Bir Varmış Bir Yokmuş

Ve devlet JİTEM’i resmen kabul etti.” Demokrasi yolunda atılan en yeni ve pek kocaman adımımız memleket sathında iri puntolarla kutlanabilir artık. JİTEM diye bir oluşum varmış, İçişleri Bakanlığı’nın onayı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın görüşü alınmadan taban… pardon Jandarma Genel Komutanlığı inisiyatifiyle kurulmuş. 1990 yılında ise kapatılıvermiş. Siz bakmayın çifte itirafçı Abdülkadir Aygan’ın anlattıklarına… Şemdinli’de bir kitapevini bombaladıktan sonra halk tarafından suçüstü yakalanan ikisi uzman çavuş biri itirafçı üç “iyi çocuk”un arabasında ele geçen belge ve krokilere de aldanmayın… Binbaşı Cem Ersever’in “faili meçhul” bir cinayete kurban gitmeden hemen önce JİTEM hakkında verdiği bilgileri göz ardı edin… Musa Anter katledilirken yanında bulunan ve suikasttan ağır yaralı olarak kurtulan Orhan Miroğlu’nun söylediklerini de duymazdan geliverin. JİTEM’in işkence tezgahlarından geçtiğini söyleyen binlerce köylü de vatan haini zaten… Koskoca devlet yalan söyleyecek değil ya… JİTEM kimseciklere haber falan verilmeden kurulmuş ve 1990’da yani kimseciklerin canını yakmadan kapatılıvermiş bir spor kulübüdür. Tıpkı Mehmet Ali Kışlalı hazretlerinin deyişiyle ordunun bu ülkedeki “en büyük sivil toplum örgütü” oluşu gibi…

 

Hoş… MİT’inden Genel Kurmay Başkanlığı’na kadar akla gelebilecek her kurum, akla gelebilecek her vesileyle tam 20 (yazıyla yirmi) yıldır JİTEM diye bir oluşumun var olmadığını belirtip duruyorlardı ama o kadar dil sürçmesi kadı kızında da olur demiş atalarımız. Elbette koskoca ordu, koskoca Milli İstihbarat Teşkilatı, koskoca devlet organları, İçişleri Bakanları, hakimler, savcılar, emniyet müdürleri, koskoca HSYK üyeleri, koskoca Yargıtay üyeleri, koskoca Bucak’lar, Ağar’lar, Kutlu Savaş’lar yalan söyleyecek değillerdir ya… Duymamışlardır… Haberleri yoktur en fazla… Hukuk dışı bir takım talihsiz kazalar olmuştur ve onlar da aslında gaza gelmiş bir takım iyi niyetli gencin kasdı aşan taşkınlıklarıdır. Münferittir… Topu topu 17.000 (yazıyla tekrar ON YEDİ BİN) kişicik ölmüştür. Üç bin köy yanlışlıkla boşalmış, yaklaşık üç milyon kişi göç etmek durumunda kalmıştır. Hatta ölenlerin bir kısmı sandalyelerden filan düşerek ölmüştür aslında, bazı köyler, o köylerdeki afacanlar kibritle oynadığı için yanmıştır, oralardaki cahil köylüler de taşı toprağı altın diyerek İstanbul’lara, Aksaray’lara, Elazığ’lara göç etmişlerdir… Dağdaki kart kurtlar İstanbul şivesinde yumuşayarak “kürt” oluvermişti hatırlarsanız ve devlet elbette yalan filan söylemezdi o zamanlar da… Sırf üç beş talihsiz kaza oldu diye isyan etmenin, dağlara filan çıkmanın da akla sığar bir tarafı yoktu… Her şey demokratik kanallar işletilerek halledilebilirdi… Halep ordaysa TBMM Ankara’daydı…

 

Neyse ki kötü günler geride kalmıştır. Ardı ardına açılan ve kapanan dosyalarla demokrasi ufkumuz aydınlanırken eski defterleri açıp durmanın da alemi yoktur elbette. Ama yine de dilin kemiği yok derler ya hani… Tekerleme çok tanıdık… Ve bayat bir o kadar…

Adalet nerede? Suya düştü!

Su nerede? JİTEM içti!

JİTEM nerede? Dağa kaçtı!

Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu!

 

Nerede kalmıştık? Bir varmış bir yokmuş… İnsan sormadan duramıyor. Bu liberal masalların sonu hiç gelmiyor mu?

Günlük Yazıları