Vicdanlar BARIŞ için buluştu

15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler günü kapsamında Barış İçin Vicdani Ret Platformu’nun düzenlediği “Barış İçin Vicdani Ret Buluşması” gerçekleştirildi. Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezî’nde saat 13.00’te başlayan etkinlik milletvekilerinin, hukukçuların, sanatçıların, aydınların, siyasi temsilcilerin, vicdani reddini açıklamış olanların, doğrudan savaşın mağdurları olanlarn, Barış Anneleriyle asker annelerinin, vicdani reddini açıklamak üzere bulunanların ve savaş karşıtı yüzlerce insanın buluşmasına sahne oldu.

Ceylan Önkol’un annesi Saliha Önkol, polis tarafından öldürülen üniversite öğrencisi Aydın Erdem’in babası Mehmet Erdem ile Diyarbakır’da Koşuyolu Parkında patlayan bomba sonucu üç çocuğunu, kardeşini, kardeşinin 4 çocuğunu ve bir bacağını kaybeden Mahide Çetinkaya birer konuşma yaptı.

Asker annesi Ümran Yurdayol ile Barış Anneleri İnisiyatifi üyesi bir gerilla annesi barış taleplerini dillendirdi. Daha sonra anneler birbirlerine karanfil vererek barış için kucaklaştı.

BDP milletvekili Şerafettin Halis, Türkiye barış meclisinden Ayhan Bilgen, yazar Şanar Yurdatapan, İHD eski genel başkanı Avukat Eren Keskin, Sosyolog Nazan Üstündağ birer konuşma yaptı.

Siyasi temsilciler adına yapılan konuşmalar bölümünde ESP genel başkanı Figen Yüksekdağ, Yeşiller Partisi eşsözcüsü Bilge Contepe, Devrimci Anarşist Faaliyet adına ise Davut Erkan barış hareketi, anti-militarizm ve vicdani ret üzerine birer konuşma yaptı.

[nggallery id=24]

Etkinlikte daha önce vicdani reddini açıklamış olan Muhammed Serdar Delice, Zeynep Varol, Ümit Ilgın Yiğit, Ercan Aktaş’da kendi vicdani redlerine ilişkin konuştu.

Eskişehir’de tutuklu bulunan vicdani retçi Enver Aydemir’i hukuki durumuna ilişkin bilgileri de avukatı Davut Erkan özetledi.

Etkinliğin son bölümünde Antakya’dan ve izmir’den mektupla vicdani ret açıklamalarını gönderen iki kişi, aralarında lise öğrencisi, Ankara’dan gelen atık kağıt işçisi; anarşisti, sosyalisti, müslümanı,eşcinseli, kadını, erkeğiyle toplam 28 kişi vicdani reddini açıkladı.

Buluşmadan sonra katılımcılar ve salonda bulunan savaş karşıtı yüzlerce kişi Tünel Meydanından Taksim Meydanına kadar “Askere Gitme, Kardeş Kanı Dökme” pankartı arkasında sloganlar eşliğinde bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Taksim Meydanı’nda gerçekleştirilen etkinlikle ilgili basın açıklaması yapıldıktan sonra Barış için vicdani ret platformu üyeleri tulum eşliğinde horona durdular.

Vicdani ret açıklamalarının bir kısmı aşağıdadır;
1- Ali Ekber Toprak 2- Aslı Candan 3- Berk Yeter 4- Ceyhun Erdem 5- Didem Deniz Erbak 6- Eray Güven 7- Ezgi Aydın 8- Furkan Çalik 9- Mazlum Çelik 10- Onur İşitmaz 11- Ozan Gökşin, 12- Sercan Kerinç, 13- Hüseyin Şirin, 14- Murat Aydın, 15- Banu Yıldız, 16- Furkan Mustafa, 17- Burcu Aslan, 18- Ali Haydar Akdeniz, 19- Onur Can Sönmez, 20- Deniz Şimşek, 21- Yaren Bozkuş, 22- Utku Aydın, 23- İlyada Erkuş, 24- Canan Özyılmaz, 25- Gürşat Özdamar, 26- Ahmet Ertuğrul Güneş, 27- Yusuf Şahin Serdaroğlu, 28- Eyüp Rol 29-Hayri Kamalak

Adım Aslı Candan.
Gezegenimizde hala, sömürgeci zenginliğin toplandığı batı ve sömürgeciliğin talan ettiği doğunun temsil ettiği iki ayrı dünya var. Neo-liberalizm bu iki dünya arasındaki sınırları aşındırıp dünyayı tek bir yer haline getirmeye hizmet etse de bu iki dünyadaki yaşam savaşı arasındaki fark henüz belirginliğini koruyor. Dünyayı kana bulayan sömürgeci kapitalistlerin evlerinde huzura ihtiyacı var. Bu huzuru sağlamak için bu coğrafyada, bir savaşa; durmaksızın ürettikleri silahlar, helikopterler, panzerler, mermiler içinse alıcılara ihtiyaçları var.
T.C. devleti bu işlek tezgahın gediklisi olmuş durumda. Batının talanına maruz kalmış bir devlet olarak kendisini doğu ve batı olarak ikiye ayırıp doğusuna savaş açıyor. Hiç durmadan savaşıyor, savaştırıyor; çünkü savaşın yok ettiği tek bir hayat bile, onun devamlılığını sağlıyor. Vicdan, bir insanı durdurabilen tek şeyken, devleti durduramıyor.
Ben bir anarşistim. Devletin ve yine devletin sürekliliğini sağlamak için kullandığı askeri ve ideolojik tahakküm araçlarının ortadan kaldırılmasını savunuyor, bu uğurda mücadele veriyorum. Devleti ve onun tüm askeri ve ideolojik aygıtlarını hem aklen hem de vicdanen reddediyorum.
ASLI CANDAN

Bir Kadın Olarak Reddediyorum!
Askerlik ‘en kutsal vazife’diye beyinlere nakşedilerek ‘adam olabilme’statüsüne erişebilmenin tek yolunun ‘her türk erkeğinin’ bu vazifeyi yerine getirmesinden geçtiğini yaratan bir algıdır. Devletin ordusuyla başka bir insan tarafından ölmeyi ya da bir başka insanı öldürmeyi zorunlu hale getirerek, katil olmayı meşru kılmasıdır. Askerlik ordu içersinde var olan emir-komuta ilişkisi ile kişilerin kendinden önce gelene bağımlı,kendinden sonra gelene egemen olma durumu gibi ast-üst olma konumlarını yaratmasıdır. Özgür iradenin hiçe sayılarak bir başkasının kararlarının zorla kabul ettirilmesidir.
Ve ben; insanın insan tarafından yönetilmesini, otoriteyi,hiyerarşiyi,tüm bu tahakkümcü mekanizmayı reddediyorum. Çünkü ben bir anti-militarist ve anarşistim.
Bir kadın olarak günlük yaşantımızda evde, işte, sokakta militarizmle boğuşurken askerlikle birlikte militarizm yaşamlarımıza dayatılıyor. Askerlik kadınlarında konumunu biz yokmuşuz gibi belirleyerek; evde kocasını beklemek ya da çocuk büyütüp belli bir yaşa geldikten sonra askere yollamak olduğunu söylüyor. Yani yıllardır bu topraklarda var olan kirli savaşta biz kadınları da ölmeye ve öldürmeye ortak ediyor. Yine askerlikle birlikte yüceleştirilen Türklük ve erkeklikle kadınlar,farklı cinsel kimliklere ya da ırklara sahip diğer insanlar aşağılanarak, yok sayılıyor. Ve ben bir kadın olarak yok olmayı reddediyorum.
EZGİ AYDIN

Ben 1992 yılında bu topraklarda doğdum ve yaşıyorum.Yaşadığım toprağın sahibi bir devlet, herhangi bir devlette olabilirdi ama bu devletin adı Türkiye Cumhuriyeti. Bu devletin belirlediği sorumluluklar var ve bunları yerine getirmemi istiyorlar.
Bu sorululuklardan birisi de ölme ve öldürmenin sanatı askerliği öğrenmem ve uygulmam. Ben devletin benden istediğini yapmayacağım. Benim bir sahibim olduğunu düşünmüyorum. Ölmeyi öldürmeyi, emretmeyi, itaat etmeyi kabul etmiyorum. Çünkü ben bunların olmadığı bir dünyaya inanan ve bunun için mücadele eden bir Anarşistim. Bu devletin elime verdiği silahı tutmayacağım, askere gitmeyeceğim.
FURKAN ÇELİK

Ben Berk Yeter .
1608 yılında nüfus dışı ilan edilmiş , şu an yok olmakta olan yörük halkından bir ferdim. Çıkartılan kent-i nüfus yasasına göre bizden ne askere alım yapılacak ne de vergi toplanacak kararı var. Çünkü devlete göre bizler , itaatte bulunamayacak kadar asilerdik. Ben tarihimi iyi biliyorum. Halkları ve bireyleri asimile eden, tek tipleştiren, itaatkar köleler yaratmak için orduya alan devlete nasıl karşı konulup yaşama ve yaşatma hakkımızı geri kazandıysak asırlar öncesinde , bugün de bunu tekrar başarabiliriz. Yeter ki devlete karşı ses çıkartanların sesine kendi sesimizi katalım !
Bu mücadeleyi yükseltmek adına bugün bir kez daha açıklıyorum ki “hiçbir militer yapıda bulunmayacağım”. Bugün Kürdistan’da yarın dünyanın hiçbir yerinde kardeşlerime silah tutmayacağım. Vereceğim tek savaş ezenlere karşı yürütülecek mücadele içindir. On yıllar öncesinden söyleneni yinelemek istiyorum : “Uzlaşmadan her zamankinden çok sakınmalıyız. Yönetenler ile yönetilenler arasındaki çatlağı derinleştirmeliyiz. Devletlerin yıkılmasını savunmalıyız. Halkların kardeşliğini, herkes için adalet ve özgürlüğü sağlayacak tek araç budur. Bunu gerçekleştirmeye hazır olmalıyız.”BEN HAZIRIM” !
BERK YETER

Ben 18 yaşında bir kadınım. Asker değilim fakat asker olma durumunu uzun süredir yaşıyorum. Daha çocukken erkek arkadaşlarımın ellerine verilen oyuncak silahlarla ve giydirilen asker kıyafetleriyle hayatıma girdi militarizm. Şimdi ise okulumda askerliğin en önemli unsuru olan emre itaat etmek öğretiliyor. Okullarda( kışlada denilebilir) birer asker gibi sıraya girip, rahat – hazır ol komutlarıyla beraber Türk olmanın onuruna vardıktan sonra 6 saatimi geçireceğim koğuşdan bozma sınıflara sokuluyorum. Hergün yaparken bunu yavaş yavaş gelişmeye başlıyor itaat kültürü. İktidarlar sırf davranışlarımızla itaat etmemizi değil, düşüncelerimizle de itaat etmemizi istiyor. Tarih derslerinde Kurtuluş Savaşının zaferini, Osmanlı padişahlarının insanların kafasını kesmesini meşru bir şeymiş gibi kafamıza sokmaya çalışıyorlar. Büyük katliamlar zafer, cinayetler hainleri engellemek oluyor. Tıpkı yıllardır T.C devletinin bu topraklarda halklar üzerinde yaptığı katliamlar ve cinayetler gibi. Okullarda yapılan milliyetçi propangadayla bu durumu bizler için meşru hale getirmeye çalışıyorlar. Bu meşruluk öldürmenin ve ölmenin meşruluğu. Sadece okullarda değil televizyonların kanallarında yayınlanan ana haber bültenlerinde şehit analarının ağlamaları, babaların “vatan sağolsun” diye bağırmaları arabesk müzik eşliğinde bizleri etkilemeye hazır bir halde önümüze sunuluyor. Devlet okul, televizyon gibi propaganda araçlarıyla yavaş yavaş kafamıza girmeye çalışıyor ve bizleri itaat edecek ve tabi ki gerektiğinde de silah alıp gözümüzü kırpmadan ateş edecek askerler haline getirmeye çalışıyor.
Ben anarşist ve anti-militaristim.
Ne bu itaat kültürünün bir parçası ne de iktidarların savaşlarının piyonu olacağım. Her daim iktidarların ezilenlere karşı sürdürdüğü savaş karşısında ezilenlerle birlikte mücadelemi vereceğim. Ölmeyi, öldürmeyi ve iktidarlara itaat etmeyi reddediyorum.
DENİZ ERBAK

YILLARDIR SÜREN KARDEŞ KAVGASINDA TÜRKLER VE KÜRTLER İÇİN BU SAVAŞI İSTEMEDİĞİMİ VE BUNA KATKI SAĞLAMAMAK İÇİN ASKERE GİTMEYECEĞİMİ ASKERE GİDERSEM BU SAVAŞI BESLEMİŞ OLACAĞIMI DÜŞÜNEREK BİRİLERİNİN EMİR VE İSTEKLERİ DOĞRULTUSUNDA ÖLMEYİ ÖLDÜRMEYİ CANI CANA KIYDIRMAYI ŞİDETİ YAŞAMAK İÇİN ÖLDÜRMEYİ YAŞATMAK İÇİN ÖLMEYİ EMREDEN VE ELİME ZORLA SİLAH VEREN BİR SİSTEMİN PARCASI OLMAYI VE HİZMET ETMEYİ KİMSENİN ASKERİ OLMAYI RET EDİYORUM.
ALİ EKBER TOPRAK

(Etkinliğe Hatay’dan mektup yolladı)
Ben Antakya/Hatay’dan Yusuf Şahin Serdaroğlu. Henüz 18 yaşındayım. Askerliğe az kaldı fakat benim sisyasi görüşüm askerlik yapmama müsade etmiyor. Sadece siyasi, felsefi görüşelrim değil, insanlığım buna izin vermiyor. Vicdani retçilerin yaşadığı ızdırapları okuyunca ne zor bir mücadelenin içerisine girmeye hazırlandığımı farkettim. Daha doğrusu hazırlanamadığımı! O felaket kapıyı çaldığında sesimi duyurmama yrdımcı olacak birilerine ihtiyacım olduğunu da biliyorum…
Ve sizden yardım istiyorum bu zorlu yolumda…
Çok korkuyorum kahretsin evet korkuyorum!
Teşekkürler…
Yusuf Şahin Serdaroğlu

(İzmir’den SK’ya mektup yolladı)
HALKI ASKERLİKTEN SOĞUTMUYORUM! İNSANLARIN İNSANLIĞA ISINMASINI ARZULADIĞIM İÇİN, İNSAN OLARAK ÜZERİME DÜŞENİ YAPIYORUM!

Öncelikle, vicdan-ret duyurumu çıkıp bir sokakta ya da bir mekanda yapamadığım için üzgünüm. Şahsi bazı nedenlerden dolayı ret açıklamamı yapmayı arzuladığım İzmir de bulunamıyorum. Yine de bu açıklamanın İzmir’in hanesine yazılmasını umuyorum.
Bugün 15 Mayıs Vicdan-i Retçiler günü. Asırlardan beri insani olanı tüketen, yok eden ve hala acımasızlığı büyüyerek devam eden orduların varlığını kabullenemeyen, onların parçası olmayı reddedenlerin günü. Ben de onlardan biri olduğumu duyurabildiğim kadar insana duyurabilmek için bu açıklamayı yapıyorum.
Ordular öldürür. Bazen sınırlarını çizdikleri topraklarının dışında yarattıkları düşmanları yok etmek, bazen çizdiği bu sınırların içindeki ‘teröristler’i etkisiz hale getirmek bahanesiyle yapar, bunu. Üstelik bunu mevcuduna zorla kattığı genç, teslimiyeti kadar suçlu insanlar aracılığıyla yapar. Ben bunlardan biri olmamak için…
Ordular paranoyaktır. Ordular varlıklarını yarattıkları paranoyak toplum sayesinde var edebilir. Paranoyak olmak var olan düşmandan olur olmaz zamanda kötülük beklemek değil, düşmanlık denilen kavramı sil baştan kurmak ve bunu her yerde aramak anlamına gelir. Ben öncelikle düşmanlığın anlık, geçici olduğuna ya da en azından istenirse böyle olabileceğine inanıyorum. Bunu bir türlü istemeyen, çünkü istediği anda varlık amacı ortadan kalkacak kurumlardır, ordular.
Ordular ilkeldir. 21. Yüzyıl içerisinde yaşıyoruz. Tarihsel bakıldığında geçmişle bugün arasında anlamlı bir ilişki bulmak da mümkün, bulmamak da. Ya da sadece şu anın geçerliliğini kabul edip diğer bütün her şeyi yadsımak da olası. Her nasıl bakılırsa bakılsın, bireyi militarizm ve bu anlayışın kristalize olmuş hali ordular kadar hiçe sayan başka bir örnek yoktur. Bu çağda, kişi ister insan öldürmeyi istemediği için, isterse askerdeki saç tıraşını beğenmediği için olsun, katılımda bulunmak istemediği bir yapıya zorla götürülmemelidir. Ordular gündelik yaşamda hiçbir karşılığı olmayan kavramlar uğruna ölmeyi, öldürmeyi kutsal ve onurlu sayar. Bunu da yalnızca erkeklere has olarak görür. Çünkü kadın, onurlu ve güçlü erkeği tarafından korunan kutsal ama aciz yaratıktır, onlara göre.
Ordular meşru değildir. Meşruiyet rıza gerektirir. Rıza ise ne bu ülkede olduğu gibi zorunlulukla ne de başka ülkelerde olduğu gibi para karşılığı sağlanabilir.
Ordular mantık dışıdır.
Ordular insanlık dışıdır.
Ordular katildir.
Vicdan suçluluk hissinden doğar. Savaşlarda insan ölümlerinin hala devam ediyor oluşundan kendimi daha az suçlu hissetmek adına vicdan-i reddimi açıklıyor, devletin bana biçtiği “askerlik görevi” ni yerine getirmeyeceğimi ilan ediyorum.
Eyüp ROL

(İntihar ettiği söylenen Er Volkan Kamalak’ın babası. Etkinliğe Adana’dan mektup yolladı)
04.09.2009 tarihinde Ağrı’nın Eleşkirt ilçesinde 2. mekanize tabur 1. bölükte 17 günlük askerdi Volkan. Bu tarihte kapıya gelen bir yarbay ve birkaç askerle birlikte eve Volkan’ın ölüm haberi gelir. Eve geldiğimde tüm halk toplanmış en son gelen ben oldum. Yarbay beni Volkan’ın tabur konutanıyla görüştürdü. Komutan kısa olarak anlatayım Volkan atış alanında atış yaparken tüfeği tutukluk yapıyor önce. Bir üsteğmen tutukluğu giderdikten sonra tekrar atış yaparken iki mermiyi hedefe, 3. mermiyi, 3 veya 5 metre ileriye ileriye atlayarak kendine sıkarak intihar ettiği söylendi. Sonradan çelişkili ifadelerle Volkan’ın ekonomik sebeplerle intihar ettiği ifade edildi. Cenaze bize getirilip teslim edildikten sonra otopsi yapıldı. Cenaze yıkanırken çektiğim fotoğraflar ve kamera kaydı, oğlumu tanıdım kadarıyla intihar edebileceğine kesinlikle ihtimal vermiyorum. Fakar etmiş ise bu kadar kısa zamanda bunu ölüme götürecek nedenlerin altında ciddi sebepler yatıyor. Özellikle oğlumun ölümünün Ramazan orucunda olması beni özellikle düşündürüyor. Çünkü ben alevi Kürt kökkenli ve sol görüşlü bir aileye mensubum. Volkan’da böyle bir kültürden gelen bir genç olduğu için ölüdrüldüyse, intihar ettiyse de birinci nedeni kimliği, kişliği, düşüncesidir. Volkan haksızlığa boyun eğmeyen onurlu, yürekli, dik duruşlu, özel hayatı bol başarılarla dolu mert bir evladımızdır.
Volkan’ın ölümünden sonra iki defa birliğine gittim. Zamanla öğrendiklerim ve gördüklerim, özellikle otopsi 8 ay sürdü, henüz bir bilgi yok olsa bile kendi insiyatiflerinde çıkacak bir rapordur.
Özellikle Volkan’ın ölümünden sonra sadece Adana’ya 5 veya 6 tane faili meçhul, ama adı intihar denilen, gerekçeleri bile aynı olan asker cenazeleri geldi. Ama bizi ciddi ciddi düşündürüyor. Ne oluyor bu kışlalarda? Bilmediğimiz şeylerin gerçekleştiğini anlıyoruz yaşadıklarımızla. Hukukun çok ağır işlediğini ve bubun da bilinçli şekilde yapıldığını düşünüyorum. Evlatlarını kaybeden ailelerin halen hukuk mücadelesi vermekten, devletten ve askerden korktuklarını görüyorum.
Devlet bizim devletimiz, bayrak bizim bayrağımız, evlatlar bizim çocuklarımız. Neden ivediyen yetkililer bu olmsuzluklara ivediyen çare bulmuyorlar? Şaşarak veya suçluları koruyarak mı çözüm üretecekler? Bu gidişle artık anneler babalar ölüm dahi olsa evlatlarını namus borcu denen askere göndermeyecekler, gönderseler de gönül rahatlığı ile göndermeyecekler. Bir baba olarak Bülent Ersoy kadar cesur olamadığım için utanıyorum. Veya çocuklarımızın Münevver Karabulut kadar değeri yok mu? Onun bile katili yakalanıp yargılanıyor. Cenaze geldikten sonra hiç bir devler adamı veya komutanlar kapımızı bile çalmadı, bilgi verme gereğinde bile bulunmadılar. Bundan sonra böyle olayların yaşanmaması için ömrümün sonuna kadar hukuki mücadelemi vereceğim. Bu tür olaylar yaşayanlara maddi manevi hiç bir desteğimi esirgemeyeceğim. Volkan’ın adına kurduğum “hizmet evi”nde Volkan’a, insana yakışır hizmetimi vereceğim.
Benim gibi böyle acı kaderi yaşayan dostları, insanları yan yana gelerek daha mantıklı, sistematik mücadele vermek için dernek veya vakıf kurulmasını istiyorum. Ben herşeyimle varım, bu konuda duyarlı davranan insan, aile veya kurumlara teşekkür ediyorum. Vicdani retçileri de yürekten kutluyorum. Evladını yitirmiş bir asker babası olarak vicdani rettimi açıklıyorum. Türkiye’de yaşanan kirli savaşın en kısa zamanda bitirilmesini, insan ölümlerinin hiç kimseye bir fayda sağlamayacağını belirterek bu savaştan nemalanan insan ve kurumları kınıyorum. Onur ve emek mücadelesi veren insanları kutluyor tüm ülke demokrasi, devrim, Kerbela şehitlerini saygıyla anıyorum. Yaşasın tüm halkların kardeşliği, yaşasın emek, demekrasi mücadelesi veren gençlerimiz, işçilerimiz ve halkımız.
Hayri Kamalak

Sokak