KaraTahta’da “Yeşilçamın Anarşistleri” Aktarımı Yapıldı

Kara Tahta’da  “Yeşilçam’ın Anarşistleri” aktarımı Gürşat Özdamar tarafından gerçekleştirildi.

Aktarım, 1895’lerde Lumiere Kardeşler’den, Laterna Magique’lerden bugüne sinemanın ne kadar yol aldığına değinilmesiyle başladı. Bildiğimiz üzere, ABD’deki Kaliforniya eyaletinde Los Angeles kentinde bulunan Hollywood, film endüstrisi ile özdeşleşmişti.

Yeşilçam ise bir bölge değil, Beyoğlu’nda bir sokaktan ibaretti. Onu bu kadar öne çıkartan ise 60’lardan itibaren sinema şirketlerinin yazıhanelerinin bu sokak ve zamanla çevresindeki sokaklarda yer alıyor oluşuydu. Peki öyleyse, Yeşilçam Sineması deyince aklımıza gelmeliydi? Peki Yeşilçam’ın Anarşistleri?

Bu topraklarda toplumcu gerçekçi filmlerin ilk örneklerinden biri olan Susuz Yaz filmiydi. Film yöre insanıyla birlikte oluşmuştu. Yalnızca ekoloji-toprak-mülkiyet değil toplumsal cinsiyet rolleri eleştirileriyle doluydu. Halit Refiğ’in Şehirdeki Yabancı filmi, Zonguldak maden ocağında çalışan bir mühendisin patronlardan yana olmayıp işçi haklarını savunan mücadelesi ile öne çıkmaktaydı. Atıf Yılmaz da çektiği pek çok filminde özellikle toplumsal cinsiyet meselelerine değindi. Kara Tahta’da Ah Belinda, Asiye Nasıl Kurtulur başlıca filmlerinden sahneler izlendi. Tuzla deri atölyelerinde çalışan işçilerin yaşamını konu alan Çark filmi de döneminin önemli filmleri arasında gösterildi. Mağlup Edilemeyenler filminde, kirli ilişkiler içindeki zenginlerin çocuklarının bir kadına tecavüz olayını peşine giden bir gazetecinin öyküsü anlatıldı. Gelin, Düğün, Diyet üçlemesinin hem ataerkiyi, hem otoriteyi, hem de kapitalizmi hedef aldığı vurgulandı.

Kentleşmeyle beraber filmlerin odağındaki karakterlerde de değişim başlamıştı… Canım Kardeşim filmi, yoksulluk içindeki sıradan insanların etkileyici bir öyküsüne tanık eder bizi. Sistem, televizyonu “çalmak”tan başka bir seçenek bırakmamıştır.
Yılmaz Güney’in Umut filmi, at arabacılığı yaparak geçinmeye çalışan insanların öyküsüydü. Yaşar Usta’nın unutulmaz repliği de bugün hala içimizi ısıtan bir efsanedir. Bu denli sevmemizin nedeninin, aslında bizim ağzımızdan çıkan ya da çıkmasını arzu ettiğimiz sözlerin söylenmiş olması olabileceği konuşuldu.

Gürşat Özdamar, bir tezden söz etti. Bu, oyuncu Kemal Sunal’ın yıllar sonra bitirmeye karar verdiği radyo-tv bölümüne sunduğu bitirme teziydi. Bu tezde Kemal Sunal, yıllar boyunca canlandırdığı Şaban karakterini anarşist olarak nitelemişti.
“Şaban, İlyas Salman gibi terbiyeli bir karşıt değildir. Şener Şen için düzen bir araçtır, Şaban’la karşılaştığında paniğe kapılır, Şaban’ın yıkıcılığı pek tamir edilmez. Bugün hala Şaban filmleri izleniyorsa bu anarşist yıkıcılığa eşlik etme isteğindendir.”

Muhakkak sayılan örneklerin dışında da filmler olmuştu, ama sisteme karşı duruş yalnızca beyazperdede mi, yalnızca rol icabı mı olmuştu? Elbette hayır.

Işıkçısından başrol oyuncusuna, setçisinden kameramanına kadar yüzlerce sinema emekçisi kendi özörgütlülükleri ile 1977’de İstanbul’dan Ankara’ya bir yürüyüş gerçekleştirmişti. Hem öyle yalnızca kendi hakları için değildi bu, bütün baskıcı “düzen”in değişmesi için de yapılmıştı bu yürüyüş.

Aktarım şöyle devam etti:

“Sinemada anarşizmi yalnızca konularda değil üretim ve tüketim ilişkilerinde değişimde de aramak gerektiğinin iyi bir örneğidir bu yürüyüş. Yakın zamanda, bağımsız sinemacıların, piyasadan tamamen bağımsız ve hatta ona alternatif film üretim ve dağıtım arayışları olduğunu biliyoruz.

Barış İçin Sinema girişiminin 2003 yılında gerçekleştirdiği %100 Barış film projesi için gerçekleştirilen Bahçeşehir Sinema Kampı, bu çabaların önemli örneklerinden birisidir. Bu kampta üretilen onlarca film bütünüyle kolektif olarak tamamlandı, bir filmin tek bir sahibi yoktu, her bir film kampta bulunan herkesin düşüncesi ve emeğiyle kolektif olarak gerçekleşti. Üstelik bu proje bir yarışma değildi ve herhangi bir ödül de içermiyordu.

Benzer biçimde, Anti-Kapitalist Reklam Filmleri projesi de yaşantımızı bunaltan reklamlara karşı hem sanatsal bir üretimi hedefliyordu ama ondan daha da önce doğrudan bir eylem biçimiydi.

İhsan Yüce’den söz ederek aktarımı sonlandırmak istiyorum. İhsan Yüce bir çok Yeşilçam filminin senaryosunu yazmış bir karakter oyuncusu. Örnek vermek gerekirse, Kibar Feyzo’nun ağasını alt ettiği sahneleri yazan, onu akıl eden bir insan. Ağanın şapkasına oturan, onun yüzdüğü havuza işeyen Feyzo, aslında ağanın simgelediği bütün otoriteleri, hiyerarşiyi, iktidarı yere çalıyor.

Belki o zamanlar İhsan Yüce kendisinden anarşist olarak söz etmiyordu. Çünkü anarşist sözcüğü bu topraklarda ne yazık ki uzun yıllar boyunca sevimsiz bir biçimde tanımlandı. Zaman zaman bilmeyerek, zaman zaman da bilerek!

Ancak günümüzde anarşist düşünce, anarşist örgütlülük sayesinde topluma daha kolay ulaşıyor ve onunla daha dolaysız bir etkileşim halinde. Kimbilir, çok da uzak olmayan bir gelecekte, kendine anarşist diyen sinemacıları daha çok konuşuyor, onların oynadığı ya da yönettiği filmleri daha çok izliyor olabiliriz. Bu bir hayal ya da temenni olmaktan çok, gerçekten de kapitalist sinemadan kurtulmak için de bir ihtiyaç, kapitalizmden kurtulmak için de bir zorunluluk.”

Yaşadığımız coğrafyanın sinemasından farklı örneklerin de yorumlanması ve tartışılmasıyla aktarım sona erdi.