Sorun "Türkleştirme" sorunu

Sorun; Kendi dilinle konuşmayı istemek mi!
Sorun; Kendi kültürünü yaşamak istemek mi!
Sorun; Kendi bayramını kutlamak mı!
Sorun; Asimile olmamak mı!
Sorun; Bunlara dur demek mi, karşı koymak mı!

HAYIR
SORUN BU DEĞİL!

Sorun; Ne Mutlu Türküm diyenlerde.
Sorun; YA Sev Ya Terket diyenlerde.
Sorun; Kendinden olmayanı linç edenlerde.
Sorun; Köyleri yakanlarda.
Sorun; Tanklarını halkın üzerine sürenlerde.
Sorun; Uçaklarla bomba yağdıranlarda.

Sorun; Efendilerde
Sorun; Şirketlerde
Sorun; Ulusculukta
Sorun; Devletlerde

SÖZÜMÜZ VAR!
Tüm devrimcilere sesleniyoruz. Sorun Halklarda değil.
Sorun Kürt halkında Değil!
Bu topraklarda KÜRT SORUNU yoktur.

Sorun Türklük sorunu’dur.
Sorun Türkleştirme sorunudur.
Sorun Efendilerin İktidarlarını sonsuzlaştırma sorunudur.

(1 haziran da alanda dağıtılan bildiri)

1 Haziran 2008 Barış Meclisinin çağrısı üzerine;

“Kürt Sorununa Demokratik ve Barışçıl Çözüm” başlığıyla 1 haziran günü bir miting çağrısı yapıldı. Ülkenin yaklaşık otuz yıldır gündeminde ki bu sorunun çözülmesi üzerine yeni bir çağrı daha yapılarak bu çağrının muhatapları tarafından duyulması amaçlanmıştı. Sorun tespit edilmiş ve çözümü oluşturacak bir atmosfer yaratılmak istenmişti. Çağrıyı yapan Barış Meclisi bu girişimiyle konuyu veya sorunu devletin ve kamuoyunun gündemine taşıyacaktı. Çeşitli siyasetlerde bulunmuş veya halen bulunmakta olan bir çok kişinin katılımcısı olduğu Barış Meclisi, mitingin hazırlık kampanyasını da oldukça sesli yapmayı başardı. Bir çok muhalif parti, örgüt ve bireyden destek almayı başaran girişim, mitingin ve sadece bu mitingle kalmayacak etkinliklerinin de startını vermiş oldu. Ülke’de gerçekten de otuz yıldır, devletin ve onun bekasının karşısında, kendi kültürünü ve gelenekelerini ve en önemlisi kendi dilini yaşamak isteyen bir halk vardı. Devletler kendi iktidarlarını sonsuz kılabilmek için egemen oldukları topraklar üzerinde genelleşmiş tek dil, tek din, tek kültür, tek algı halini oluşturmak zorundadırlar. Bu bütünleyici yaklaşım, tabiyki devlet içerisinde iktidarlaşan kesimin dili, dini, kültürü ve algısı olacaktır. Devletler bu hali oluşturmak ve iktidarlarını riske etmemek için çeşitli yöntemler güdebilirler. TC de egemen olduğu özneler üzerindeki iktidarının sarsılmaması ve bir türlü türkleştiremediği kürt halkına karşı baskı ve şiddeti kullanmayı mübah saymıştır.

İşte bugün de Barış Meclisinin sorun olarak tespit ettiği “Kürt Sorunu” nun asıl nedeni de bu olmalıdır. Sorun olarak ele aldığımız, kürt halkının halksal özelliklerinden feragat etmemesine karşın, Kürt halkının yaşadığı toprakların Egemeni olan TC devletinin ne yaptığıdır.

Biz Anarşistler olarak katıldığımız bu mitingin, çağrısını yukarıda kısaca değindiğimiz fikirler sonrasında değiştirdik. “Kürt Sorunu” olarak tanımlanan sorunu değiştirerek “Türkleştirme Sorunu” yaptık. TC devletinin Kürtler üzerindeki baskısının, bütün devletlerin tarihinde bulunduğunu biliyoruz. İngilterenin İrlandalılar, İspanyanın Basklar, Meksikanın Chipaslılar üzerindeki baskıları günümüzün halen yaşanan örneklerindendir.

Dünyayı sınırlarıyla gasp etmiş devletlerin, egemenlikleri altındaki halkları ve özneleri dönüşmeye zorlaması kaçınılmazdır. Fakat bu dönüşümün karşısında da bir direniş kaçınılmaz olacaktır.

Değişen dünya düzeninde Ulus Devletlerin – Çok Uluslu Şirketler karşısındaki etkileri giderek azalmaktadır. Etkisi azalan ulus-devlet kavramının yerini giderek daha çok parçalanmış halk topluluklarının oluşturduğu fedaratif yapılı devletler veya devletsi yapılar almaktadır. Bu kapitalizm ideolojisi liberalizmin yerleştiği bölgelerde itaata uygun bireyciliği oluşturması gibi itaata uygun topluluklarıda oluşturmasını sağlayacaktır.

İçerisinde bulunduğumuz TC devleti gibi devletlerin halen yaşatmaya çalıştığı ulus devlet kavramının yerini sözde halklara özgürlük vaat eden federatif devlete bırakacağı bir çok düşünür tarafından savunulmaktadır. Bu sözde hakların elde edilmesi bir kazanımmış gibi gözükse de aslında itaata daha uygun toplumlar yaratmayı amaçlamaktadır. Kapitalistlerin savaşı genelde direnişin zaferi ile ilgili değil, amaçlar ve maliyet ile ilgili sonlanmıştır. Yıllarca Sosyalist düşüncenin de, ilerici, devrimci bir karşı koyuş olarak ilham aldığı, emperyalizme karşı kazanılmış bir savaş olarak gördüğü Kurtuluş Savaşının, “Efsanevi” İnönü, Sakarya veya Çanakkale zaferleri sonrasında emperyalistlerin geri püskürtülmesiyle barışmak zorunda kaldıkları yanılgısına inanılmıştır. Zaferin arkasındaki asıl gerçek anadolu kapılarının kapitalizme aralanmış olması ve savaşın maliyetinin artmasıdır.

Kapitalizmin ilerlemesi ve yeni pazarların oluşması için bu çok önemlidir.

Bunun gibi barış dönemlerinde liberalizm ve ulusalcı kavramların çarpışmasıyla kafaların karıştığı aşikardır, yukarı tükürseniz bıyık aşağı tükürseniz sakal misali bir durum yaşanmaktadır. Bu gibi durumlarda tükürük herzaman ezilenlerin karşısında duranların tam suratına atılmalıdır. İşte burada sorun bazen tükürülecek muhatabın bulunamamasıdır. Liberalizm, ulusalcılıktan, ya da ulusalcılık liberalizmden daha az tehlikeli değildir. Ülkede dönüşümün gerçekleşmesini isteyenler ve dönüşümün gerçekleşmesini istemeyenlerin ortak yanları bütün uğraşmalarının gerisinde kendi çıkarları söz konusu olmasıdır. Bir tarafta CHP-İşçi Partisi ve Ergenekon Çetesi gibiler Ulusalcılıktan nemalanırken, diğer tarafta AKP, Fehtullah Gülen veya Taraf gazetesi gibileri, liberalizmin savunuculuğunu üstlenmişlerdir. Yıllardır bir şekilde Kürt halkının temsilcisi olmaya çalışan ve şu anda da TBMM’de bir grup oluşturmayı başaran DTP de, kavramların birbirine karıştığı bu dönemde, Kürt halkı adına özgürlükçü ve eşitlikçi, ama bir o kadar da tehlikeli kazanımların ister istemez talepçisi olmuştur.

Bu taleplerin zamanla elde edilecek olması imkanlı gözükse de, karşılığında oluşabilecek tehlikelerin kendisini hemen belirgenleştirmesi tehlikenin boyutlarını bizlere sunmaktadır. Fehtullah Gülen gibi insan tacirlerinin bölgeye girişi veya Erdoğan’ın GAP’tan bahsetmesi şimdilik bu tehlikenin görünen örneklerindendir.

Operasyonların anlamsızlıklarını belirginleştirmek ister gibi “Güneş”, “Ay” veya saçma sapan bir çok isim takan paşaların, maraşellerin halkları galeyana getirmek için yaptıkları ajitatif konuşmalar, amigoları anımsatmaktadır. Bir de ölen insanların acılarını sayılarla sunmak marifetmiş gibi skor tadında yansıtan kartel medya da Amigoların varlığını perçinlemektedir.

Yıllarca baskı ve şiddet içerisindeki bölgeden göç etmek zorunda kalan halkın, göç ettikleri merkezlerde potansiyel ucuz işgücü veya suçlu olarak görünmeleri, zor şartlardaki iş yerlerinde hiçbir güvence olmadan çalıştırılarak, sakatlanmaya ve ölüme yakın yaşamaya zorunda bırakılmaları barış havasının bir çıkarımı değil midir? Tuzla tersanelerinnde veya iş sektöründe ölen veya ölüme yakın yaralanmalar yaşayan işçilerin menşeğine bakıldığında savaştan ve açlıktan göçenlerin çoğunlukta olduklarını tespit etmek şaşırtıcı olmamalıdır. Kapitalizmin savaşında da, kapitalizmin barışında da madur olmuşlardır.

Fehtullah Gülen’in yurt ve okullarında eğitilerek şekillenen kendi sorunlarından uzaklaştırılarak, duyarsızlaştırılan insanları görmemek imkansızdır. AKP şeriatcılığı gibi yapay gündemlerle kafa karışıklığı oluşturarak, GAP gibi köleleştirme projelerini, yıllarca gerilimler ve entrikalarla uğraşmış ve savaşmış bir halkın açlığından faydanılarak gerçekleştirmeye çalışmaları, fırsatcılığın ve BOP’a uşaklık etmenin bir göstergesidir.

İşte böylesine belirli ve belirsiz saldırılara maruz kaldığımız dönemlerde, hangisinin daha az zararlı olduğunu düşünmemeliyiz. Savaştan beter bir barış, beterden beter bir savaş arasında kalmışız. Ne yapabiliriz? Ne olursa olsun önce her girişimi desteklemeliyiz, bazen bu eleştirdiğimiz veya yararından şüphelendiğimiz haller dahi olabilir. Yaşananların duyulmasında, ses çıkaranlarla beraber ses çıkarmalıyız. Çekilme veya ötekileşme döneminde değil, paylaşma ve dayanışma dönemindeyiz.

Barış Meclisinin soruna çözüm mitinginede bunun için katıldık. Çünkü kapitalizm savaşarak ve barışarak ulaşamadığı ücralara ulaşmaya çalışıyor. Kendi değerlerini, öteki tüm değerlerin üstünde sayarak ilerliyor. Kendi kurduğu kavramları kendi değiştiriyor, dünün imparatorluklarını ulus-devlet’e, şimdi ise ulus-devleti federasyonlara dönüştürüyor. Nerede ne faydalıysa o yöntemi uyguluyor. Kapitalizm kavramlarını, alaşağı edebilir. “Değer”lerini değiştirebilir. Ama sadece kendi sistemi içerisinde bunları yapabilir. Onu yok saydığımız sürece bizlere ulaşamayacaktır. Ulaşamayacağı ücralar hep olacakdır. Kendine yeten bir mezepotamya ve kendine yeten ücralar oldukça yabancılaşma ve yozlaşma yaşamlarımıza giremez, O’na ve onun sözde barışına ve sözde demokrasisine ihtiyacımız yok. Biz kendimize yeteriz.

Sokak