Bildiriler – Devrimci Anarşist Faaliyet https://anarsistfaaliyet.org Yaşasın Devrimci Anarşist Faaliyetimiz! Fri, 02 Apr 2021 14:18:38 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.4 FEDERASYON’A ÇAĞIRIYORUZ! https://anarsistfaaliyet.org/bildiriler/federasyona-cagiriyoruz/ Fri, 02 Apr 2021 14:15:06 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=9119

Adalet ve özgürlüğün iki yüz yıllık mücadelesidir anarşizm. Bireyin ve toplumun iktidarlı ilişkilerine, halkların düşmanı devlete, halkları sömüren kapitalizme karşı koyuştur anarşizm. İsyanlarla delik deşik olmuş beş bin yıllık devletli dünyanın karşısındaki yüz bin yıllık devletsiz dünyaya dayanır gerçekliği. Bu gerçekliğin gücüyle anarşizm iktidarı yıkacak, adalet ve özgürlük için iktidarsız yaşamı yaratacaktır.

Biz bu coğrafyada 12 yıldır devrimci anarşist mücadeleyi ilmek ilmek örenleriz. Anarşizm örgütlenmektir diyenleriz. Dediğimizi eyleme dönüştürdük. Anarşist bir örgütlenmeyi adım adım deneyimliyoruz. Toplumdaki her bir bireye dayatılan bencillik ve rekabetçilik yerine dayanışmayı ve paylaşmayı büyütüyoruz. İtaat yerine isyanı örgütlüyoruz. Umudu kaygılardan kurtarıyor, korkunun üzerine cesaretle yürüyoruz.

Devletle kavgalıyız. Devlet adaletsizlik demektir. Bu adaletsizliği yıkacağız. Ermeniyiz, Kürdüz, Lazız… Azınlık değil çoğunluğuz; devlet ile karşı karşıya kalmış, katledilmiş halklarız. Kapitalizmle kavgalıyız. İşçiyiz, patronlarla kavgalı. Ve her işçinin kavgası bizim kavgamızdır. Erkek egemenlikle kavgalıyız. Kadınız, erkeklikle kavgalı. Erkek egemenliğin grisinin karşısında gökkuşağının renkleriyiz. Ağacın dereyle, aslanın ceylanla uyumuyuz. Ekolojik yaşamı kaynaklaştıran kapitalizmle kavgalıyız. Özgürlüğü için tüm tutsaklıklara karşı koyan gençleriz. Gençliğimizin gücüyle kavgaya kalkışanlarız. Biz Devrimci Anarşistler sokak sokak, mahalle mahalle, yediden yetmişe dayanışmayı paylaşanlarız, anarşizmi örgütleyenleriz.

Yaşanan adaletsizlikleri öncelik sonralık sırasına koymadan, konu konu ayrıştırarak örgütledik kavgayı. Ve kavgamız sürmekte. Gün geçtikçe anarşizm coğrafyamızda örgütleniyor. Farklı farklı bölgelerde ilişkiler genişliyor, güçleniyor. Şimdi 12 yılın bize getirdiği bir gerçekle karşı karşıyayız.

Ankara ve İstanbul’daki örgütlenmelerin bugüne kadar birbirleriyle dayanışma ilkesi ile işlettiği örgütlülük, büyüyen mücadelenin ihtiyacını karşılayamıyor. Benzer durumları yarın yeni bölgelerde de yaşayacağız. Bir başka benzer ihtiyaç da birbirinden bağımsız anarşist çalışmaların birbirleriyle bağlarının güçlendirilmesi gerekliliği. Tüm bu gereksinimleri gidermek ve kavgayı daha da genişletmek için federatif ilişkilere ihtiyaç duyuyoruz. Geleneğimiz olan örgütlü anarşizm, iki yüz yıllık tarihinde dünyanın dört bir yanındaki coğrafyalarda yarattığı yüzlerce federasyonla bunu bize gösteriyor. Evet bugün karşı karşıya kaldığımız gerçeklik federasyondur.

Bizler Anarşist Gençlik, Karala, Devrimci Anarşist Faaliyet, Lise Anarşist Faaliyet ve Meydan Gazetesi olarak paylaşma ve dayanışmayla dolu özgür dünyayı yaratmak için bu kavgayı bugünden itibaren Devrimci Anarşist Federasyon’la sürdüreceğimizi söylüyoruz. Herkesi bu kavgaya; adalet ve özgürlüğün kavgasına, ödünç aldığımızı ödünç vermeye; elimizdeki anarşizm tohumlarını Mezopotamya, Anadolu ve Trakya’da yeşertmenin kavgasına çağırıyoruz. Federasyon’a çağırıyoruz.

https://anarsistfederasyon.org/federasyona-cagiriyoruz/

]]>
Anarşist Gençlik: DEVLET TERÖRDÜR, KORKMUYORUZ https://anarsistfaaliyet.org/sokak/anarsist-genclik-devlet-terordur-korkmuyoruz/ Wed, 06 Jan 2021 10:39:47 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8948
Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı gerçekleştirilen eylemler sonrası,  Anarşist Gençlik tarafından polis baskınları ve gözaltılara karşı bir bildiri yayınlandı.
DEVLET TERÖRDÜR, KORKMUYORUZ
Bu sabah İstanbul Valisi, Beşiktaş ve Sarıyer’deki tüm eylemlerin yasaklandığını duyurdu. Açıklamayı twitter hesabından duyuran Vali, “Toplumun salgından korunması ve salgının yayılımının engellenmesi çalışmalarına olumsuz tesir edebileceği değerlendirilerek, bu ilçelerimizde her türlü toplantı, gösteri ve yürüyüş yasaklanmıştır.” dedi.
 
Onların söylemekten bile kaçındığı cümleleri biz ifade edelim. Korku, yasaklar. AKP’nin yıkılma korkusu gün geçtikçe artıyor. Korkusu arttıkça yasakları da artıyor. Bu korku bugün başlamadı. Gezi’de, Kobanê’de direnenler; Amed’de, Suruç’ta, Ankara’da patlayan bombaların ardından katledilenler için sokağa çıkanlar devletin korkusu oldu. Geçen her yılda devlet korkuyla saldırdı ve yasakladı. Direnenlerin cesareti ise mücadeleye dönüştü.
 
Tekrar söyleyelim, her yasak korkunun göstergesidir. 4 Ocak 2021 günü Boğaziçi Üniversitesi’ne cumhurbaşkanı tarafından atanan kayyum rektöre karşı gençlik üniversite önünde, eylemdeydi. Kolluk kuvvetlerinin karşısında adalet isteyen binlerce gencin öfkesi vardı. Bu kızgın kararlılık, atanmış kayyum rektör Melih Bulu’yu ve atayanları korkuttu. Korkanlar gençliğe saldırdı; copu, kalkanı, plastik mermisi, tazyikli suyu ile saldırdı. Korkutup kaçıracaklarını zannettiler. Kimse kaçmadı. Gençlik yüklendikçe yüklendi, çaresizlikten saçmalayan polisler Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısını kelepçeleyerek kendilerini korumaya çalıştılar. Pazartesi için direniş sonlanmış, “Çarşamba günü için döneceğiz” denmişti.
 
Pazartesiden korkanlar çarşambayı beklemediler. Devletin medyasının “terör örgütü” ilan ettiği bizler “Terör örgütünün” devlet olduğunu defalarca söylemiştik. Devlet pazartesi akşamından salı gecesine çarşamba sabahına bir polis terörü başlattı. 2 gün içinde 40’a yakın arkadaşımızın evleri polis tarafından basıldı, arananlar işkenceyle gözaltına alındı. İki gündür gözaltında tutulan arkadaşlarımıza işkenceler ve tehditler sürdürülüyor. İşte terör budur. Ellerinde arama listeleriyle baskınlar, işkenceler, gözaltılar sürüyor.
 
Baskınlardan, işkencelerden, yasaklardan korkmuyoruz. Terörünüz bizi korkutamayacak. Cesaretimizle üzerinize yürüyeceğiz.
 
Siz Gideceksiniz, Biz Kalacağız! Kazanacağız!
ENG: THE STATE IS TERROR, WE DON’T SCARE

This morning, the Governor of Istanbul announced that all demonstrations in Beşiktaş and Sarıyer were prohibited. Announcing the statement on his twitter account, the Governor said, “Considering that it may adversely affect the efforts to protect the society from the epidemic and prevent the spread of the epidemic, all kinds of meetings, demonstrations and marches are prohibited in these districts.” said.

Let’s express the sentences that they could not. Fear prohibits. The fear of the AKP’s collapse is increasing day by day. As his fear grows, his prohibitions also increase. This fear didn’t start today. Those resisting in Gezi, in Kobani; Those who went out on the streets after the bombs exploded in Amed, Suruç and Ankara became the fear of the state. In all the previous years, the state has attacked and banned them due to it’s fear. The courage of those who resisted turned into a struggle.

Let’s say it again, every prohibition is a sign of fear. The youth was in front of the university against the trustee rector of Boğaziçi University appointed by the president on January 4, 2021. There was anger of thousands of young people who demanded justice in the face of law enforcement. This angry determination frightened appointed trustee rector Melih Bulu and his appointees. Those who afraid attacked the youth; attacked with baton, shield, rubber bullet and water cannons. They thought they were going to frighten and scare away. Nobody ran away. The youth pushed and pushed, and the police absurdly tried to protect themselves by handcuffing the door of Boğaziçi University by the despair. The resistance ended for Monday, it was said, “We will return for Wednesday”.

Those who were afraid of Monday could not wait till Wednesday. We – declared by the state media as a “terrorist organization” – have repeatedly said that the state is the “terrorist organization”. The state started a police terror from Monday evening to Tuesday night and Wednesday morning. Within 2 days, the houses of nearly 40 of our friends were raided by the police, those who were wanted were detained by torture. The torture and threats of our friends who have been detained for two days continue today. This is terror. Raids, tortures and detentions continue with wanted lists in their hands.

We are not afraid of raids, torture and prohibitions. Your terror will not scare us. We will walk on you with courage.

You Will Go, We Will Stay! We will win!

]]>
“Covid19 Değil Akp19 Yasakları”: Bildirimizin Dağıtımını ve Afişlemesini Gerçekleştirdik https://anarsistfaaliyet.org/sokak/covid19-degil-akp19-yasaklari-bildirimizin-dagitimini-ve-afislemesini-gerceklestirdik/ Fri, 20 Nov 2020 17:17:04 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8832 İktidarın, “Covid19 önlemi” adı altında,ilan ettiği anlaşılmaz yasaklara karşı hazırladığımız bildirimizin dağıtımını ve afiş çalışmasını gerçekleştirdik.

 

 

 

 

 

 

 

 

]]>
Covid19 Değil Akp19 Yasakları (English Below) https://anarsistfaaliyet.org/sokak/covid19-degil-akp19-yasaklari/ Thu, 19 Nov 2020 16:35:28 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8824

“İktidar Krizi Salgın Yasaklarının Arkasına Saklıyor.”

İktidar Covid19 önlemleri adı altında ucu açık ve anlaşılmaz yasaklar açıkladı. Salgın süreci boyunca göstermelik önlemleri uygulayan iktidar gerçekçi önlemleri uygulamadı. Önlemleri fakir ve zengin yaşamını ayrıştırarak uyguladı. Bu ayrıştırma sadece ekonomik değildi, tarafı olduğu kültürel kesimleri kayırmasıyla sosyal bir ayrıştırmaya da dönüştü. Başkanın açıkladığı son salgın yasaklarında da bu açıkça ortadadır. Atölyelerde, fabrikalarda, inşaatlarda işçiler çalışıyorken patronlar izolasyonlarını sürdürmekteler. Kahvehaneler ve kıraathaneler kapanıyorken AVM’ler açık kalıyor, dip dibe yapılan ibadetler sürüyor. Bunlar bize, yapılan bu ayrıştırmayı apaçık göstermektedir. Bu yasakların Covid19 ile alakası yoktur. Yasaklar, krizle karşı karşıya kalan toplumun kontrolünü sağlamak ve krizi anlaşılamaz, algılanamaz kılarak saklama çabasının bir ürünüdür.

14 Maddede Akp19 Krizi:

1. Dış Siyasette Kriz: Akp19 iktidarını korumak için, dışarıda saldırgan savaş stratejisi ile gerilimi yükseltiyor. Libya’dan Kıbrıs’a, Irak’tan Suriye’ye dış ilişkilerde çevresindeki her “komşusuna” saldırarak kapmaya çalıştığı pozisyonu kapamıyor. ABD ve Rusya abilerince azarlanan ve pataklanan küçük kardeş olmaktan kurtulamıyor. Fiyaskoyla sonuçlanan saldırgan savaş stratejisi karizma kaybıyla sürüyor.

2. İç Siyasette Kriz: Kendi varlığını devletin varlığı için bir beka meselesine indirgeyen iktidar olası erken seçimi geciktirmeye çalışıyor. Muhalefetin iç ilişkilerine saldırırken kendi iç ilişkilerindeki çözülmelerin artışından açıkça kaygılanıyor. MHP’nin yarı yolda bırakma özelliğinden korkuyor. Dolar ve Euro’nun önlenemez yükselişinin, bakanların birer birer istifası ile sonuçlanacağını biliyor. Yeni bahaneler bulamadığı için kapanmış dosyaları açarak yeni baskılar yaratmaya çalışıyor. Şimdiyse Covid19 bahanesi ile toplumsal bir baskının peşinde. Bekçisi ve polisiyle sokaklarda karşı kültüre saldırıyor.

3. Ekonomik Kriz: TL’nin değer kaybetmesi, artan borçlanma, artan işsizlik, enflasyon gibi ekonomideki sorunlar Covid19’la beraber büyümüştü. Ekonomi Bakanı “Dolara bakmıyorum ben”, “İstesek dövizi indiririz ama istemiyoruz” derken kendi indi koltuğundan. Bakanın istifasıyla apaçık görünen kriz şimdi Covid19’dan kapanan işletmelerin kriziymiş gibi gösteriliyor, gösterilecek. Ama kapanan işletmeler, işsiz kalan milyonlarca işçi Akp19’un çalan çırpan, zengini zenginleştiren, fakiri fakirleştiren ekonomi stratejilerinin sonucudur.

4. Ekonomik Kriz: Yasaklar en çok genç işçilerin çalıştığı sektörleri etkileyecektir. Genç demek dinamizm demektir, eylem demektir. Akp19 gençler tarafından sorunun nedeni olarak görülmek istemez. İstemediği için de krizin nedenini Covid19 gibi göstererek gençlerin dikkatini dağıtmaya çalışır.

5. Sektörel Kriz: Covid19 salgını süresince bazı sektörlerde aşırı yükseliş yaşanırken bazı sektörlerde aşırı düşüş yaşandı. Kurye ve kargo şirketleri, marketçilik vb. patlama yaşarken kahvehaneler, kafeler, restoranlar, sinemalar, tiyatrolar düşüş yaşadı. Birçok iflas gerçekleşti. Bu sektörlerdeki işçilerin işsiz kalması, diğer sektörlerdeki işçileri de etkiledi. Dışarıda işsizliğin artışı, patronlar için daha ucuz emek demektir. İçeride ise işçinin, işsiz kalma korkusuyla sömürüye susması ile sonuçlanmaktadır.

6. Ayrımcılık Krizi: Ekonomik bir ayrımın belirginleştiği 19-65 yaş yasağında, ekonomik artısı olmayan bireylerin yaşamlarının yasaklarla kısıtlanması Covid19 salgınında iktidarın önemli bir önlemi gibi gösterildi. Aslında iktidar için ekonomik gereksizlikleri belirgin olan bu bireylerin eve kapatılıp kapatılmaması sadece şovdu. Bu kesimlerin tüm gün evin dışında olan işçi yakınlarının Covid19’u eve taşıma olasılığıyla karşı karşıya kalmaları, yasağın mantıksal açıdan anlamsızlığını gösterdi. Bu yasak bireylerde kaygının, korkunun artması ve kapalı kalma psikolojisiyle depresyona dönüşmüştü.

7. Örgütlenme Krizi: İktidar Covid19 yasaklarıyla kendisi için bir başka krizi de engellemek istiyor. Toplumun birebir ilişkilerinde gerekli olacak fiziki mesafeyi ısrarlıca “sosyal mesafe” olarak tanımlaması, sosyalleşme mekanlarının büyük baskılarla yıpratılması ve şimdi tekrar kapatılması yaşanan krizin konuşulmasını engellemeye yöneliktir. Mahalle arası kahvehaneler, kafeler, lokaller, kültür merkezleri kapatılarak bireylerin iletişiminin engellenmesi istenmektedir. Alışveriş merkezleri açık, sosyalleşme merkezleri kapalı; atölyeler fabrikalar açık, o fabrikalarda çalışan işçilerin katılacağı etkinlik merkezleri kapalı. Bu yasaklarla krizi konuşmamızı engelleyen iktidar belki yakında “Covid19 salgını konuşmayla yayılıyor!” diyerek konuşmayı da yasaklamak isteyecektir.

8. Örgütlenme Krizi: Akp19’un yayıldığı yerler kapanamaz. Covid19 yayılsın ya da yayılmasın iktidar kendi etkinliklerini, mitinglerini sürdürür. Ekmek, çay izdihamları düzenleyebilir. Şova dönüşen açılışlara binler hala otobüslerle taşınabilir.

9. Medya Krizi: Medya sektöründe diziler, filmler, yarışmalar yüzlerce kamera önü, kamera arkası set işçisiyle sürüyor. Medya, pozisyonu itibariyle durdurulamaz ve durmuyor. Çünkü medya iktidarın olmazsa olmaz gücüdür.

10. Medya Krizi: Salgının bilgisi bilinçli olarak çarpıtılıyor. Salgınla alakalı bilgiler hem çarpıtılıyor hem de gerekli ve gereksiz bilgiler aynı anda yayınlanarak anlaşılması engelleniyor. İktidar kendi kontrolü dışında toplumun bilgilendirilmesini de tacizlerle, tehditlerle baskılamak istiyor. Tabipler Birliği üzerindeki baskı bunun bir göstergesidir.

11. Bilgi Krizi: Bilgiyi kontrol eden toplumu ve bireyi kontrol eder. Bu bakışla kurulmuştur eğitim sistemi. Yani her eğitim sistemi bir başka kontrol gücüdür. Şimdi Covid19 salgını süresince ulaşılamayan uzaktan eğitim başlığında toplumun bilgiyle olan önemli bir bağı kopartılmıştır. Bahane yine Covid19’dur. Zenginin özel derslerle sürdürdüğü eğitimi fakirin “eğitimsizliğiyle” sürmektedir. Çocuğunun eğitimini sağlayamayan anne babalar geleceksizleştiğini düşündüğü çocukların buhranını yaşarken çocuklar da geleceksizliğin tedirginliğini yaşamaktadır.

12. Sağlık Krizi: Salgınla karşı karşıya kalan hastaların teşhisten tedaviye kadar yaşadıkları bir zulümdür. Burada yine zengin-fakir ayrımı nettir. Özel hastanelerin seviyesine asla ulaşamayan devlet hastaneleri aşırı doluluk yaşanmasına rağmen dolu değilmiş gibi gösterilmektedir. Covid19 virüsünün bulaşıp bulaşmaması, pozitif ya da negatif olmak… Kim evde, kim hastanede yatabilir? 14 günlük süre gerçek midir? Hava ile bulaşır mı? Su ile mi bulaşır? Bu karmaşayı çözemeyen toplum, sağlık hakkının ve hizmetinin şartlarını konuşamaz bir kafa karışıklığındadır. Doktoru hastane acillerinde zar zor görürken medyanın tüm kanallarında uzaktan tedavi yapılmaktadır.

13. Sağlık Krizi: Akp19 tarafından bir sektöre dönüştürülen sağlık sistemi içerisinde dolaylı değil direk köleye dönüşmüş temizlikçisinden hemşiresine, doktoruna tüm sağlık işçilerinin psikolojileri alt üst olmuştur. Ara ara küfür edilen kahramanlar çelişkisini yaşayan ve her gün Akp19’un “yakınımdır” baskısını, Covid19’un bulaşma baskısıyla beraber yaşamaktadırlar.

14. Sonlanma Krizi: Akp19’un sonlanma krizidir. Akp19, yaklaşık 19 sene olacak iktidarı süresince Covid19’dan daha bulaşıcı olmuştur ve hastalığı hafif geçmez, ağır geçen vakalarla dolu öldürücü bir virüstür. Gencin, halkların, işçinin, kadının, lgbti’nin, ağacın, derenin, toprağın, adaletin ve özgürlüğün düşmanıdır. Covid19’un tedavisi için ilaçlar, aşılar aranmaktadır. Biliyoruz ki bu salgın ilk değildir. Bizler binlerce yıldır yüzlerce salgının atlatıldığını biliyoruz. Covid19 da atlatılacaktır. Ve bizler biliyoruz ki adaletin ve özgürlüğün karşısındaki iktidar salgını Covid19’dan daha tehlikeli olsa da her iktidar salgını isyanlarla, devrimlerle yıkılacaktır. Yeni bir dünyayı yaratmak için her virüs aşılanacak, her iktidar yıkılacaktır.

Devrimci Anarşist Faaliyet


Prohibitions: Not Covid19 but Akp19

 

“The Power, Conceals the Crisis with the Pandemic Prohibitions.”

The Power announced open-ended and incomprehensible prohibitions under the name of Covid19 measures. The Power, which applied the ostensible measures during the pandemic, did not implement realistic measures. It applied the measures by separating the lives of the poor and rich. This segregation was not only economic, but also turned into a social segregation by favoring it’s own cultural segments. This is evident in the latest pandemic prohibitions announced by the president. While workers are working in workshops, factories and constructions, bosses maintain their isolation. While coffeehouses and cafes are closing, shopping malls remain open, and the religious services continue their operation. These clearly show us this segregation. These restrictions have nothing to do with Covid19. Prohibitions are a product of the effort to control the society that is faced with the crisis and to hide the crisis by making it incomprehensible and imperceptible.

14 Points of Akp19 Crisis:

1. Crisis at Foreign Policy: Akp19 increases tensions with its aggressive war strategy outside, in order to protect its power. It does not hold his desired position by attacking every “neighbor” around it in foreign relations from Libya to Cyprus, from Iraq to Syria. It cannot avoid being the little brother who is scolded and beaten by it’s brothers USA and Russia. The aggressive war strategy that ended in a fiasco continues with a loss of charisma.

2. Crisis at Internal Affairs: The government, which reduces its existence to a matter of survival for the existence of the state, tries to delay a possible early election. While attacking the internal relations of the opposition, it is clearly concerned about the disintegration of its internal relations. It is afraid of the MHP’s ability to let it down. It knows that the unavoidable rise of the dollar and euro will result in the resignations of ministers one by one. Unable to find new excuses, he tries to create new repressions fields by opening the closed politic juridical files. Now, with the excuse of Covid19, It is after a social pressure. It attacks the counterculture on the streets with its guard and police.

3. Economic Crisis: Problems in the economy such as the devaluation of the TL, loan increasing, increasing of the unemployment and inflation got deep with Covid19. While the Minister of Economy said “I don’t look at the dollar”, “We can reduce the foreign currency if we want, we don’t want it” The crisis, which seemed obvious with the resignation of that minister, is now portrayed as a crisis of businesses closing in Covid19. But shut down businesses, millions of unemployed workers are the result of Akp19’s economic strategies that steal, enrich the rich and make the poor more poor.

4. Economic Crisis: The prohibitions will mostly affect the sectors in which young workers work. Young means dynamism, it means action. Akp19 does not want to be seen as the cause of the problem by young people. Because of that, it tries to distract young people by showing the cause of the crisis as the Covid19.

5. Sectoral Crisis: During the Covid19 pandemic, there was an excessive increment in some sectors, while there was an extreme decrement in some sectors. While courier and cargo companies, grocery etc. have booming, tea houses, cafes, restaurants, cinemas and theaters had decreased. Many bankruptcies have taken place. The unemployment of workers in these sectors has also affected workers in other sectors. Increasing outside unemployment means cheaper labor for bosses. Inside, it results in the worker silence because of exploitation and fear of being unemployed.

6. Segregation Crisis: Economic separation became evident with the prohibition of the age of 19-65, the restriction of the lives of individuals without economic surplus was shown as an important measure of the government in the Covid19 pandemic. In fact, it was just a show whether these individuals, who had obvious economic burden for the government, were locked at home. The fact that workers relatives were faced with the possibility of carrying Covid19 by who were outside the house all day showed that the restriction was logically meaningless. This forbidden individuals falling into depression with the increase of anxiety, fear and the psychology of confinement.

7. Organisation Crisis: The Power wants to prevent another crisis with Covid19 prohibitions. Defining the physical distance that will be necessary in the one-to-one relationships of the society as “social distance”, is intended to prevent the talk of the crisis experienced by the wearing of the socialization spaces with great pressure and the finally closure. It is requested to prevent communication of individuals by closing the coffee houses, cafes, locals and cultural centers in the neighborhood. Shopping centers are open, socialization centers are closed; workshops, factories are open, activity centers for the workers of those factories are closed. The Power, which prevents us from talking about the crisis with these prohibitions, maybe soon “Covid19 pandemic spreads with speech!” Probably it will also want to prohibit speaking.

8. Organisation Crisis: Places where Akp19 spreads cannot be closed. Whether Covid19 spreads or not, the government continues its activities and rallies. It can arrange bread or tea stampede. Thousands can still be transported by buses to the openings turned into shows.

9. Media Crisis: TV series, movies and competitions in the media sector continue with hundreds of workers in front of the camera and behind the camera. The media cannot and does not stop due to its position. Because the media is the indispensable power of the government.

10. Media Crisis: The knowledge of the pandemic is deliberately distorted. Information about the pandemic is both distorted and the necessary and unnecessary information is published at the same time, preventing the understanding of the people. The Power also wants to suppress the information of the society beyond its control with harassment and threats. The pressure on the Medical Association is an indication of this.

11. Information Crisis: Who controls knowledge controls the the society and the individual too. The education system was established with this perspective. In other words, every education system is another control power. Now, an important link of the society with information has been broken in the title of distance education, which was not accessible during the Covid19 pandemic. The excuse is again Covid19. The education of the rich with private lessons continues with the “lack of education” of the poor. While parents who cannot provide their child’s education are experiencing the depression of the children who think they are becoming futile, children also experience the anxiety of futility of future.

12. Health Crisis: It is a persecution experienced by patients facing a pandemic, from diagnosis to treatment. Here again, the rich-poor distinction is clear. State hospitals that never reach the level of private hospitals are shown as not full despite the excessive occupancy. Whether the Covid19 virus is transmitted or not, to be positive or negative… Who can stay at home and in the hospital? Is the 14-day period real? Is it transmitted by air? Is it transmitted by water? Unable to solve this confusion, the society is in a confusion that cannot talk about the conditions of right to health and service. While the doctor barely sees the hospital emergency, all channels of the media are treated remotely.

13. Health Crisis: Within the health system transformed into a sector by Akp19, the psychology of all health workers from cleaners to nurses and doctors has turned upside down. The heroes, who are cursed from time to time, are experiencing the contradiction and every day they live with the “I am near” pressure of Akp19 together with the contagion pressure of Covid19.

14.Termination Crisis: It is the termination crisis of Akp19. Akp19 has been more contagious than Covid19 during its rule, which will be about 19 years, and its disease is not mild, it is a deadly virus filled with severe cases. It is the enemy of the young, the peoples, the worker, the woman, the LGBTI, the tree, the stream, the land, justice and freedom. Drugs and vaccines are sought for the treatment of Covid19. We know that this pandemic is not the first. We know that hundreds of pandemics have been overcome for thousands of years. Covid19 will also be circumvented. And we know that even though the pandemic of Power against justice and freedom is more dangerous than Covid19, every Power pandemic will be destroyed by riots and revolutions. Every virus will be inoculated, every Power will be destroyed to create a new world.

Revolutionary Anarchist Action

]]>
Kaybettikçe, Korktukça Saldırıyorlar https://anarsistfaaliyet.org/bildiriler/kaybettikce-korktukca-saldiriyorlar/ Fri, 25 Sep 2020 12:08:13 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8769

Son zamanlarda olduğu gibi güne yine devletin baskı araçlarının başında gelen gözaltı haberleriyle başladık. Henüz gözaltı haberleri yeni gelmeye başlamışken iktidarın güdümündeki medyaya servis edilen haberlere göre Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi 82 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarılmıştı. Gözaltı bahanesi ise bu sefer Kobanê Direnişi oldu.

Devlet, 2014 yılında IŞİD’in Kobanê’ye saldırması üzerine başlayan eylemleri bahane ederek daha önce gözaltına aldığı, hatta tutukladığı isimleri gözaltına almaktan, en temel hukuk kurallarını ihlal etmekten çekinmiyor. Çekinmiyor çünkü iktidarını kaybetmekten korkuyor.

7 Haziran 2015’te HDP önceki yılların aksine parti olarak girdiği seçimde barajı geçince AKP tek başına hükümet kuramamış ve savaş çıkarmaktan çekinmeyerek yüzlerce insanı gözaltına almaya başlamıştı. MHP ile fiilen kurulan iktidar ortaklığı sonucunda milliyetçi politikalarını daha da arttıran AKP, o tarihten bu yana HDP’nin yüzlerce üyesini gözaltına alarak, yerel seçimde kazandığı belediyelere kayyumlar atayarak partiyi hareket edemez hale getirme amacında. Ama bu onlara yetmiyor. Son yıllarda ekonominin iyiden iyiye çöküşe geçmesiyle birlikte, toplumda buna karşı oluşan tepkinin önüne geçmek ve iktidarın kaybedilmemesi uğruna yaşadığımız topraklarda var olan düşmanlık arttırılıyor. Özellikle HDP üzerinden kurulan düşmanlık politikalarıyla sadece devletin değil sokaktaki faşistin de Kürtlere saldırılarının arttığına şahit oluyoruz. HDP’ye yönelik gerçekleştirilen son gözaltılar da iktidarın bu politikasının bir parçası.

Ancak şunu vurgulamak gerekir ki daha önce gözaltına aldıklarınız hatta tutukladıklarınız, özgürlüklerine kavuşunca nasıl mücadeleye devam ettiyse bundan sonra da mücadeleye devam edecek. Devlet baskı politikalarına devam edip yargıyı bir sopa olarak kullanarak onlarcasını, yüzlercesini gözaltına alsa hatta tutuklasa da karşısında her zaman kendisine karşı mücadele edenleri bulacak. Baskılar, gözaltılar ve tutuklamalar devrimcileri yıldıramayacak.

 

Devrimci Anarşist Faaliyet

]]>
Devrimci Anarşist Faaliyet ve Anarşist Politik Örgütlenme’den Doğu Akdeniz’deki Gerilimlere Karşı Ortak Bildiri https://anarsistfaaliyet.org/bildiriler/devrimci-anarsist-faaliyet-ve-anarsist-politik-orgutlenmeden-dogu-akdenizdeki-gerilimlere-karsi-ortak-bildiri/ Tue, 08 Sep 2020 07:05:59 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8738

Yunanistan ve Türkiye’de, Savaşlara ve Devletler Arası Çekişmeye Karşı Sınıf Dayanışması ve Uluslararası Dayanışma Halkların Gücüdür!

Ekonomik ve politik iktidarlar her yeri, canlı-cansız tüm varlıkları, bütün toplulukları kontrol etmeyi ve sömürmeyi amaçlayan savaşlarla, askeri operasyonlarla, rejimleri devirip yenilerini dayatma yoluyla kapitalizmin çeperindeki halklara karşı küresel çapta eşi görülmemiş bir saldırı içerisindeler. Milyonlarca insanı yoksulluğa, yoksullaşmaya, hastalıklara ve yerinden edilmeye mahkum eden bu süreç; zenginliğin küresel ekonomik seçkinlerin ellerinde birikmesinin ve dünyadaki jeopolitik güç dengesinin devletler arası rekabet bağlamında küresel, bölgesel ve yerel güçler arasında yeniden dağıtılmasının ön koşuludur.

Son süreçte, Yunanistan-Türkiye arasındaki devletler arası rekabet ve savaş hazırlıklarında bu bağlamda ivmelenen bir artış var. Hedefleri, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’deki enerji varlıklarının işletilmesi ve enerji ticareti yollarının kontrolü için Münhasır Ekonomik Bölge’nin kurulması.

Gerçekte olan şey ise Yunanistanlı ve Türkiyeli patronların büyük çok uluslu maden şirketlerinin çıkarlarına hizmet eden, daha geniş kesimin kontrolünü ve sömürüsünü bölüşmek için var olan, zaman içinde farklı ivmelenme seviyelerinde süregelen çatışmanın tehlikeli bir şekilde yeniden doğmasıdır. ABD, Fransa ve NATO gibi küresel kapitalist güçlerin Güney Doğu Akdeniz’in jeopolitik açıdan son derece stratejik bölgesinde daha geniş askeri güç bulundurma çabası aracılığıyla bu çatışmada görünür olmalarının nedeni aslında bu durumda ve küresel enerji piyasalarında şimdikinden de kârlı bir güç dengesi elde etmektir.

Yunanistan için, Ege Denizi’ndeki savaş kaynaklarının geliştirilmesi yoluyla bu çekişmeye aktif katılım, AB ve NATO’ya olan bağlılığının ve daha geniş bir bölgede onlar adına polislik yapacağının yeniden teyit edilmesidir. Mısır, Kıbrıs ve İsrail ile siyasi, askeri ve enerji düzeyindeki işbirliği de bu yöndedir.

Türkiye için, Rojava’ya yönelik askeri işgal ve kontrol politikalarından Türkiye ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti anlaşmasının yerine getirilmesine ve Akdeniz’deki savaş filosunun konuşlanmasına varıncaya kadar daha geniş bölgedeki çekişmelere açık katılım göstermesi, küresel kapitalist devletler arasındaki çekişmelerde güçlü bir bölgesel oyuncu olma yönündeki genel stratejisine hizmet bağlamında büyük önem taşıyan taktik hamlelerdir.

Her iki devletin Doğu Akdeniz’deki çekişmeyi yükseltmesi, çekiştikleri bir başka konu olan Kıbrıs’ı da etkileyebilme ihtimali yaratıyor. F-16’lar ve muhrip gemileri Kıbrıs çevresinde dolaşıyor ve bu çekişmeler Kıbrıs’taki halkların, devletlerin yarattığı saldırganlığa maruz kalması anlamına geliyor.

Hem Yunanistan hem de Türkiye, artan rekabet bağlamında milliyetçiliği, hoşgörüsüzlüğü ve nefret söylemini yükseltiyor. Amaçları topluma korku salmak, devlet ve patronlar tarafından yağmalanan ve acımasızca sömürülen toplumun geniş kısmının, kendilerini yöneten siyasi ve ekonomik seçkinlerle ortak çıkarlarının olduğuna ikna edilmesidir.

Ege denizinin iki yakasındaki anarşistler olarak biz savaş toplumlarının, yoksulluğun ve yoksullaştırmaların, milliyetçiliğin yükselişinin ve toplumun faşistleşmesinin insanlık için yıkıcı olacağının farkındayız. Halklar arasındaki sınıfsal ve uluslararası dayanışmanın, sömürülen sınıfların örgütlü mücadelesinin, devletlerin ve kapitalizmin dünyasının alaşağı edilmesinin; sömürü, savaşlar ve yozlaştırıcı rekabet olmaksızın özgürlük, eşitlik, barış ve adalet toplumunun yaratılması için gerekli olan koşulları yaratacağına inancımız tam.

Toplumsal Devrim, Anarşizm ve Özgürlükçü Komünizm mücadelesini yeniden canlandıralım!

Devrimci Anarşist Faaliyet
Επαναστατική Αναρχική Δράση (DAF) / Τουρκία

https://anarsistfaaliyet.org/

Anarşist Politik Örgütlenme/ Yunanistan
Αναρχική Πολιτική Οργάνωση – Ομοσπονδία Συλλογικοτήτων (ΑΠΟ) / Ελλάδα

http://apo.squathost.com/

 

]]>
COMMON STATEMENT OF APO and DAF AGAINST INTERSTATE COMPETATIONS IN EAST MEDITERRANEAN https://anarsistfaaliyet.org/bildiriler/common-statement-of-apo-and-daf-against-interstate-competations-in-east-mediterranean/ Tue, 08 Sep 2020 07:00:14 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8736

In Greece and Turkey, Against Wars and Interstate Competitions, Internationalist and Class Solidarity is the Peoples Strength!

The economic and political powers are in an unprecedented global attack against the peoples on the periphery of capitalism through wars, military operations, overthrowing regimes and imposing new ones, aiming to control and exploit all living and non-living beings, all communities. This process, which condemns millions of people to poverty, impoverishment, disease and displacement; it is the precondition for the accumulation of wealth in the hands of the global economic elite and the redistribution of the geopolitical balance of power in the world between global, regional and local powers in the context of inter-state competition.

Within this final process, the competition between states, between Greece and Turkey is escalating and the preparations for war are accelerated. Their goal is to establish the Exclusive Economic Zone for the operation of energy assets and control of energy trading routes in the Aegean Sea and the Eastern Mediterranean.

In reality, this is a dangerous resurgence of a long standing confrontation, presenting different levels of escalation over time, that exists to serve the interests of the bosses from Greek and Turkish, of the big multinational mining corporations and to split the control and exploitation of the wider region between the interstate mechanisms that systematically unfold their competitions in it. The reason why global capitalist powers, such as the US, France, and interstate military mechanisms, as NATO, are visible in this conflict through their effort to contain wider military power in the geopolitically highly strategic region of the South East Mediterranean is for more profitable balance of power in global energy markets than it is now.

For Greece, its active participation in this conflict through the development of war resources in the Aegean Sea is a reaffirmation of its commitment to the EU and NATO and to police on their behalf in the wider region. Political, military and energy cooperation with Egypt, Cyprus and Israel is in this direction.

For Turkey, the open involvement of the competitions in the wider region – from the military invasion and control of Rojava to the fulfillment of the Turkey-Libya National Reconciliation Government Agreement and the exodus of its war fleet in the Mediterranean- are tactical moves of great importance in the context of serving its general strategic direction of becoming a powerful regional player in the intra-global capitalist competitions.

The escalation of the conflict in the Eastern Mediterranean by both States creates the possibility of affecting Cyprus, which is another issue they contend with. F-16s and destroyer ships are traveling around Cyprus, and these conflicts mean that the peoples of Cyprus are exposed to the aggression created by the states.

Both the Greek and the Turkish states are promoting nationalism, intolerance and the rhetoric of hatred within the context of their increasing competition. Their goal is to impose fear within society, to convince the great social majority, which is looted and viciously exploited by the state and the bosses, that it has common interests with the political and economic elites that rule them.

From our side, as anarchists from both sides of the Aegean Sea, we are aware that the prospect of war societies, of poverty and impoverishment, of the rise of nationalism and social fascistization will be devastating to humanity. We are convinced that class and internationalist solidarity between the peoples, the organized counter-attack of the exploited classes and the overturn of the world of state and capitalism at a global level can form the necessary conditions for the creation of a society of liberty, equality, peace and justice, without exploitation, wars and disorienting competitions.

Let us revitalize the struggle for Social Revolution, for Anarchism and Libertarian Communism!

Devrimci Anarşist Faaliyet [Revolutionary Anarchist Action/Turkey]

https://anarsistfaaliyet.org/

Αναρχική Πολιτική Οργάνωση – Ομοσπονδία Συλλογικοτήτων [Anarchist Political Organization – Federation of Collectives/Greece]

http://apo.squathost.com/

]]>
Korona Krizi’ne Dair https://anarsistfaaliyet.org/sokak/korona-krizine-dair/ Sat, 02 May 2020 10:06:16 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8414 Dünya aralık ayından beridir Covid-19 virüsünün yarattığı hastalığın biyolojik, ekonomik, ekolojik, sosyal, sağlıksal ve teknolojik etkilerini yaşıyor. Hastalığın salgına, salgının krize dönüşümünü yaşadık, yaşıyoruz. Ülkeler arası farklılıklar olsa da devletlerin politikaları birbirlerine benzer politikalar. Yasaklamalarla, denetim ve kontrol sistemleriyle otoritesini sürdürmek ister. Salgının, sağlıksal etkilerini değil sosyolojik etkilerini önemser. Kapitalizm her zaman krizlerden faydalanma ilkesini işletir. Bazı sektörlerinde düşüş olsa da bazı sektörleri yükselir. Ancak kaybettikleri kazandıklarıyla kapanmaz. Genel çöküş, korona krizinin sebep olacağı çöküşle daha da hızlanacaktır. 2500 senelik salgın deneyimi, bizlere iktidarların salgınların başlangıç süreçlerinde zayıfladığı gerçeğini gösterir. Bu zayıflama, salgının şoku ve şiddeti ile alakalı olarak kaçınılmazdır. Hiçbir salgında sürecin olağan seyri değiştirilemiyor ve salgınlar kendi kendine seyrelerek sonlanıyor. Bu size iddialı bir söylem gibi gelebilir ama hiçbir veba salgını izolasyon ve sterilizasyonla sonlanmamıştır. Yani doktorların ya da eczacıların vebayı sonlandırdığını söyleyemeyiz. Söyleyemeyeceğimiz bir başka şey ise geçmişteki ve günümüzdeki salgınların sadece ekolojik etkileşimlerle alakalı olduğudur. Günümüzde hem bu salgını hem de benzer salgınları ısrarla sanayi sistemi ve ekolojik tahribatlarla ilişkilendirme çabası vardır. Bu çaba zaman zaman kendini bir saplantı gibi “Bu iklim değişikliklerinin sonucu, Oh!” diyerek gösterir. Oysaki salgınlar tarihi, belirttiğimiz gibi 2500 seneliktir. Kendi kendine başlayan ve kendi kendine biten bir salgının başlangıç sürecinde zayıflayan iktidar, tedaviye değil kontrole yoğunlaşarak zayıflayan iktidarını güçlendirmek ister. Yaşadığımız coğrafyada hükümetin politikaları, daha çok korona krizini kotaramayan kurumların kontrolünü artırarak kendini kurtarmak olmuştur. Yanlış uygulamalarla salgının yayılması hızlandırılmıştır. Genel seçimleri kazanan hükümet, ülkenin büyük şehirlerinin çoğunu yerel seçimlerde muhalefete kaptırdığı için korona krizinde uyguladığı saçma sapan uygulamalarla belediyelerin krize karşı kampanyalar yapmasını engellemiştir. Özellikle maske dağıtımlarını belediyelerin yapmasını engelleyen hükümet, bu engellemeyi başka alanlarda da sürdürmüştür. Belediyeler “her şeye rağmen dayanışma içindeyiz ey halkımız” tavrında olsalar da hükümetin bu uygulamasını fırsat bilerek dayanışmaları azalttılar. Hükümetin en belirgin politik fiyaskosu ise İçişleri Bakanlığı’nın saat 22.00’de duyurduğu sokağa çıkma yasağı sebebiyle, binlerce kişinin fırınlara, marketlere sıkışmasıdır. Böylece bulaşmadıklarına da bulaşan Covid-19 virüsü, daha fazla yayılmıştır. Bu fiyasko sonrasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, göstermelik olarak istifa etmiş ve Başkan Tayyip Erdoğan istifayı kabul etmemiştir. Sonuçta değişen hiçbir şey olmamıştır. Hafta içi kalkan sokağa çıkma yasağı, hafta sonu ve bazı günlerde de uygulanmaya başlanmıştır. Muhalefet, korona krizine yoğunlaşmaz ve kendi kesiminde bir paylaşma dayanışma kültürü örgütlemezken; hükümeti ekonomik ve sağlıksal açılardan eleştirmekle yetiniyor. Bu süreçte bile, korona krizi dışında konuları gündeme getirerek sevimsizliğini sürdürüyor. Devrimci sendikaların dışında kalan sendikalar da muhalefetin paralelinde bir politika izliyorlar. Gündelik yaşamlarımızı korona krizi kaplıyor. Kendi isteğimizle sürdürdüğümüz olağanüstü hal bizi kapatıyor. Kapandıkça oluşan olumsuz etkileşimler bireysel davranışlarımızı farklılaştırıyor. Farklılık tüm ilişkilerimizde yavaş yavaş hissediliyor. Konuşmalarda kabalaşma, çevre çeperimizdekilere tahammülsüzlük, başkalarına karşı düşmanlaşmalar oluşuyor. Öteki daha ötekiye, yabancı daha yabancıya dönüşüyor. Bahçe, park ve sahillerin kapalı olması, fiziki mesafe olarak tanımlanması gereken mesafenin sosyal mesafe olarak tanımlanması sebebiyle sosyalleşeceğimiz yakınlarımızdan ve arkadaşlık komşuluk ilişkilerinden uzaklaşıyoruz; bu da psikolojimizi bozuyor. Kapatılmanın üzerine, yarını için yaşayan bizlerin yarınını bilemiyor olması ekleniyor. Bu durum kaygı ve korkuyu arttırarak psikolojik bozulmayı pekiştiriyor. Gündelik yaşamın bozulmasının ilk kurbanı kaçınılmaz olarak kadın oluyor. Olağanda baskı altında olan kadının maruz kaldığı baskı, olağanüstünde de artıyor. Sosyal sıkışmışlık, korona krizinde erkekle daha çok karşı karşıya kalan kadın için kabusa dönüşüyor. 20 yaş altı ve 65 yaş üstü ise adeta lanetlenmişçesine bir muamele ile karşı karşıya kaldılar. Çocuklar için uzaktan eğitimle başlayan teknolojik farklılaşma, toplumun tamamında gözlemlenmekte. Gençler için de yaşlılar için de sosyalleşme sanallaştı. Yüz yüze iletişimler grup görüşmelerine dönüşürken, sanal seminerler de gençler için alternatif etkinlikler oluyor. Yaşlıların teknoloji ile tanışıklıkları arttı. Sosyal medyada hem yeni açılan hesaplarda hem de kullanılmayan hesapların kullanılmaya başlanmasında artış var. 5 inçten 50 inçe sıkışan yaşamlarımız da böylece daha fazla sıkıştı. Toplumsal yaşamımız, bu bozulmalardan ve toplumsal farklılaşmalardan etkileniyor. Salgının devlet tarafından duyurulduğu günden bugüne, toplumsal statülerde belirginleşen mesleklerin dikkat çekici olanları doktorluk, hemşirelik, hastane işçiliği, polislik, zabıtalık, belediye işçiliği, market işçiliği, kargo işçiliği, kurye işçiliği, inşaat işçiliği, sanayi işçiliği ve tersane işçiliğidir. Toplumun belirli bir kesiminin ihtiyaçları kargolar tarafından karşılanmaya başlanmıştır. Kargo ve kurye işçilerinin yaptıkları iş on kat artmıştır. Alışveriş depolarında çalışan depo işçileri de aynı yoğunluğu yaşamaktadırlar. Marketlerde kuyruklar oluşmasına rağmen işçi sayısı artmazken özel güvenlik sayısının artması dikkat çekicidir. Bir başka dikkat çekici şey ise sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde işçilerin kapsam dışı tutulması yani özel izinli olmalarıdır. Genel bir sokağa çıkma yasağının uygulanmamasının, hükümetin özgürlükçülüğünden kaynaklanmadığı ortadadır. Böylesi bir yasağın uygulanmamasının sebebi; fabrikaların, inşaatların ve tersanelerin işleyişlerini sürdürüyor olmalarıdır. Toplumun, kendi koydukları yasakların işyerlerinde uygulamamasını umursamayan hükümet, fiziksel mesafeye uymayanlara ve maskesi olmayanlara çeşitli para cezaları kesiyor. Bu para cezalarının kesilmesi, kolluk kuvvetlerinin keyfiyetinde olduğu için halkla polis arasında birçok olay yaşanıyor. Devrimci muhalefet, korona krizini tüm gerçekçiliğiyle kavramıştır. Ancak konumundan kaynaklı zayıf bir etkisi var. Malum yeni olmasa da bir olağanüstü halden çıkılmış ve hükümetin baskıları altında kalınmıştır. TC’nin Rojava politikaları paralelinde birçok örgütlenme baskılanmıştır. Ve örgütlü halk da aynı baskılanmayı yaşamıştır. Korona krizinde bile TC’nin Rojava politikaları değişmemiştir. TC içerde ve dışarda operasyonlarını sürdürmektedir. Devrimci muhalefet büyük şehirlerde çalışmalarını öyle ya da böyle sürdürmektedir. Örgütlerin ve mahallelilerin katıldığı İlçe-Mahalle Dayanışma Ağları kurulmuştur. Bu dayanışma ağlarında gıda, hukuk ve sağlık konularında dayanışmalar gösterilmektedir. Devrimci muhalefet işçilerin riske rağmen işlerinin sürdürülmesine ve işyerindeki kötü koşullara karşı sokakta da örgütlenme çalışmalarını sürdürmektedir. Devrimci muhalefet içindeki dayanışma ağlarının bir parçası olan biz Devrimci Anarşistler, ağlardan ayrı olarak da kendi paylaşma dayanışma çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Çalışmalarımızı, Ankara’da Karala örgütlenmesine katılarak sürdürüyoruz. İstanbul’un birçok ilçesinde ve mahallesinde ilişkili olduğumuz evlerle iletişimler kuruldu. Bununla yetinmeyip ekonomik olarak homojen olmayan, heterojen olan mahalle yapılarında ihtiyacı olanlara ulaşabilme düşüncesiyle telefon numaralarının ve çağrımızın olduğu altı bin afişi yaklaşık kırk mahallenin duvarlarına yaptık. Bu afişlemelerle -ihtiyacı olanın alacağı ihtiyaç karşılamak isteyenin vereceği- bir sistem kurarak, köprü bir yaklaşımla dayanışmayı büyütmeyi de amaçladık. Kendi ekonomik, hukuksal, sosyal, sağlıksal imkanlarımızın azlığını böylece çoğalttık. Afişlemelerden şimdilik istediğimiz dönüşü alamasak da yaklaşık yüze yakın evle dayanışma içindeyiz. İşçilerle hukuksal dayanışmalarımız sürüyor ve birçok ulaşım sorununda çözümün bir parçası olduk. Devrimci Anarşistler olarak yaşadığımız coğrafyada korona krizinin etkilerini paylaşma ve dayanışmayla karşılamaya çalışıyoruz. Yerel çalışmalarımızı sorumlulukla sürdürmekteyiz. Küresel etkileşimi de kurabilmek için diğer örgütlenmelerle iletişimimizi kuvvetlendirdik. Sürekli değişen durumların bilgisini güncellemekteyiz. Devletin medyasından bilgi edinmektense iletişimimizi kuvvetlendirerek kendi bilgimizi ediniyoruz. Deneyim aktarımları, sorunların çözümündeki düşünce çeşitliliğini artırdı. Korona krizini bizden önce yaşayanlar, süreçlerinin bilgisini bizlerle paylaşarak yapabileceklerimizi güçlendirdi. Bu aktarımları ikili bir ilişkiden çıkarmak için iletişim videoları sosyal medyadan yayınlandı. Böylelikle Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Amerika’ya bu videolar aracılığıyla aktarımlar genelleştirildi. Örgütlülük gücümüzdür. Dayanışma gücümüzdür. Paylaşma gücümüzdür. Sözlerimizin gerçekliğini sağladıkları için tüm yoldaşları ve korona krizine karşı koyabilmek için örgütlediğimiz paylaşma dayanışma kampanyamızın bir parçası olan herkesi şimdiden selamlarız. Yaşasın Anarşizm Devrimci Anarşist Faaliyet ]]> 1 Mayıs İçin Kavgaya Kalkışanlarız, İktidarınızı İstemiyoruz! https://anarsistfaaliyet.org/sokak/1-mayis-icin-kavgaya-kalkisanlariz-iktidarinizi-istemiyoruz/ Tue, 28 Apr 2020 09:16:42 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8375

Bizler patronların emeğini sömürdüğü işçileriz. Emek nedir ki? Bir işi yapmak için o işe ayrılan mekânda ve o işe ayrılan zamanda o iş için kullanılan enerji mi? Emekçi olmak da bu emeğin ücretlendirilmesi karşılığında emeğini kiralamak ya da satmaktır. Ama bu alışveriş hiç de adil değildir. Bu emek bizimse emeğimizi ücretlendiren, ücretin ne kadar olup olmayacağını kararlaştıran kim? Toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için yani tüketimi için, üretimin gerçekleşmesi gerekir. Ve üretim için de emek gerekmektedir. Toplumun ihtiyaçlarını belirleyen ve belirlenen bu ihtiyaçların karşılanmasını kararlaştıran kim? Emeğimiz her şeyi yaratıyorsa emeğin kullanılmasında bir şeyin ihtiyaç olup olmadığına, emeğin nasıl ücretlendirileceğinin kararlaştırılmasında biz emekçiler neden yokuz? Koşullarımıza, saatlerimize, yorulup yorulmadığımıza neden biz karar vermiyoruz?

Sorular, sorular ve bu soruların cevaplarını aramak; işte Büyük Bir Mayıs Kalkışması da bundandır. Bundan yüz yıl evvel 1886’da Haymarket’te anarşist yoldaşlarımızın milyonlarca işçiyi örgütledikleri “günde sekiz saat” şiarıyla başlayan Büyük Bir Mayıs Kalkışması.

Biz emeği için kavgaya kalkışanlarız. Üreten bizsek yöneten istemeyebiliriz. Bu bizim hakkımız. Ve patron ya da politikacıların bizi, emeğimizi yönetmesini istemiyoruz. Toplumsal işleyişte neye ihtiyacımız olup olmadığını kendimiz konuşarak, tartışarak kararlaştırabiliriz. İşte istediğimiz özgürlük bu.

1886’dan 2020’ye birçok kriz yaratmıştır kapitalizm. Bazı krizler kapitalizmin kendi krizleridir. Bizler bunlara sadece maruz kalırız. Bazı krizleri de bizler yaratırız. Örgütleniriz, haklarımızı isteriz, haklarımız için kavgaya kalkışırız. Zaman zaman dizini kırsak da kapitalizmin sonunu henüz getiremedik. Ama umutsuzluk yok, çünkü yakındır sonu kapitalizmin. Bazen de şimdi olduğu gibi krizler, her şeyin dışında gelişir. Korona krizi böyle bir krizdir. Kendi kendine var olan ve kendi kendine yok olacak bir kriz. Tabi ki korona krizi süresince her şeyi ranta çeviren kapitalizm, bu krizlerden de karlı çıkma isteğinde olacaktır. Bazı sektörleri kaybederken bazı sektörleri kazanacaktır.

Şimdi yine bir yönetim sorunuyla karşı karşıyayız. Sürecin nasıl ilerleyip ilerlemeyeceğini ya da dayanışmanın nasıl örgütleneceğini kararlaştıranlar bizler değiliz. Korona krizinde dikkatli ama paylaşma dayanışmayla birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirmeliyiz. Ve kuvvetlendiriyoruz. Ama nedir birlik ve beraberlik, paylaşma ve dayanışma? Anarşizmin olmazsa olmaz bu kavramları, örgütlülüğün kavramlarıdır. Toplum örgütlüdür, toplumdaki her birey de örgütlüdür. İhtiyaçların karşılanması, örgütlüyken mümkündür. Herkes verebildiği kadar verirken ihtiyacı kadarını alabilmelidir. Beraberce dedik, bunu demek çok önemlidir. Bu, özgür bir toplumun özgür bireylerini anlatır. Adeta özgürlüğün teminatıdır. Cinslerin ayrışmaması ve erkeğin kadına, yaşlının gence, çalışanın çalışmayana tahakkümünün olmamasıdır. Irkçılığın, türcülüğün olmayacağının teminatıdır. Tüm farklılıklara rağmen beraber yaşayabilmektir.

Yoldaşlarımız sorular sordular ve bu soruları cevapladılar. Bunları birbirlerine anlattılar. Ne emeği kutsayıp emeğin iktidarını savundular ne de başka bir şeyin iktidarını. Çünkü biliyorlardı, iktidar varsa adalet ve özgürlük yoktur. Birimiz bile özgür değilsek hepimizin tutsaklaşacağını.

İktidar, Korona Krizi bahanesiyle bizleri birer birer kapatılmaya alıştırıyor. Salgının yayılmaması için sokağa çıkma yasağı uygularken biz işçileri sokaklara, sokaklardan da atölyelere, fabrikalara, şantiyelere kapatıyor. Salgın yayılıyor, hep hastalanan ve hastalanıp yaşamlarını yitiren bizler oluyoruz. Şimdi yoldaşlarımızın 1886’dan beridir adalet ve özgürlük için başlattıkları kavganın gününü yine korana krizi bahanesiyle yasaklıyorlar.

Yasaklarınız durduramaz bizleri, biz milyonlarız. Milyonlarca emekçiyiz, ezileniz. Bu çalan çırpan, katleden yönetimleriniz bitecek ve biz yönetimsiz bir dünya yaratacağız. Adiliz ve özgür, ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz çünkü tüketeceğimizi üreteceğiz ve yönetiminizi istemiyoruz.

Yaşasın beraberliğimiz, örgütlülüğümüz!

Devrimci Anarşist Faaliyet

]]>
Kapitalist Salgına Karşı, Halklar Arası Dayanışma https://anarsistfaaliyet.org/bildiriler/kapitalist-salgina-karsi-halklar-arasinda-dayanisma/ Fri, 10 Apr 2020 18:27:54 +0000 http://anarsistfaaliyet.org/?p=8309

Tüm dünyada etkili olan ve yaşamı sekteye uğratan Koronavirüs salgını, devletlerin ve kapitalizmin yani tümünde sistemin yanlış politikaları sonucunda giderek bir sistem krizi haline gelmekte. İşçilerin, işsizlerin, tümünde ezilenlerin görmezden gelindikleri için çok daha büyük oranlarda etkilendiği, daha da yoksullaştığı ve yaşamını yitirdiği bu kriz döneminde devletlerin panik politikalarına karşı halkların özörgütlülüğüyle yükselttiği dayanışma pratikleri krizden kurtuluşun yolunu gösteriyor.

Krizin dünyanın farklı coğrafyalarındaki yansımasını, etkilerini ortaya koymak ve krizin kurtuluşunun anahtarı olan dayanışmanın uluslararası çapta etkili olmasını sağlamak için dünyanın farklı coğrafyalarından anarşist örgütlenmelerin hazırladığı, Devrimci Anarşist Faaliyet olarak bizim de imzacısı olduğumuz krize karşı ortak bildiriyi özet halinde sizlerle paylaşıyoruz.

 

KAPİTALİST SALGINA KARŞI, HALKLAR ARASINDA DAYANIŞMA

Bildiri Şili’deki durumun analizinin yapıldığı başlangıç kısmı ile şöyle başlıyor: “2020 yılı bölgesel bazda bazı değişikliklerle başladı, özellikle Şili halkının muazzam ve inanılmaz eylemlikleri devam etti. 100 günden fazla süren bu halk isyanı, coğrafyadaki sosyal ve politik durumu değiştirdiği gibi bütün bir bölge üzerinde de ciddi etkiler bıraktı. Önceki analizlerimizde söylediğimiz gibi halk eylemlilikleri Latin Amerika topluluklarına yayıldı (Haiti, Ekvador ve yoğunluğu az olan diğer ülkeler). Gördüğümüz gibi, zaman sokaktaki halkların zamanıdır; kavga zamanıdır.”

Salgına küresel anlamda yeni kontrol yöntemleri ve artan baskıcı uygulamalar ile karşılık verildiğini; bu uygulamaların ve etkilerin hakkında tartışmanın henüz zor ve erken olduğundan da bahsediliyor. Ardından içinde bulunduğumuz zamanın aynı zamanda; neoliberalizmin 30 yıllık tahribatının, halk sağlığı ve sosyal güvenlik önlemlerinin şimdiki hali ile ayyuka çıktığı söyleniyor. Koronavirüs sebebiyle uluslararası piyasaları daha da derinden etkileyen yeni bir ekonomik krizin başlangıcından söz ediliyor ve bu durumun Latin Amerika’da yaşam maliyetlerini etkiyebileceği anlatılıyor.

ŞİLİ: Halk Devrimi Yeni Bir Dönemin Başlangıcı Anlamına Gelir

“..Kurucu meclis; diktatörlüğün mümkün olmadığı durumlarda, toplumsal devrimi önlemek ya da toplumsal devrim halihazırda patlak verdiğinde onun ilerleyişini yasallaştırmak bahanesiyle durdurmak ve halkın isyan sürecindeki olası kazanımlarından kaçınmak için ayrıcalıklı sınıflar tarafından kullanılan başlıca araçtır.”(E.Malatesta,1930)

Malatesta’nın yukarıdaki sözleriyle başlayan kısımda Şili halklarının 18 Ekim tarihinde başlayan 6 aylık toplumsal devrim ve sokakların işgali sürecinin tarihsel gelişimi anlatılıyor. Metro biletlerine yapılan zammın nasıl patlama noktası haline geldiği, toplumsallaştığı, Devletin tepkisinin ve baskı politikasının neler olduğu ve isyanın bunun karşısında nasıl bütün bir coğrafyaya yayıldığından bahsediliyor.

Milyonlarca insanın sokakları geri kazandığı ve bu sırada binlerce barikatın, halk meclislerinin, toplumsal hareketlerin, işçi mücadelesinin de sokaklara dahil olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Şili halkı, diktatörlüğün mirası olan  otuz yıllık neoliberalizme, ‘yeter artık’ demişti. Bu şekilde korku kırıldı… artık daha önceki yıllarda gördüğümüz gibi tek tek talepler için değil, bütüncül olarak geri kazanım için toplumsal olarak sokaklara inildi.”

Artan borç yükü, toplumsal haklarının yitimi, sömürü, emeğin “esnekleştirilmesi”, toprak ve su gibi doğal varlıkların çalınması ve kadın cinayetlerinin korkutucu şekilde artmasının on yıllardır içinde bulundukları durumun patlama noktasının göstergesi olduğu belirtiliyor. Devlet terörünün rakamlara yansımış haliyse şöyle yazılmış : “.. Şubat ayına kadar, 3765 yaralı, 10365 gözaltı, 2500 siyasi tutsak, 411 göz sakatlığı, 34 görme kaybı veya göz çıkması vakası, 1541 insan hakları ihlali, 192 cinsel-politik şiddet ve 40’a yakın yaşamını yitiren var. Ek olarak, Mart ayının son iki haftası, işkencelere, hapse ve sakatlamalara devam eden devlet tarafından katledilmiş 3 insan var.”

Sonrasında Şili burjuvazisinin Anayasa’nın belli bir kısmını “feda” etmeye hazır olduklarından bahsediyor. Bunu tam da Malatesta alıntısında olduğu gibi bir kurucu meclis fikri için yaptıklarından söz ediliyor. Eylemliliklerin devam edeceği ve bunun bütün fırsatçılara rağmen süreceği şöyle dile getiriliyor: “Burjuvazinin hayatlarımız üzerinde anlaşmalar yaptığı tanınmış oportünistlere rağmen, toplumsal eylemliliklerin bugüne kadar devam ettiği gerçeği, bu isyanın önemli bir özelliğini vurguluyor …” Bu gerçeğin temelinde isyanı devam ettiren şeyin, suyun yağmalanması ve ekosistemin yok edilmesine ek olarak toplumsal hakların yağmalanması yatıyor.

Eylemlilik süreçlerinin güçlü topluluklar kurularak devam ettirilmesi gerektiği söyleniyor ve ekleniyor: “…ezilenlerin büyük bir çoğunluğu yaşamlarının geri alınması için temel gerekliliğin eylemlilikler ve örgütlenme olduğunu öğrendi, zaman başat halk gücüne ulaşmak için organik alternatifleri Şili Devleti’nin tahakkümüne nefes aldıracak anayasal kısayollarla değil tam tersine örgütlenme ve doğrudan eylemle yaratmanın zamanıdır.”

“Sormamız gereken soru şudur: yukarıdan gelen bir kurumsal süreci mi güçlendirmeliyiz yoksa bütün gücümüzü alttan gelen halk gücünün inşasına mı harcamalıyız? Biz her zaman mantığa dayanarak ikinci seçeneği seçiyoruz”

Şili’deki sürecin anlatıldığı kısım isyan ve eylemliliklerin kısa sürede devam edeceği öngörüsü ile şu şekilde sonlandırılıyor: “Halkı ve onun örgütlenmelerini güçlendiren tek yol şudur; bu adeletsiz sistemin sonunun geldiğini kabul eden ve bunu ifade eden Ezilen Sınıf Cephesi kurmak ve halk hareketleri için yeni yollar oluşturmaktır”.

Kapitalist Salgın Karşısında, Alttan Gelen Karşılıklı Yardımlaşma ve Destek

Metnin bu kısmında ise virüsün yayılmasının kapitalizmin yol açtığı ve bu sorunların göz önüne serilmesi gerektiği anlatılıyor: “…sağlık alanındaki teknolojik ilerlemelerin bu fenomeni önleyememesi ya da durduramaması bize gösteriyor ki, ilaç ve sağlık şirketlerinin elindeki milyarlık kaynaklar insanların hayat kalitesini yükseltmek ya da hastalıkları önlemek amaçlı değil kârlarını maksimize etmek amaçlı kullanılıyor..”

Ardından durumun bazı kesimlerin iddia ettiği gibi “ilahi bir ceza” ya da “insanlık için bir sınav” olmadığı aksine dünyamızı etkileyen ekolojik krizin toplumsallaşmasının bir ifadesi olduğu anlatılıyor.

Sonrasındaysa virüsün yaşlıları etkilemesi ve bunun sistemle olan ilişkisi ise şöyle ifade ediliyor: “Görünüşe göre yaşlılarımız çökmekte olan bir sosyal sistemin “fazlalık” nüfusu. Burada ortaya çıkan şey ise şudur; yaşam ve sağlık bir haktan çok bir iş/ekonomi alanıdır.”

Latin Amerika bölgesindeki işçi sınıfının, gerekli hijyen şartlarını sağlayabilecek kanalizasyon, içme suyu gibi kaynaklara erişiminin sıkıntılı olması sebebiyle bu salgından en fazla etkilenme ihtimali olan grup olduğu vurgusu yapılıyor.

Sonrasındaysa tarih sahnesinde, sistemin kapitalist amaçlarla bu gibi hastalıkları bir silah olarak kullandığı ve virüsün kaynağıyla ilgili ortaya atılan teorilerin sistemin ve onun küresel kapitalist politikalarının gerçek yüzünü gösterdiği ifade ediliyor.

Yukarıdan Gelen Cevap: OHAL

Bu kısımda ise virüsle ilgili devletlerin bugüne kadar işlettikleri mekanizmaların neler olduğunun üzerinde durulması gerektiği vurgulanıyor. Örgütlü anarşizm için kısa ve uzun zamanlı siyasi tahlillerimizin ana kaynağının bu olduğu söyleniyor ve devletlerin yöntemleri şöyle anlatılıyor: “Panik, korku ve kafa karışıklığı sağlık krizi üzerine yapılan totaliter konuşmaları daha da pekiştirdi. Bu anlamda, virüs insanların gündelik yaşamlarına her gün daha da nüfuz ettikçe daha baskıcı ve kısıtlayıcı önlemler devlet seviyesinde gitgide alışılır hale geldi ve toplumsal sınıfları inkar eden vatanseverlik ve savaş söylemleri yaygınlaştı.”.

Yazının bu kısmı çok önemli şu tespiti de içeriyor: Çin gibi ekonomiyi merkezileştirme gücü olan devletler insanların özgürlüğünü gitgide kısıtlıyor ve neoliberalizmin düşüşe geçtiği Avrupa, Birleşmiş Devletler ve Latin Amerika’da neoliberal ve merkeziyetçi devlet anlayışının ölümüne bir düelloya girdiğini görülüyor. Bu düellonun amacı kapitalist sistemin yeni aşamasını kimin kontrol edeceğiyle ilgili.

Ezilen sınıflar ise kalıcı OHAL uygulamalarına karşı uyarılıyor, çünkü bu durum dünyanın her yerindeki devletlere askerleri sokağa indirme ve onlarla beraber plan yapıp uygulama gücü veriyor. Şili örneği veriliyor “…18 Ekim’den beri devlet ilk kez halk hareketini bastırmak ve sokakları kontrol etmek için böylesi bir güce kavuştu. Sokağa çıkma yasağı bunun en belirgin örneği. Bugüne kadar işçi mahalleri ve halk hareketinin yoğun olduğu mahalleler başta olmak üzere 300’den fazla insan sokağa çıkma yasağı sebebiyle gözaltına alındı” Ve bu kısım belki de hepimiz için uyarı niteliğinde olacak şu sözlerle bitiyor: “Sokaktaki askerler virüs kontrolüne dair hiçbir şeye yaramıyor; onlar sadece hükümetten ve onun soykırım politikasından bıkmış ezilen sınıfları kontrol altına alınmasının garantisidir.”

Toplumsal Sonuçlar ve Daha Fazla Baskı

Bu bölümde ise virüsün yayılmasının ve dünya ekonomisinin durma noktasına gelmesinin bedelini yine ezilenlerin ödeyeceği/ödediği vurgusu yapılıyor.

“Halihazırda virüsün yaygın olduğu ülkelerde işten çıkarmalar ve maaşlarda düşüşler var, işsizlerin ve sömürülen iş alanlarında çalışan insanların üzerindeki yıkıcı etkilerinden bahsetmiyoruz bile. Uruguay’da ilk günlerden itibaren 21.000’den fazla işsizlik sigortası iptal edildi, %15’e denk gelen 3500 insan kovuldu. Bu metin kaleme alındığı zamanda iptal edilen işsizlik sigortası 60.000’i aştı. Arjantin’de, kamu borcundan kaynaklanan kırılganlık ve hükümetin özel sektörün borçlarını ödeme amacı salgının yaratacağı zarara eklemlenecek, toplumun %50’sinin yoksulluğa mahkum edildiği bir ortamda artan güvencesiz çalışma koşullarında çalışan işçiler izolasyon sebebiyle hayatta kalma kaynakları sınırlandığı için oldukça kötü etkilenecekler. Benzer bir şekilde, Arjantin’deki çokuluslu Techint’in yönetim krizinden tasarruf etmek için 1500 işçisinin işten çıkarılması özel işgücü sektörünün krizin getireceği işten çıkarma politikasını kanıtlıyor”

Sonrasında ise zenginlerin yüksek maliyetli en iyi teknolojiyle donatılmış özel kliniklere gittiğini öte yandan ezilen sınıfların ise eksik ve yetersiz imkan ve personele sahip devlet hastanelerini kullanmak zorunda olduğu dile getiriliyor: “Sınıfımız insanlarla dolu toplu taşıma sisteminin korkusu ile yaşarken, zengin insanlar en özel plajlardaki yazlık evlerinde karantinaya devam edecekler.” Hatta suya ulaşmak bile bir sorun haline gelmiş durumda: “Şili’de bile tüm topluluklar Petorca’da olduğu gibi hijyen koşulları için su bulamazken, aynı bölgedeki toprak sahipleri ve ulusötesi şirketler avokado üretimi ve ticarileştirme projeleri için su biriktiriyorlar.” Testlere ulaşmanın 30 Dolar olduğu Şili, testlerin paralı olduğu tek Latin Amerika ülkesi. Sadece zenginler teste ulaşabiliyor.

Sonrasında ise toplumsal hakların kısıtlanmasının virüsten korunmanın tek yolu olduğu fikrinin genişlediği anlatılıyor ve örneklerle genişletiliyor:

“Arjantin’i örnek olarak alalım: Alberto Fernandez’in 19 Mart’ta onayladığı karantina ve zorunlu izolasyon kararnamesi ile pandemi için sınırlama stratejisinin baskıcı karakteri ortaya çıkıyor. Ulusal ordu dahil tüm baskı güçlerinin sokakları işgal edeceği açıklandı. Sanal bir kuşatma devleri yaratılıyor, halkı devletin virüsü durdurma bahanesiyle kullandığı baskı araçlarının gündelik şiddetine mahkum ediyor. Bu toplum kontrol araçlarının deneyim ve kaynak kazandığının farkındayız, salgın bittiği zaman bu yöntemlerin devre dışı bırakılıp bırakılmadığını göreceğiz. Virüsün yayılmasını durdurmak için alttan dayanışma eylemleri başlatılmadıkça, kontrol ve baskının bu kriz etkilerinin üreteceği ve sona erdiğinde devam edeceği olası hoşnutsuzluğu “durdurma” mekanizması olarak hizmet edeceğini tahmin ediyoruz. Bu arada, baskıcı güçlerin ülke çapında konuşlandırılması, halk hareketi örgütlenmelerinin çoğunu çaresiz bırakmaya başladı.”

Sonrasında ise Brezilya örneği ve tekrardan Arjantin’deki durumun ayrıntıları verilerek metnin bu kısmı sonlanıyor:

“Rodríguez Larreta’nın zanaatkârlara karşı uyguladığı baskı genişledi, bu da Beatriz Mechato adlı bir sokak satıcısının ölümü ve Juan Grabois’in ve CTEP’ten diğer 12 eylemcinin tutuklanmasına yol açtı. Bu şekilde, Alberto Fernandez genel karantina kararını sadece Rodriguez Larreta ile birlikte değil, aynı zamanda Milagro Sala’nın hapsinden sorumlu vali Gerardo Morales ile birlikte açıklamaya karar verdi…”

Ön Saflarda Kadın İşçiler

Metnin bu parçasında kadınların hem ev içi emek hem de salgına karşı yürütülen mücadelede ön safta olmaları konu alınıyor: “Kriz, bazı faaliyet sektörlerinin temel rolünün altını çizmektedir (sağlık, eğitim, okul öncesi bakım ve eğitim, bakım, gıda endüstrisi ve dağıtımı, temizlik, sosyal hizmet, nakliye ve teslimat…) Bu sektörlerde çalışanlar, çoğunlukla düşük ücretli ve güvencesiz durumda olan kadınlardır.”

Krizle birlikte toplumun, bu alanların temel ihtiyaçlarımızı karşıladığını tekrar keşfettiğinden bahsediliyor. Bu alanlarda çalışan kadınların iki kat daha fazla zorluk içinde olduğundan bahsediliyor. Hem evde hem de işte enfekte olma ve ailelerini enfekte etme ihtimali ile çalışıyorlar. Ev içi emeğin bölüşümü probleminin karantinayla çözülemeyeceğinden bahsediliyor. Yaygınlaşmış karantinanın şiddete maruz kalan kadınlar için riski daha da arttırdığı vurgusu yapılıyor: “Kurtulma anları olarak düşünülebilecek kurbanların ve/veya saldırganların dışarıdaki çalışma saatlerinin eksikliği ve sürekli birlikte yaşama, psikolojik, fiziksel veya cinsel şiddet eylemlerinin sayısını rakamsal olarak artıracaktır.”

Sonrasında ise salgınla karşı karşıya kalmanın tek çaresi izolasyon ise bunun kadınlara karşı bir koruma sağlanmadan yürütülemeyeceği söyleniyor. “Salgının yayılmasını yavaşlatmak için sınırlama gerekliyse, ataerkil şiddet mağduru kadınlara yönelik özel önlemler alınmadan uygulanamaz.”

Brezilya: Salgının Ortasında Patlamak Üzere Olan Siyasi Kriz

Bu bölüm ise Brezilya’daki siyasi kriz ve salgının üst üste gelmesi ve bunun etkileri üzerine bir bölüm.

“Brezilya’da Bolsonaro’nun hükümeti, koronavirüs pandemisinin ortasında ultra liberal, burjuva, irrasyonel ve anti-bilimsel konuşmalarına devam ediyor. Giderek yalnızlaşmış olan Bolsonaro, sosyal karantinaya karşı çıkıyor ve kendi hükümeti içinde direnişle karşı karşıya. Kriz başladığında Bolsonaro’nun hükümeti, aşırı liberal politikalarını korumak için yozlaşmış Brezilya kongresine karşı otoriter uygulamalarını savunma amaçlı askeri unsurları harekete geçirerek darbe tehdidine başladı.”

Sonrasında ise ekonomi ve pandemi arasındaki ilişkiden dem vuruluyor. Hükümetin karantinaya karşı çıkışlarının arkadasındaki ekonomik arka plan anlatılıyor:

“Pandemi öncesi Brezilya ekonomisi halihazırda düşük bir büyüme ve giderek artan bir yaşam maliyeti sorunu yaşıyordu…Neoliberal çözümün eskimesiyle benzer bir şekilde Bolsonaro’nun hükümeti de ekonomik ajandasından bir çözüm öneremedi ve hala işçi sınıfının pandeminin zararlarını ödemesini istiyor. En kötüsü, Bolsonaro ve fanatik destekçileri, burjuvazi sektörleriyle birlikte, işleri ve ekonomiyi savunmak için demagojik bir konuşma ile sosyal izolasyona karşı bir kampanya başlattılar…Medyada iktidarı görevden alma fikri dolaşıma sokulmaya başlandı, yönetici sınıf ve burjuvazi gizli gizli bu seçeneği tahakküm sistemini güncellemek için konuşmaya başladı. Bu durumda işçi sınıfı ise her zamanki gibi yine kaybeden.”

Ama bütün bunlara rağmen alttan gelen bir muhalefetin de olduğu vurgusu yapılıyor:

“Koronavirüs’ün durumu, Marielle’nin anısına (ve adalet arayışı için)  gerçekleşen protestoları ve neoliberal uyum ve acımasız bütçe kesintilerine karşı toplumsal protesto dalgasını güçlendirebilecek bilgiye erişim ve öğrenim mücadelesini de güçsüzleştirdi. Bolsonaro tarafından daha da kaynağı kesilen ve şu anda acil sağlık durumundan dolayı bütçe ve kaynak almak zorunda olan halk sağlığı sisteminin savunmasında halk baskısı artıyor.”

Brezilya’daki işsizlik dalgasında işsizlerin yarısından çoğunu oluşturan kadınlar elbette çok daha fazla etkileniyorlar diye devam eden bu kısım belki de çözüm olarak önerilebilecek şu sözlerle bitiyor: “Favelalar/gecekondu mahalleleri ve işçilerin sağlığı için meslek riskleri daha büyüktür. Halk düşmanı bir hükümete karşı halkçı bir alternatif olarak, alttaki insanlar arasında karşılıklı destek eylemleri ve dayanışma büyümektedir. Süpermarketleri kamulaştırma gibi halkçı doğrudan eylemlere yönelik önlemler de alınmaya başladı ve Bolsonaro’nun hükümeti kriz ve pandemi ilerlemesinde kaderiyle yüzleşiyor.”

Avrupa: Pandeminin Asıl Merkezi

Bu kısımda ise genel olarak Avrupa kıtasının mevcut koranavirüs durumuna gösterdiği “yetersiz” tepki anlatılıyor:

“Sağlık sistemlerine neoliberal tedbirlerle saldırıldığı ve Covid-19 gelmeden önce gerekli önlemlerin alınmadığı Avrupa’da görebildiğimiz gibi, pandemi hasara yol açıyor. İtalya’da 10 binden, İspanya’da 5700’den fazla yaşamını yitiren insan bulunuyor. Nüfus kontrol sistemlerini daha büyük ölçekte uyguladılar: İtalya’nın kuzeyinde gözaltına alınan 15 milyon kişi var. Fransa da benzer bir durumda ve orada da sınırlı sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Tüm bunlar devletlerin salgını kriz yönetim mekanizmasını (sosyal yaşamı militarize etmek, aşırı baskı, vb.) uygulamak için kullandığını gösteriyor.”

Bu korunma yöntemlerinin askeri operasyonlar için bir engel teşkil edip etmediği sorusu ise metinde şu şekilde soruluyor: “Bu esnada Avrupa, 20.000 Amerikan askerinin ve NATO’nun geri kalan devletlerinden toplam 10.000 askerin bulunduğu en büyük birlik harekatını, Rusya sınırındaki askeri eğitimini sorun olmadan gerçekleştiriyor. Hiçbir virüs riski görünmüyor. Bu, militerleşmenin herhangi bir protesto ve toplumsal isyanı kontrol altına alma “mekanizmalarının” işlerliğini kanıtlayan hiper kontrollü bir dünya tasarımıdır.”

Aynı zamanda bu siyasi politikaların toplumsal inşasının da devrede olduğu söyleniyor ve bu karakteristik aşağıdaki gibi anlatılıyor:

“ …kültürel düzeyde bireyciliği pekiştirme amacı, “öteki” tehlikesi ve “her insan kendisi için” kültürü ile kendini gösteriyor ve ayrıca her “vatandaşı” uyanık yapmak için uğraşıyorlar. Bu noktada, nüfusun ekonomik kapasiteye sahip tarafının gıda ve malzeme stoklama eğilimi ise sürpriz değildir.”

Önceki bölüm gibi metnin bu kısmı da çözüm önerisi sayılabilecek bir gözlemle bitiyor: “Toplumsal yapıların, ekonominin kamulaştırılması bariz bir gerekliliktir; sınıfın(işçilerin) ve insanlığın sorumluluğudur.”

Orta Doğu’da OHAL’ler

Koranavirüs sürecinde Ortadoğu devletlerinin genel durumu alttaki cümlelerle ifade ediliyor:

“‘Olağanüstü Hal’ yıllardır savaşın açık coğrafyası haline gelen Ortadoğu’daki ilk yöntemdir. Halkın ihtiyaçları yerine devletlerin ve kapitalistlerin ihtiyaçlarına göre şekillenen politikalar Covid-19 sürecinde de devam ediyor.”

Kapitalist sınıf ve devletlerin isyanları ve halk hareketlerini önlemek için başvurduğu otoriterleşme eğilimi ise kısa bir şekilde şöyle özetleniyor: “Salgında ölenlerin devletler için önemi yoktur. İşten çıkarılan nüfusun geleceği için önlem almak devletler için zaman ve para kaybıdır. Bugün devletlerin ve şirketlerin temel sorunu, salgının ekonomik etkilerinin ne olacağı ve toplumsal bir isyanın nasıl önleneceği. Alınan önlemler ve uygulamalar tamamen bunun içindir; seyahat yasakları, her türlü faaliyet ve organizasyon yasakları, sokağa çıkma yasağı, denetim sıkılaştırması vb.. “

Bu kısım şöyle bitiriliyor: “Ortadoğu’da farklı coğrafyalarda yaşayan insanlar, devletlerin daha militarize ve daha otoriter hale geldiği bir sürece tanıklık ediyorlar.”

30 Yıllık Neoliberalizmden Sonra Sağlık Sistemleri

Çeşitli coğrafyaların koronavirüs süreci tek tek anlatıldıktan sonra artık genel gözlemler sıralanmaya başlanıyor. İlk gözlem ise neoliberalizm ve özelleştirme politikalarının sağlık sistemi üzerindeki etkileri. Bu etkiler anlatılırken kullanılan ilk örnek ise neoliberalizmin laboratuvarı Şili oluyor:

“Şili’yi neoliberalizm laboratuvarı olarak ele alalım. Halk sağlığı, Pinochet’nin diktatörlüğü sırasında yok edildi ve uluslararası anlaşmalar sırasında pazarlanabilirliğini güçlendirdi. Kliniklerden belediyelere geçiş, hastanelerin özelleştirilmesi, kaynakların özel kliniklere aktarılması (yağmalanması), bütçe kesintileri, toplum sağlığının ortadan kaldırılması, mahalleler ve sağlık tesisleri arasındaki bağlantının kopması bildiğimiz gerçek sağlık krizini yarattı, bu sebeple bu krizle yüzleşmek için ne koşullar ne de araçlar mevcut değil.”

Sonrasında ise daha yakın tarihte özelleştirme ve neoliberalizmden etkilen Avrupa örneğiyle devam ediyor:

“Avrupa’nın son 10 yılının önemli bir bölümünde, ironik bir şekilde başka bir krizin meyvesi olan 2008 krizi sağlık alanında zararlı bir tablo bıraktı. Kapalı alanları olan çok sayıda hastane, başlangıçta personel eksikliği ve kötü çalışma koşulları gerçek özelleştirme modelinin sadece bir hata ve bir sahtekarlık olmadığını kanıtladı ve ayrıca bize gösteriyor ki özelleştirmeler bizi toplum olarak daha da savunmasız hale getiriyor.”

Son olarak bu durumun rastgele olmadığı aksine tahakküm sisteminin bir parçası olduğu vurgulanıyor:

“…toplumsal hakların ticari olarak sömürülmesi sistematiği ve bir hastalık tedavisi konusunda bile önemsenmememiz baskın sınıfın planlarının bir parçasıdır, üstelik enfekte olup olmadığımızı bilmek her birimizin satın alma gücüne bağlıdır. Yoksul insanların kitlesel olarak katledildiği bu ölüm politikaları, tahakküm sisteminin gerçek yüzüdür.”

Ekolojik Tahribat ve Soykırım Sisteminin Etkileri

 Bu kısımda ise kapitalizmin soykırımcı ve yaşam katili yönüne vurgu yapılıyor.

“Kapitalizm, insan hayatını hor gören bir toplumsal sistemdir ve bu günlerde bunu yaşıyoruz. Tarih boyunca süren savaşlar, soykırım, baskıcı politikalar ve açlık, sistemin kurumlarıyla yürüttüğü  “kirli iş”ten sorumlu olan özel politikalarından sadece birkaçı”

Devamında sömürgecilik faaliyetleri ve kapitalizm arasındaki ilişkiye kısaca yer veriliyor:

“Daha önce bahsedilen doğal varlıkları yağmalama ve gezegenleri yıkma politikalarına ek olarak, Amerika’nın Avrupa’dan fethinden bu yana gelişen kolonyal politika ve daha sonra Avrupa ağırlıklı olarak Afrika ile ve Asya’nın paramparça edilmesi, küresel kapitalizmi ve onun garantör devletlerini geliştirmek için kaynaklar biriktirdi.”

Bu kısmın son paragrafında ise şu an içinde yaşadığımız durum detaylı şekilde anlatılıyor:

“Bugün gittikçe sermayenin daha fazla merkezileştiği ve yağma konusunda daha teknolojik ve uzmanlaşmış araçlara sahip olduğu bir aşamayı yaşıyoruz. Bugün 2153 milyarder 4600 milyon insandan daha zengin, yani insanlığın % 60’ından. Sahile ulaşmaya çalışırken en acımasız tacizlere uğrayan ve ardından Akdeniz’i geçmeye çalışırken daha da fazla zulüm gören milyonlarca insan Avrupa’ya sürekli göç ediyor ya da Türkiye’de gerçek toplama kamplarında –mülteci kamplarından dönüştürülmüş- yaşıyorlar. Aynı zamanda diktatörleşmiş devlet, göçmenleri Avrupa’ya karşı kendilerine milyonlarca avro vermesi amacıyla baskı silahı olarak kullanıyor. Bu yöntemle Erdoğan Türkiyesi Kürtlerle savaşmak, kendi nüfusunu sürekli kuşatma halinde tutmak, Suriye’yi ve şimdi de Libya’yı yerle bir etmek için taze kaynak buluyor. Çok uluslu kapitalizm gerek savaşlarla, gerek işgallerle ya da sadece yatırımlarla gezegeni paramparça ediyor. Onlar var oldukları sürece ekosisteme saygı göstermeyecekler. Bunu kanıtlamak için Amazon’daki yangın sezonunu Bolsonaro ve bölgedeki diğer ülkeler tarafından desteklenen Brezilya kırsal burjuvazisinin başlattığı gerçeği yeterlidir. Kapitalizm sadece insanları öldürmüyor, doğayı da öldürüyor bu sebeple de insan yaşamı gitgide daha da zorlaştırılıyor. Kapitalizm sadece ölüm ve panik ekmeyi biliyor. O yaşamın tam anlamıyla zıttıdır”

Küresel Ölçekte Yaşanan Yeni Aşamanın İlk Taslağı

Metnin bu kısmında ise yaşanan bütün sivil hayatın askerileşmesi, tahakküm sisteminin kendini netleştirmesi gibi olumsuzluklara rağmen hâlâ değişim için bir şans olduğu vurgusu yapılıyor:

“Bu salgın, bütün dünyadaki egemen sınıflar için, dünyanın farklı yerlerinde yaşanan toplumsal protestoları engellemek amacıyla “gerekli” olarak adlandırılan önlemleri almak için mükemmel bir zemin oluşturuyor. Salgın bahanesiyle ordu ve polis baskı mekanizması olarak kullanılıyor, aslında gerçekten ihtiyacımız olan halk sağlığı önlemleri ve kaynakları iken bu kaynaklar üzerinde baskı yaratılıyor.”

Ama aynı zamanda halk hareketlerinin daha fazla önem kazanacağı yeni bir aşamanın kapılarını da aralıyor: “Şili, Fransa, Kolombiya veya farklı yerlerdeki eylemlilikleri durduramayacaklar. Salgın sürecinin sonunda insanların “normal” olarak işlerine döndüğü bir ortam olmayacak, halklar sokakları ve alanları tekrar fethedecek.”

Direniş

Yazının bu kısmında ise şimdiden direnişin ayak seslerinin duyulduğu söyleniyor. Çeşitli coğrafyalardaki iş bırakma eylemleri, grevler, insanların kendi sağlıklarını korumak için verdikleri mücadelelerden bahsediliyor.

“Avrupa’da, karantina sürecinde yukarıdan dayatılan işin sürekliliğinin işçi sınıfının sağlığından daha önde tutulması politikası büyük fabrikalardaki işçiler ve güçlü sendikaların dahil olduğu protestolar ve grevlerle karşılaştı. Arjantin’de ise hizmet sektöründe çalışanlar AVM’lerin de diğer sektörler gibi sağlık önlemleri kapsamında kapanması isteklerini dile getiriyorlar. Uruguay’da inşaat sendikaları,  başta Ekonomi Bakanlığı tarafından sabote edilmeye çalışılan özel bir lisans anlaşmasını kazandılar…”

Sonrasında ise içinden geçtiğimiz sürece karşı nasıl bir tutum sergilememiz gerektiği ve bu kritik süreçte nasıl ilerlememiz gerektiği konusundaki öngörüler paylaşılıyor: “… hayalini korduğumuz dünya için, toplumla beraber bugünün kavgasında devrimci bir perspektifle direnmek bir aciliyettir.”

Son kısımda ise bu sürecin kapitalizm eleştirisi ve devrimci, özgürlükçü toplum tahayyülünün güçlü bir şekilde altının çizilmesinin öneminden bahsediliyor:

 “Bu salgın ve etkileri insanlık için önemli bir ihtimali gözler önüne seriyor: 70’lerden beri uygulanan neoliberalizm ve onun uygulamalarına karşı eleştirilerimize, güçlendirilmiş bir halk sağlığı ve toplumsal güvence sistemi için plan yapmamıza, özelleştirme ve güvencesizleştirmeye karşı mücadeleyi güçlendirmeye aynı şekilde iş, yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik mücadeleleri yükseltmeye imkan sağlıyor. Kapitalist sisteme karşı güçlü bir eleştiri getirmemize imkan sağlıyor: özel mülkiyet eleştirisi, devlet eleştirisi, güvenlik politikaları eleştirisi, kar odaklılık eleştirisi vb… Bu yolla da düşlediğimiz ve istediğimiz yeni yaşamın toplumsal ilişki kurma biçimlerini yükseltmemize ve neredeyse anahatlarını belirlememize imkan sağlıyor. Yerel veya küresel ölçekte, anarşist ve özgürlükçü toplum tahayyülümüzün güçlü bir şekilde altının çizilmesine de imkan sağlıyor.”

Sosyal Yıkıma Limit Koymak

Bu kısım ise koranavirüs süreci ve getireceği sorunların olası toplumsal yıkımları ve bu yıkımları durdurmak için yapılması gerekenler hakkında genel bir açıklamada bulunuyor ve yapılması gerekenler sıralanıyor:

“Bu salgın uzun zamandır bütün ciddi ekonomistler tarafından dile getirilen finansal krizin tetikleyicisi olabilir. 2008 krizinden sonra devletler kamu kaynaklarının büyük bir çoğunluğunu işletmecileri ve özel bankaları kurtarmak için kullandı. Bu da aslında sistemin onların pratiklerini değiştirmemelerine yol açtı. Yani bir kez daha, kumarhane ekonomisi yıkıma uğrayacak ve bu sefer 2008’ten daha kötü bir duruma gelecek. Kriz, işten çıkarmalar ve işsizlikle en başta alttaki sınıfları vuracaklar çünkü onlar işsizlikle, yarı zamanlı işlerle, güvencesiz işlerle ve daha düşük maaşlarla karşı karşıya kalacaklar.

Yıkımın etkilerini kısıtlamak için toplumsal korumayı güçlendirmek gerekirken yıkımın şokunu atlatmak için ise zararı sermayeye ödetmek gerekli. Bu da şu şekilde gerçekleşebilir:

-İş sigortası reformu iptal edilmelidir, askıya almak yetmez.

-Emeklilik maaşlarının kesilmesi iptal edilmelidir, askıya almak yetmez.

-Toplu taşıma, bulaşıcılığı azaltmak ve yığılmayı önlemek amaçlı ücretsiz olmalıdır.

-Karantina dönemi boyunca işten çıkarmalar yasaklanmalıdır. Taşeronların, geçici işçilerin, geçici sözleşmeli işçilerin ücretli izne çıkmaları sağlanmalıdır.

-Airbnb veya benzer kiralama sistemleriyle işletilen mekanlarda, otel odalarında, boş mekanlarda; evsiz ailelerin, vahşi koşullarda yada göz altı merkezlerinde tutulan göçmenlerin, sağlıksız koşullardaki evlerde yada işgal evlerinde yığılan “kaçak” işçilerin düzgün ve sağlıklı koşullarda barınabilmeleri sağlanmalıdır.

-Gelir düzeyi düşük insanlar için kira, elektrik,su ve internet fatura borçlarının ötelenmesi gereklidir. Yoksulluk durumunda olanlar için tahliye yasağı getirilmelidir. Yoksulluk sınırında olan insanlar için temel kira yardımı yapılmalı ve evden çıkarmalar yasaklanmalıdır.

Bütün sağlık sisteminin toplumsal kontrolünü geliştirmek de önemlidir, bu durumda bakım evlerinin finansmanı gözetilmelidir ve sağlık, hizmet, temizlik endüstrisi, lojistik ve taşıma işçileri, kamu hizmetlileri ve kırsal nüfusun haklarının korunması garanti altına alınmalıdır.

Yaşam ve dayanışma temelli bir kültür kurmak önceliğimiz olmalıdır. Özsavunma ve kolektif bakım, panik ve “herkes kendisi için çabalasın” anlayışıyla mücadele etmenin ve durumun üstesinden gelmenin ana aracıdır.

Salgını durdurmak için acil önemlerin alınması gereklidir, belki de önceden bahsettiklerimizden çok daha noktasal olmalıdır:

  1. Bugün yapılanın aksine sınıfsal olmayan bütün önlemleri durdurmalıyız. İzolasyon toplumsal hiyerarşiye dayanamaz. Bu sebeple, bütün şirketler ve gerekli olmayan bütün hizmetler durdurulmalıdır. Bu süreç teknik işsizlikte olan işçilerin ki bunlara güvencesiz çalışan işçiler de dahil olmak üzere (mevsimlik işçiler, taşeronlar, kendi işinde çalışanlar vb..) temel gelirleri güvence altına alınarak yürütülmelidir. İşte bu, krizin faturasının zenginler tarafından ödenmesidir..
  2. Sadece sağlık, nüfusun geneli için tedarik ve bilgi akışı gibi hayati olan sektörler işleyişine devam etmelidir.
  3. Aynı zamanda hem işlevsel sebeplerle hem de krizden fayda çıkaranların kirli kazançlarına engel olmak amacıyla, bahsedilen hayati sektörlerde faaliyet gösteren özel şirketlere müdahale etmeli ve onların işleyişini halka hizmet amaçlı işçi sınıfının kontrolüne vermeliyiz.

4.Dahası, komple üretim süreci ve hizmetlerinin acilen tekrar organize edilmesi gereklidir. Sanayi; sağlık ürünü, koruma ekipmanı ve temel yaşamsal ürünleri üretmelidir.  Eğer devlet ve işverenler bu durumu istemiyorsa o zaman bunu dayatmak işçilere düşüyor.

5.Bu kriz sağlığın özel sektöre bırakılmaması gerektiğini gösterdi. Özel hastane ve huzur evlerinin herhangi bir kaynak harcanmadan toplumsallaştırılması gerekmektedir.

6.Avrupa’da göçmenlerin tutulduğu merkezler kriz esnasında kapalı tutuldu, bu da onların faşist ikiyüzlülüklerini kanıtlıyor. Bu merkezler bir daha açılmamalıdır.

Hükümetler bu duruma karşı hazırlıksız yakalandılar. Taleplerimizi sadece tereddütsüz bu sorunlarla yüzleşebilecek güçlü toplumsal hareketler ve sendikalar aracılığyla dayatabiliriz…”

Toplum Kökünden Değişmeli

Metnin sonuç kısmında ise kapitalizmin bu süreçte nasıl çuvalladığı ve özgürlükçü, federalist ve doğrudan demokrasiye dayanan bir alternatif yaratmamız gerektiği ve bu alternatifi nasıl kurmamız gerektiği söyleniyor.

“Bu benzeri görülmemiş durum kapitalizmin başarısızlığını gösterdi, ancak devlet mevcut ekonomik sistemi sürdürmek için gerekli bütün araçlara bakacak, hatta bütün ekonomik faaliyetleri kendi kontrolü altına alabilir ve üretimin organizasyonunu, talepleriyle veya başka mekanizmaları işleterek otoriterleştirebilir. Hükümet için bu kaosa/krize karşı verilebilecek tek tepki “herkes kendi başının çaresine baksın” anlayışı. Amerika ve Avrupa’dan anarşistler ve özgürlükçü komünistler olarak bizim savunabileceğimiz bir tahayyülümüz var:  karşılıklı yardımlaşma ve eşitliğe dayanan,  hayati ürünlerin üretim ve dağıtım süreçlerinin keskin ve planlı bir şekilde işçilerin kontrolüne verildiği bir örgütlenme tahayyülü.

Toplumun, herkesin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik işleyişini bütünüyle düşünmenin zamanının geldiğini düşünüyoruz. Yaşamı garanti altına alan, doğayı koruyan yollar ve mekanizmalar bulabiliriz. Bu sistemi yok edebiliriz. Bunun yolları; bütün üretim ve dağıtım araçlarını işçi sınıfının ellerine vermek, piyasa ekonomisini toplumsal ve kendine yeten bir ekonomiyle değiştirmek ve devletin yerine kendi kendini sürdürebilen federalist bir sistem getirmektir.

Bu krizin ortasında, alttan gelen dayanışma ağları örerek ilerlemek zorunludur, halk örgütlenmelerini güçlendirmek ve gerçek manasıyla özgürlükçü toplum, federalist ve doğrudan demokrasi arayışında bugünün ve yarının mücadelelerini birleştiren gerçek manasıyla bir Ezilen Sınıflar Cephesi kurulmalıdır.

BÜTÜN DÜNYADA İŞÇİ SINIFI İÇERİSİNDE DAYANIŞMA,

BUGÜN HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK!!

ANARŞİZM VE ÖZGÜRLÜK İÇİN MÜCADELE EDENLERE!

Coordenação Anarquista Brasileira (CAB)

Federación Anarquista Uruguaya (FAU)

Federación Anarquista Rosario – FAR (Argentina)

Organización Anarquista de Córdoba – OAC (Argentina)

Federación Anarquista Santiago – FAS (Chile)

Grupo Libertario Vía Libre (Colombia)

Union Communiste Libertaire (Francia)

Embat – Organización Anarquista (Cataluña)

Alternativa Libertaria / Federazione dei Comunisti Anarchici – AL/fdca (Italia)

Devrimci Anarşist Faaliyet – DAF (Turquía)

Organization Socialiste Libertaire – OSL (Suiza)

 

 

]]>