lise – İnadına Dergisi https://inadina.org Anarşist Liselilerin Dergisi Wed, 30 Oct 2019 10:21:27 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.4 Devletin Dindarı Değil Sistemin Düşmanı https://inadina.org/devletin-dindari-degil-sistemin-dusmani/ Wed, 30 Oct 2019 10:21:27 +0000 http://inadina.org/?p=506

Devlete hakim mevcut iktidarın ideolojik referansları arasında bulunan Necip Fazıl Kısakürek’in “…dininin ve kininin davacısı bir gençlik” sözlerine atıfla, dönemin erk sahipleri tarafından sarf edilen “dindar gençlik yetiştireceğiz” açıklamalarının üzerinden 8 yıl geçti. Bir kamuoyu araştırma şirketince 15-29 yaş aralığındaki gençlerle yapılan, 2008’den günümüze dek geçen periyodu kapsayan bir anket, devlet iktidarının gençliğe yönelik toplumsal […]]]>
Devlete hakim mevcut iktidarın ideolojik referansları arasında bulunan Necip Fazıl Kısakürek’in “…dininin ve kininin davacısı bir gençlik” sözlerine atıfla, dönemin erk sahipleri tarafından sarf edilen “dindar gençlik yetiştireceğiz” açıklamalarının üzerinden 8 yıl geçti.

Bir kamuoyu araştırma şirketince 15-29 yaş aralığındaki gençlerle yapılan, 2008’den günümüze dek geçen periyodu kapsayan bir anket, devlet iktidarının gençliğe yönelik toplumsal mühendislik projesi olan bu muhafazakar ütopyanın başarısız olduğunun işaretlerini verdi. Anket sonuçlarına göre 2008’de kendisini dindar-muhafazakar olarak tanımlayanlar %28’den yaklaşık yarı yarıya bir azalışla %15’e düştü. Devletin muhafazakarlaştırma politikalarına bir başka tezat sonuç da düzenli ibadet oranındaki düşüşle belirginleşti.

Araştırmada elde edilen veriler, ayrıca kapitalist ilişki biçimleri içinde yaşamanın kaçınılmaz sonucu olan mutsuzluğun oranının da on yılda %6 arttığını ortaya koydu. 2008’de 15-29 yaş aralığında kendisini “mutlu” olarak tanımlayanların oranı %57 iken bu rakam 10 yıl sonra %51’e geriledi. Genç işsizlik rakamlarında Türkiye’nin Avrupa’da ilk beşte yer alması da “mutsuzluk” verisi paralelinde not edilmeli. Anket çalışmasının bir başka sonucu da güncel haber takibindeki %72’den %22’ye sert düşüş olarak dikkat çekti.

2008’den günümüze dek uygulanan muhafazakarlaştırma politikaları düşünüldüğünde ortaya çıkan sonuçlar, bu politikalar bağlamında devlet açısından bir başarısızlık öyküsünün ipuçlarını veriyor. Bu savı destekleyici bir başka veri için ise sadece bir yıl öncesine gidilebilir. Geçtiğimiz yıl Nisan ayında Konya’da düzenlenen gençlik ve inanç çalıştayının sonuçları arasında yer alan “Gençler arasında deizm yayılıyor” verisi, aynı günlerde devletin en tepesinden dillendirilen “dinin güncellenmesi” şeklindeki açıklamayla alt alta konduğunda bu ipuçlarını destekliyor. Diyanet Dergisi’nin de farklı sayılarında, gençlikte “aynı sorunlara” dikkat çeken yazılara yer verdiğini biliyoruz.

2012-2013 öğretim döneminde uygulamaya geçirilen 4+4+4 eğitim sistemi, iktidarın gençlerden başlayarak uygulamak istediği muhafazakarlaştırmanın önemli bir argümanıydı. Nitekim 2014’te dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, yine Necip Fazıl’a “üstad” şeklinde gönderme yaparak ve 10 yıllık bir zaman dilimini işaret ederek, onun özlediği gençliğin “mayasının tutakta olduğunu” öngörmüştü. Ancak bu “öngörünün” söz konusu araştırma sonuçları bağlamında ne kadar tuttuğu konusunda büyük bir soru işareti var.

Zaten bu beklentilere olumlu yanıt alınamadığını, mevcut iktidarın toplumsal kutuplaştırma politikasının gençliğe yansıması olarak görüyoruz. “Makbul gençlik” tanımına uymayan gençlik kesimi devletin sıkı denetimiyle “hizaya sokulmaya” çalışılıyor. Eğer hizaya girmezse zor kullanılarak marjinalize ediliyor.

Yaklaşık üç yıl önce “proje okul” adıyla muhafazakarlaştırma politikaları paralelinde dönüştürülmek istenen liselerin bahçelerine sokulan TOMA’lar hala hafızalardaki yerini koruyor. Yine 2011’deki şifre eylemlerine karşı sokağa çıkan liselilere yönelik “Biz de eylem yapan öğrencilerin karşısına 5-10 bin genç toplarız ama gerilimden yana değiliz” şeklindeki tehdit yollu açıklamaları hatırlıyoruz.

Devlet eliyle gençliğe dayatılan bu ve benzeri politikaların ters tepeceğine dair veriler tarihsel bağlamda da karşımıza çıkıyor. 1923 sonrası, şu anki uygulamalarının tersine devletin “10 yılda 15 milyon seküler genç yaratma” projesi, ilerleyen yıllarda toplumda muhafazakarlaşma eğiliminin güç kazanması olarak geri dönüş yaptı. Bu geri dönüş, siyasal alanda sağ-muhafazakar iktidarların yönetime gelmesi şeklinde gerçekleşti.

Devletin, içinden geçtiğimiz süreçte olduğu gibi tepeden inme dayatmaları, hedeflediği toplumsal kesim üzerindeki etkisini ve kontrolünü kaybetmesiyle sonuçlandı. Söz konusu kamuoyu araştırmasını da bu tarihsel veriler çerçevesinde değerlendirirken devletin tepeden inme ve zorlayıcı yöntemlerinin, toplumda kendisine sempati duyan kesimde bile güven yitimine neden olabileceğini unutmamak gerek.

 

]]>
Bazen Biz Sistemi Hackleriz, Bazen Sistem Bizi Hackler* https://inadina.org/bazen-biz-sistemi-hackleriz-bazen-sistem-bizi-hackler/ Wed, 30 Oct 2019 10:15:22 +0000 http://inadina.org/?p=503

Biz hackerlar engellenmeyi sevmeyiz. Bilgisayarımızda “erişim engellenmiştir” yazısını göremezsiniz. Yasakları ve kuralları sevmeyiz, kuralları çiğnemeyi severiz. Kuralların çiğnediği insanlar da bizi sever. Playstation oyunları çok mu pahalı? Çözülmesi imkansız denilen sistem bile bize vız gelir. Çünkü karşımıza çıkan her duvar tüylerimizi diken diken eder. İçimiz rahat etmez. Ta ki o kilit kırılana kadar uyumaz, yemez […]]]>
Biz hackerlar engellenmeyi sevmeyiz. Bilgisayarımızda “erişim engellenmiştir” yazısını göremezsiniz. Yasakları ve kuralları sevmeyiz, kuralları çiğnemeyi severiz. Kuralların çiğnediği insanlar da bizi sever.

Playstation oyunları çok mu pahalı? Çözülmesi imkansız denilen sistem bile bize vız gelir. Çünkü karşımıza çıkan her duvar tüylerimizi diken diken eder. İçimiz rahat etmez. Ta ki o kilit kırılana kadar uyumaz, yemez içmez uğraşırız. Ve onu kırarız.

İşte bu en zayıf yanımızdır aslında. Çünkü sistem bunu kullanır ve bize bir sürü kilit sunar. Bu kilitleri çözmeye uğraşırken bir de bakarız ki bir duvar örülmüş etrafımızda. Ki bu duvar en tehlikelilerindendir; onu kolay farketmeyiz. Sokaktaki sesleri, engellenmişlerin ve ezilmişlerin seslerini duymayız çünkü önümüzdeki o kilidi kırmamız gerektiğini düşünürüz. Biz bilgisayarın ekranına kilitlenmiş ve dışarıdaki sesi duymazken sistem sömürüsünü sürdürür.

Peki ya bizim karşımızdaki kilidi kuranlarla dışarıda haykıranları ezenler aynıysa? Aynı sistem sokağa çıkanları kovalarken internette korsanlık yapanı sonsuz bir kovalamacanın içine hapsediyorsa?

Telefon 1 kuruş bile elektrik harcamazken jeton 5 lira mı? Buzdan jeton yapıp yurt dışını bile ararız. Otoritelerin buharlaşan jetonumuzu bulamayıp kafayı yemesi de bize ayrı bir keyif verir doğrusu. Kırmak kadar önemli olan yakalanmamaktır. Yakalanırsan bir daha kıramazsın çünkü.

Düşün ki sokağa çıkmadık ama yakalanmamak için kaçtık. Değişik bir his doğrusu. Paranoya gibi bir şey. Bir takıldın mı vay haline. Kaçan yok, kovalayan yok ama sürekli peşindelermiş gibi bir his, aklınsa hala yakalanmama peşinde.

İnternetin kapıları açılırken gıcırdamaz. SMS ile olta atar, şişman balığı yakalarız. Kedi gibi sessizce sokulur, QR koduyla patronun hesabından oluklarız. Sonra sanki o banka hesabı hepimizden çaldıklarıyla dolmamış gibi, hemen “hırsız” diye bağırmaya başlarlar. Ne yaygara ama!

Ama korsanın laneti açgözlülük. Yaşamak için çalmak başka, bitcoin patronu olmak başka…

Tabi ne kadar maharetli olursan, o kadar çok kırmak istersin. Bir de o yanı var bu doymazlığın. Ama yanlış bir adımda sistemin eline düşersen sistem sana acımaz ve ruhunu çalar. Alır seni ya kodese tıkar ya da beyaz hacker (sanal polis gibi bir şey) yapar.

Bazılarımız isimsiz kalmayı sever. Otoriteyi sarsan anonim hackleri konuşulurken uzaktan izler. Bu davranış bencillikten uzak görünür ve ayrıca güvenlidir. Bir düşünün; bir dev bir yerden yumruk yiyor ama yumruğun nereden geldiğini görmüyor. Korkmaz mı?

Korkar. Korktuğu için güvenlik bütçesini artırır. Güvenlik uzmanlarının maaşı artar. Güvenlik firmalarının hisselerinin değeri artar. Daha çok erişim engeli, daha çok güvenlik soruşturması, firewall, VPN, antivirüs.

Bu yazı da büyük sistemi hackliyor aslında. Hiç de karmaşık bir döngü içermiyor, gayet basit, anlaşılır bir ilkesi var. Kopyalanabilir, çoğaltılabilir ama isimsiz değil: Anarşizm!

* Big Lebowski’nin sonundaki replikten bozma.

 

]]>
Bilinmeyen Oyuncular, Bilindik Oyun: PUBG https://inadina.org/bilinmeyen-oyuncular-bilindik-oyun-pubg/ Wed, 30 Oct 2019 10:12:47 +0000 http://inadina.org/?p=500

PUBG (Player Unknown BattleGround) yani Bilinmeyen Oyuncular Savaş Alanı. Birçoğumuz bu oyunu çok iyi biliyor ve oynuyoruz. Oynamayanlar ise bir şekilde, bir arkadaşından vs duymuştur; duymamış olmak neredeyse imkansız. Oyun, biz gençler arasında o kadar popüler yani. Yine de oyundan biraz bahsedecek olursak: Oyunda 100 oyuncu bir uçakla mevcut haritalar üzerinden geçiyor ve istediği yere […]]]>
PUBG (Player Unknown BattleGround) yani Bilinmeyen Oyuncular Savaş Alanı. Birçoğumuz bu oyunu çok iyi biliyor ve oynuyoruz. Oynamayanlar ise bir şekilde, bir arkadaşından vs duymuştur; duymamış olmak neredeyse imkansız. Oyun, biz gençler arasında o kadar popüler yani. Yine de oyundan biraz bahsedecek olursak: Oyunda 100 oyuncu bir uçakla mevcut haritalar üzerinden geçiyor ve istediği yere paraşütle atlıyor. En kısa sürede en iyi silah ve ekipmanlarla hayatta kalmak temel amaç. Savaş sonunda hayatta kalan son kişi ya da takımdansanız “kazanıyorsunuz” ve “çorba parası”na kavuşuyorsunuz. (Oyunu kazanırsanız bunun ne anlama geldiğini anlayacaksınız!)

Oyunun hem PC hem mobil versiyonu bulunmakta, yani yaşamımızın bütün alanlarında, internet erişiminin olduğu her an oynanabilir bir şekilde tasarlanmış bir oyun. O kadar ilgi görüyor ki günün hangi saatinde girerseniz girin, en az 1 milyon erişim olduğunu görebilirsiniz. Hem yaşadığımız semtlerdeki internet kafelerde hem dünya çapında sürekli düzenlenen turnuvalarda… Bu oyunu oynayabilmek için bir hesap sahibi olmak gerekiyor tabi. Oyun için açılan bu hesap elbette ücretli, özellikle biz liseliler için oldukça pahalı bi fiyattan bahsediyoruz.

Oyunun yapımcısı ve PUBG Corp’un sahibi Brendan Greene sadece hesap açma üzerinden ödediğimiz parayla yetinmiyor, özellikle reklamlar ve farklı sektör ürünlerinde PUBG’yi bir marka olarak kullanıyor. Oyun adına basılan tişörtler, oyunu cep telefonlarında daha rahat oynayabilmek için üretilen konsollar, hatta oyun içerisinde kullanılan silahların airsoft versiyonları, cosplay giysiler, çantalar, ayakkabılar… Anlayacağınız PUBG şimdiden bir sektör haline dönüşmüş durumda.

Aslında PUBG; Fortnite, Apex Legends, Arma 3 gibi benzer Battle Royale oyunlardan sadece biri. Bu tarz oyunlar bir süredir eSpor diye isimlendirilen oyun türlerinin başında geliyor. eSpor, özellikle son zamanda yaşadığımız topraklarda da popüler hale geldi. Öyle popüler oldu ki seçimlerde propaganda malzemesi olarak bile kullanıldı. Oyunu oynayan belediye başkan adaylarının eSporla ilgili vaatleriyle dolu bildirileriyle yerel seçim sürecine eSpor damgasını vurdu!

PUBG’nin de bir parçası olduğu eSpor oyunları, kapitalizmin yüzünü döndüğü yeni bol kazançlı alanlardan biri. 2017 yılından bir istatistiğe göre, 194 milyon kişi bu tarz oyunları oynuyormuş. PUBG ve PUBG gibi oyunların, bu oyunların sahibi olan (Riot Games, Activision Blizzard, Valve, Wargaming gibi)şirketlere kazandırdığı para 650 milyon dolar. 2020’de oyun oynayan kişi sayısının 303 milyona, şirketlerin kazanacağı paranın ise 1,5 milyar dolara çıkması bekleniyor. Bu denli yüksek bir ranta sahip oyun sektöründe, aslında bu şirketler bizimle oyun oynuyor. Yani oynadığımız her oyunda birilerini daha fazla zengin ediyoruz.

Savaş Alanına Çevrilen Yaşamlarımız

Oyunun esin kaynağı ve aynı zamanda türünün ismi olan, 2000 yılında vizyona giren Battle Royale filmini incelersek bizlere ne tür bir yaşam biçimini empoze etmek istediklerini daha iyi anlarız. Filmde 42 öğrenci bindikleri okul otobüsünden kaçırılarak ıssız bir adaya götürülüyor. Öğrenciler gözlerini açtıklarında boyunlarında elektronik birer kelepçe buluyorlar ve kendilerini kaçıran kişiler tarafından ölümcül bir oyuna sürükleniyorlar. Oyun ise kendilerine verilen az miktarda yiyecek ve çeşitli silahlarla birbirlerini -son bir kişi kalıncaya dek- öldürmelerini emrediyor. E tabi sona kalan kişi, ölen onca öğrenciye rağmen hem oyunu “kazanmış” hem de “hayatını kurtarmış” oluyor.

Bir yerden tanıdık geldi, değil mi?

Şimdi bir oyun düşün! Oyunun server’ı bizim için sabah gözümüzü açtığımız anda açılıyor, henüz ana ekranda kuşandığımız itemler ise sabahın köründe kalkıp hazırladığımız çantamız. Gittiğimiz okullar, oyunda giriş yaptığımız farklı map’lerden sadece biri. Oyunda ne kadar seviye yükseltirsen rekabetin zorluk seviyesi o kadar artıyor. Üst sınıflara çıktıkça daha güzel okullar, daha iyi bölümler kazanabilmek adına rekabet artıyor. Ve sistem bizi bizim gibi olan diğer öğrencilerle, arkadaşlarımızla rekabet etmek zorunda bırakıyor; kazanmak ve hayatımızı kurtarmak için.

Bu savaş alanında kapitalizmin ve devletin bize sunduğu şeyleri kazanabilmemiz için ne paylaşmalı ne de bir başkasıyla dayanışmalıyız. Aksi takdirde oyundan atılmamız çok büyük bir olasılık haline geliyor. Yani her sabah, PUBG’nin öğrenci versiyonuna uyanıyoruz anlayacağınız!

İş bununla da kalmıyor; yaşadığımız ve her yanı savaşlarla dolu olan dünyada eline silah almayı, bir insanı öldürmeyi, bunu bir amaç olarak görmeyi normalleştiriyorlar. Mesela oyunda 100 insan öldürme kotasını doldurursak çok özel bir hediye kazanıyoruz. Bu bizim günlük yaşantımızda devletin üzerimizde uyguladığı, özellikle okul ve kışla gibi yerlerde kullandığı militarist yöntemi normalleştirmemizi ve verilen her görevi, her misyonu -sonunda alacağımız sözde ödülleri düşünerek- gözü kapalı yapmamızı sağlıyor.

Rekabet ve bencillik odaklı ilişki biçimlerini normalleştiren, itaatkar olmamızı hedefleyen, tek amacı kazanmak (bu da böyle bir sistemde hayatta kalmakla aynı anlama geliyor) olan bu tarz oyunlarla neyi kaçırıyor olduğumuzu unutmamak lazım. İçinde bulunduğumuz gerçekliği…

Anlatmaya çalıştığımız bütün olumsuz özellikleri ile bizi bu denli içine çeken PUBG vb. oyunlardan kazandığımız çorba parası, açlığını çektiğimiz paylaşma ve dayanışma dolu dünyada kimin karnını doyuracak?

 

]]>