Elimizdeki taş, Yüreğiniz kadar katı değil

Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanı konu alan Duvar filmi Yılmaz Güney’in son filmidir. 1980’deki askeri faşist cunta nedeniyle yaşamının son yıllarını Fransa’da geçirmek durumunda kalan Güney, bu filmi Türkiye dışında, bir cezaeviymiş gibi oluşturulan bir platoda çekti. Ama sinemaya kattığı o gerçeklikle, daha o zamandan cezaevlerinde yaşananları gözler önüne sermeyi seçti. Darbe üzerine hiç ses çıkarılmadığı bir dönemde bunu denemesi oldukça yüreklice bir işti. Darbe destekçiliği sinemacılar arasına sirayet ettiği gibi “muhalif” kimselerce de yapılan değerlendirmeler, darbenin gerçek boyutlarının anlaşılmasının önünde bir engel oldu. Duvar filminde anlatılanlar için de abartı dendi, yalan dendi, hiç olur mu böyle şey dendi, bu zaten vatan haini ülkemizi dışarda kötülemek için yapıyor bunları dendi. Dendi de dendi. Filmde anlatılan taciz-tecavüz-dayak-işkence olayları görmezden gelinip film çekimi sırasında oyuncu çocukların Yılmaz Güney tarafından azarlandığı karalaması yapıldı. Nihayetinde filmin gösterimi yasaklandı ve böylelikle bir sorun daha görmezden getirildi.

 

Darbe ve sonrasında savaş koşulları yaşamın tümüne olduğu gibi özellikle çocuklar için de kabusa dönüştü. Devletin bölgeye yönelik gizli ya da açık planlarını uygulamada çocuklar da “mahrum” bırakılmadı. Yetişkinlerin, jitem elemanlarınca ya da özel harekatçılarla öldürülmesiyle yetim ve öksüz büyümek zorunda kalacak olan çocuklar, yaşadıkları yerlerin “iç güvenlik” nedeniyle yakılması ve boşaltılmasıyla beraber de hiç bilmedikleri yerlere sürüldüler yakınlarıyla beraber. Zaten yoksul olan bu kişiler, dillerini bilmedikleri, kültürlerini bilmedikleri yeni kasabalarında, devletin onyıllarca sürdürdüğü “kürtler düşman” karalamalarıyla beyinleri yıkanmış milliyetçi güruhların saldırılarına da hedef oldular, oluyorlar.

 

Gözleri olupta görmeyenler, hala şu soruyu sorabiliyorlar: Daha ağızları süt kokan bu bebeler neden ellerine taş alıyorlar da polise atıyorlar? Kesin kandırılıyorlar!

 

Evet kandırılıyorlar: Herkes eşittir deyip zenginleri kayıran yasalar kandırıyor. Ayrımcılık yoktur deyip anadilimizi bile konuşmamıza engel olan politikacılar kandırıyor. Krizdeyiz deyip emeğimizin karşılığını vermeyen, bizi kum torbası niyetine denek olarak kullanan, bir konteyneri bile çok görüp çadırlarda ölümümüze sebep olan patronlar kandırıyor. Ülke gelişiyor diye yazarak yaşadığımız haksızlıkları görmezden gelen plazalardaki sıcak odalarında zehir saçan gazeteciler kandırıyor. Gençleri zorlayarak ellerine verdikleri silahları kendi kardeşlerine doğrultacak kadar savaş çığırtkanı komutanlar kandırıyor.

 

Çocuklarımızın kucaklarındaki taşlar, onlara bıraktığınız tek seçenektir. Bunu çok iyi biliyordunuz. Şimdi o taşlar kafanıza geliyor diye mi yakınıyorsunuz? Ve onun için midir duvarlar, tel örgüler ardına kapatarak, bu sorunu görünmez kılmayı hedefliyorsunuz?

 

Filmde okunan bir şiir, cezaevi koşullarını yeterince ayrıntılı anlatır:

Burası ‘dördüncü koğuş’tur
benim abim
Bak, camları yoktur, kırıktır.
Ne bacası tüter ne de sobası.
Her neyse benim abim.
Ver bir cigara zuladan yanalım
Burası ‘dördüncü koğuş’tur
benim abim
İkinci adresimiz.
Allahımızı sorarsan adı
Gardiyan Cafer

 

Herşeyin sahibi olabildiğinizi sandınız, ama uçkurunuza sahip olamadınız. Her devirde Gardiyan Cafer’ler yetiştirip Gül diye, Güneş diye, Rojda diye seslendiğimiz çocuklarımıza başharfleriyle seslenmek zorunda bırakıyorsunuz. Elimizdeki taş, yüreğiniz kadar katı değil.

 

Düşüneni, farklı olanı, eleştireni, işinize gelmeyeni tıktığınız gibi daha ne kadarımızı doldurabileceğiniz zindanlarınız olabilir ki? Bundan korktuğumuzu mu sanıyorsunuz yoksa? Asıl korkan siz değil misiniz? Üzerimizi boşuna aramayın: Karanlığınızı aydınlatacak ateşimiz yüreklerimizde.

 

 

Günlük Yazıları