenter muhalefet, ama bu 1 Mayıs özelinde CHP, organizasyonundan itibaren 1 Mayıs’ı seçim çalışmasına çevirmeye hazırlanıyor.

Toplumsal politik süreçleri, seçime indirgeme politikasının “başarısı”nın ne olduğunu düşünmek için Taksim-Gezi İsyanı sürecine bakmak yeterli olacaktır. Sokağı sandıkla eritmeye çalışan anlayış sadece devletin ve kapitalizmin lehine bir anlayıştır. Taksim-Gezi İsyanı sürecinde, yaratılan politik kırılmanın yani sokağa dayalı bir muhalefetin yarattığı durumun nasıl günden güne “seçim politikalarıyla” eritildiğine şahit olduk. Eritilenin sadece sokak değil muhalefet etme cesareti olduğunu da deneyimledik.

İçinde bulunduğumuz OHAL sürecinin de bundan önceki sürecin de sebeplerini sorgularken bu durumu göz önünde bulundurmak önemlidir. Çünkü muhalif partilerin seçim heveslerinin ve iktidar arzularının yarattığı olumsuzluk hesaba katılmadan, toplumsal muhalefet içinde bulunduğu durumdan kurtulamaz.

Taksim-Gezi İsyanı sürecinde özellikle vurguladığımız “doğrudan demokratik karar alma” yöntemlerinden çok daha farklı yöntemlerle karşı karşıyayız bugün. Başkanlık Seçimleri’yle bir önceki dönemin temsili sisteminin bile otoriter anlamda aşıldığı, merkezi iktidarın bizzat bir kişi elinde somutlaştığı bir durumla karşı karşıyayız.

Sadece AKP ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden değil, bu duruma karşı tek mantıklı ve meşru muhalefetin kendisi olduğu iddiasındaki CHP, her sürecin olduğu gibi 1 Mayıs’ın da altını boşaltmaya hazırlanıyor. Popülerleşebilmek adına “muhalif” kimliğini genişletme, faşist ekiplerle ortak stratejiler geliştirme, en geniş koalisyona ulaşabilmek adına milliyetçi, devletçi ve hatta dinci çizgiye geçmekten imtina etmeyecek CHP, 1 Mayıs Kavgası’nı seçim propagandasına dönüştürmeye çalışıyor.

Bu çabayı, özellikle işçi sendikaları içerisindeki kadroları aracılığıyla yaparak “sınıf böyle istiyor” politikaları gütmeyi sürdürüyor. DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun seçimlerde aday olmak için istifa etmesi, bu CHP stratejisinin ne boyutlara ulaştığını görmek açısından önemli bir yere duruyor. Maltepe Mitingi’ni açık bir şekilde seçim çalışmalarına çevirmek isteyenlerin dışında, bundan çok da bir sıkıntı hissetmeyen siyasal örgütlenmeler eleştirimizin diğer boyutunu oluşturuyor.

Toplumsal muhalefetin içinde bulunduğu sıkışmışlık durumunda “yenilgi psikolojisi”ne yenik düşmüş bu kesimler, “AKP ve Erdoğan olmasın da kim olursa olsun” söylemine sığınmayı tercih ediyorlar. CHP’nin bu süreçte yaptığı “abilik” altında, kendilerine güvenli bir sığınak bulmuş durumdalar. Bu çizgilerini sadece seçimlere kadar değil, seçimlerden sonra da devam ettirecekleri oldukça açık.

Toplumsal politizasyonu, kendi stratejilerini oluşturma noktasında önemli bir dinamik gibi görmeyenler “seçim illüzyonuna” kanmaya devam edecek; doğrudan demokrasi, toplumsal devrim, özörgütlülük gibi başlıklardan özellikle uzak kalmayı tercih edecek yani devrimci niteliğini kaybedecek. Bunu öngörebilmek için alim olmaya gerek yok.

 

Taksim Kavgası

Yaşadığımız coğrafyada devlet, her yıl farklı politikalar ile 1 Mayıs’ın içini boşaltarak takvimsel bir güne, “işçi bayramı”na, sıkıştırarak yüz yıllardır süren işçi mücadelesini ve bu mücadele ile gelinen noktayı görünmez kılmak istiyor. Devletin ve kapitalizmin bu politikaları, İstanbul’da her yıl farklı gerekçeler gösterilerek yasaklanan meydan ya da bölgelerle belirginleşmiş durumdadır. Bazen bir yayalaştırma projesi, bazen meydan yasakları, bazen iç güvenlik paketleri, bazen de OHAL’le temeli hazırlanan yasaklarla yapılmaya çalışılan şey açıktır. Sokakları ve meydanları mücadele alanına çevirenlerin; tıpkı 130 yıl önce “Günde 8 Saat” talebiyle alanları dolduranların, tıpkı 40 yıl önce Taksim’i dolduranların yaptığı gibi, alanları direnişin, mücadelenin alanına dönüştürmesini engellemek.

Aylardır her mitingi, yürüyüşü, eylemi yasaklayan; yasaklamadıklarında saldırıp gözaltına alarak tutuklayan; tutuklayamadığını operasyonlarla alıp yargılayan; yaşam için mücadele etmeyi suç sayan iktidarın baskısıyla karşı karşıyayız. Etkisizleştirmek istedikleri 1 Mayıs’ları bazen izinli ilan edip izole alanlara sıkıştıran; bazen de izinsiz ilan ederek yapacağı saldırılarını meşrulaştıran devlet iktidarıyla karşı karşıyayız.

Evet, Taksim ezilenler için, ezenlere karşı senelerdir süren bir kavganın 1 Mayıs meydanıdır.

Yaşadığımız topraklarda ezilenlerin, devlete ve patronlara karşı tepkilerini, kapitalist sisteme öfkelerini haykırmak için seçtiği alanlardan birisiydi Taksim. Ve Haymarket’teki gibi bir saldırıyla bu kavga günü kana bulandı.  1 Mayıs’larda Taksim’e çıkmak bu olayı anmak açısından gerekli gibi görünse de, yıllar içinde, atölyelerde ve fabrikalardaki işçilerin sokağa ve alanlara çıkmak konusundaki isteksizliği ve asıl olarak örgütsüzlüğü meselesi göz ardı edilmemelidir.  Asıl olarak bunun irdelenmesi unutulmamalıdır. Her fabrikayı bir direniş alanına çevirmedikçe 1 Mayıs’ta nerede olunması gerekliliği üzerinden yürütülecek bir tartışma ya da saflaşma kanımızca gereksiz olacaktır.

Bu tartışmalar bir yana, bugün Taksim Meydanı yine ezilenlere yasaklanmaktadır. Meydanlara yüklediğimiz soyut anlamların, kutsallaştırmaların bir parçası olarak değil; toplumsal muhalefetin önemli bir ayağını yükseltebilmek için senelerdir bu kavgayı verdik.

2010 yılına kadar tartışmasız yasaklanan Taksim Meydanı, uzun yıllar boyunca verilen mücadelenin sonucunda “kazanılmış” ve burada bir miting gerçekleştirilmişti. Üç yıl boyunca ezilenlerin her yıl daha da kalabalıklaşarak katıldığı mitingler, 2013 yılında devlet ve kapitalizm tarafından “Taksim Meydanı ve çevresinde yayalaştırma projesi” bahane edilerek yasaklandı. 2014 yılında ise bahanenin adı “şehir trafiğinin aksaması” ve “Beyoğlu esnafının zarar etmesi” oldu. Taksim Meydanı yasağı sürdürüldü. 2015’ten OHAL’e kadarki süreçte, İç Güvenlik Paketi kapsamında yasaklar getirilmiş, miting alanları tartışmaları başlamıştı. OHAL’le beraber 1 Mayıs’ın sadece devletin izin verdiği miting alanlarında yapılması kararı alındı.

Tüm bu yasaklara ve izinlere rağmen, “Biz Kazanıyoruz” şiarıyla çıktığımız her 1 Mayıs’ta kavgayı vermenin kazanmak olduğunun altını vurguladık. Örgütlenmemizin ilk kurulduğu yıldan, yani 2010’dan bu yana verdiğimiz “1 Mayıs Kavgaları”nda operasyonlardan gözaltılara bir dizi baskıyla karşılaştık. 1 Mayıs’larda “Ekmek, Adalet ve Özgürlük” kavgasından imtina etmeden Beşiktaş’tan Şişli’ye Mecidiyeköy’den Zincirlikuyu’ya sömürünün kolluklarıyla karşı karşıya geldik. 1886’dan ödünç aldığımız “Günde 8 Saat” söylemini 1 Mayıs’ları bayram olarak kutlayanlara karşı pankartımıza yazdık. 2011 ve 2012’de, 1 Mayıs’ın bayram değil isyan olduğunu “izinli Taksim Meydanı”na girmeyerek gösterdik. 2013’ten 2015’e toplumsal muhalefetin Taksim Kavgası’ında elbette devletle ve kapitalizmle uzlaşmayan tarafta yerimizi aldık. Toplumsal muhalefetin neredeyse tüm kesimlerinin seçim ve sandık politikalarının sonucu olarak Taksim’den vazgeçtiği bir zamanda, farklı bir Taksim stratejisiyle Taksim kavgasının belirleyicisi olduk. Hatta 2016’da, Taksim’in göbeğine “yayalaştırma projesi” inşaatından işçilerle beraber çıkarak kapitalist sistemin kalbine ne kadar yakın olduğumuzu sembolik olarak gösterdik. Bunu gösterirken 3 ayrı koldan Taksim Kavgası’nı verdik. Geçtiğimiz sene de Zincirlikuyu hattından bir yürüyüşün örgütleyicilerden biri olarak toplumsallığını kaybetmeden yaratıcı bir seçenekle kavgayı, kavgamızı sürdürdük.

Belirtmeliyiz ki Taksim meselesinde önceki yıllarda ısrar etmenin anlamıyla, bu yılki ısrar arasında bir fark var. Bu fark, özellikle içinde bulunduğumuz senede Taksim Meydanı kavgasının herhangi bir stratejiyle ilişkilendirilmeden, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak değil de devletin yarattığı sıkışmışlığa mahkum bir eylem haline gelmesi durumdur.

Bu kavgada yeni alanlar, yeni stratejiler oluşturmadan; tüm bu alanları ve stratejileri toplumsallaştırmadan gerçekleştirilecek bir Taksim kavgası güdük kalacaktır. Taksim ısrarı sürdürülürken eski seçeneklerin yeni seçenekler gibi öne sürülmesi, bu ısrarı çıkışı olmayan bir döngüye hapsediyor. Hele ki bu süreç, olağanüstü hal koşullarında tekrarlanmak istenirken… Toplumsal muhalefetin yani devrimcilerin içinde bulunduğu durumu düşünmeden hareket edebilme lüksü yoktur, aksi “devrimci inat” değil etkisiz inat ve sonuçsuz bir ısrarıdır.

 

Özeleştiri

1 Mayıs’ı Maltepe ve Taksim sıkışmışlığında bırakan toplumsal muhalefete yönelik eleştirilerimizin bir de başka boyutu mevcut. Bu boyut kendi örgütlülüğümüze ilişkin.

1 Mayıs’taki Maltepe Seçim Meydanı ve Sonuçsuz Taksim Meydanı  Israrı seçeneklerinin toplumsal muhalefet için olumsuz olduğunu düşünen bir anlayışın, ortaya olumlu bir alternatif koyabilmesi gerekmektedir. Eleştiri ve özeleştiri metnimizi, son gün yayınlamamızın arkasında da bu vardır.

1 Mayıs’ın hemen öncesine kadar yaptığımız tartışmalar, bu seçeneklerin dışında bir seçeneğin ya da stratejinin oluşturulup oluşturulmayacağıyla ilişkiliydi. Son ana kadar hem bizim için hem de devrimci muhalefet için ayrı bir seçenek örgütlemeyi tartıştık. Ancak özellikle sürmekte olan işçi örgütlenmelerimizi, böyle hazırlıksız bir sürecin içerisinde şekillendirip sabırlı stratejilerimizin zedelenmesini istemedik. Böylesi bir hamlenin toplumsal bir etkileşim yaratamayacağını, yapılan örgütlenmeyi zedeleyeceğini görmek gerekir. İstenilen etkiyi yaratmadığı takdirde bu ve buna benzer hamlelerin tam tersi etkiyi yaratacağını, bu coğrafyada mücadele eden ve Taksim Gezi deneyimine katılan örgütlerden daha iyi kimse bilemez. Taksim Gezi İsyanı ile yakalanılan toplumsallıkta, “devrim sürecine hazırlık komitelerinin kurulduğu” ama sürecin olgunlaştırılamadığı bir süreci yaşadık.

Maltepe ve Taksim seçeneklerini böyle eleştirirken içerisine dahil olamazdık, öte yandan üçüncü bir seçenek oluşturamadık. Bu sene 1 Mayıs’ta ne Maltepe’de ne de Taksim’de olacağız. Sınıf mücadelesinin her geçen gün güçten düştüğü, düşürüldüğü bir süreçte farklı bir seçenek oluşturabilmek için örgütlenme çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

Sürdüreceğiz çünkü, bayramlarla değil devlete ve kapitalizme isyanla karşı koyan, örgütlülüğe ve mücadeleye inanan  anarşist bir geleneğin sürdürücüsüyüz. Sürdüreceğiz çünkü, ezilenlerin iradesinin seçim sandıklarında erimesini, başkanlık tartışmalarında harcanmasını kabullenemeyiz. Sürdüreceğiz çünkü, toplumsal devrimin rahat değil zor koşulların sonucu olduğunun farkındayız. Sürdüreceğiz çünkü OHAL’de eylem yasaklarıyla, patronların lehine politikalarla sürdürülen sömürü karşısında durmayı örgütleyecek, bu sömürüyü yok etmek için örgütleneceğiz.

DEVRİMCİ ANARŞİST FAALİYET

Bildiriler, Fabrika, Sokak