Uluslararası Su Şebekesi

25 Haziran 2014
5 dakika okuma

2009’dan beri iki kez İstanbul’da toplanan uluslararası su kongrelerini sadece medyadan, örneğin NTV’nin Yeşil Ekran programından izlediyseniz, bu kongrelerin sanki “su kaynaklarını” korumak için çalıştığını düşünmüş olabilirsiniz. Verilen demeçlerden duyduğunuz kadarıyla, uzmanlar ve bürokratlar durumun ne kadar vahim ve de acil olduğunu anlatmış, politikacıları ve şirketleri ikna etmiş, onlar da hizmet aşkıyla bir an önce su projelerini hayata geçirip denetimleri artıracaklarını açıklamışlardır. İmzalar atılır, fotoğraflar çekilir, 5 yıldızlı otellerden check-out yapılırken faturalar Truva Atlarına, büyük inşaat ve enerji şirketlerine kesilir. Bu sırada medyadan görmediğiniz şey, kongrenin esas amacını bilenlerin protestolarıdır.1

Bu konferansların ilk büyük örneği olan, Birleşmiş Milletler’in düzenlediği 1992 Uluslararası Su ve Çevre Konferansı’nda su bir meta olarak tanımlanmış2 ve hemen ardından IMF ve dünya bankası, gelişmekte olan ülkelere suyun özelleştirilmesini dayatmaya başlamıştır. 90’ların sonunda özelleştirmenin adı kötüye çıktığında ise suyun ticarileştirilme süreci, kamu ortaklıları ya da bizdeki bilinen adıyla Yap-İşlet-Devlet modeliyle dayatılmaya başlandı. Bu süreçte 70’e yakın üçüncü dünya ülkesi su hizmetlerini özelleştirdi.3 2002 yılına kadar hızla büyüyen su pazarı, bu dönemde nüfusun sadece %5’i suyunu küresel şirketlerden aldığı halde, petrol sektörünün %40’ı kadar gelir getirmişti.4 Bu devasa pazarda rekabete giren ulus ötesi şirketler, ortak çıkarlarını gözeten yasaları çıkarmak ve aralarındaki paylaşımı düzenlemek için bu kongrelere genişleterek devam ettiler.

Küresel ölçekte suyun yönetimi için oluşturulan ilk yapı olan IWRA, Dünya Su Konseyi’ni (WWC) kuran kurumların başında gelir. IWRA 110 ülkeden 1400 civarında şirket, kurum ve birey statüsünde üyeye sahiptir. Konseyin Türkiye’den de 40’a yakın üyesi vardır. Bu üyeler arasında DSİ, İSKİ, GAP gibi kamu kurumları, Su Vakfı gibi vakıflar ve su alanında faaliyet gösteren inşaat şirketleri vardır.

WWC’nin içinde, Suez, Vivendi, Behtcel ve RWE gibi dev su şirketleri ile birlikte 300‘e yakın örgüt ve çok sayıda STK yer almaktadır. WWC’nin görevi, “21. Yüzyılda Yaşam ve Çevre için Dünya Su Vizyonu”nu geliştirmektir. WWC bu amaçla, üç yılda bir Dünya Su Forumları düzenler. 2000 Lahey Forumunda, WWC, Dünya Bankasının önerdiği ve AB Su Çerçeve Direktifinin temelini oluşturan “Bütünleşik Havza Yönetimi”nin tüm dünyada uygulamaya geçirilmesini sağlama ve izleme kararı aldı.5 2009 yılında İstanbul’da düzenlenen Dünya Su Forumuna, Doğa Derneği ve WWF başta olmak üzere, su alanında proje üreten ve uygulayan, fon ve hibelere bağlı çalışan STK’lar da aktif katılmıştı.

Küresel kapitalizmin suyu ticarileştirme arzusu, bu kongrelerde yasa taslakları ve ihalelerle tatmin oluyor. Bu kongrelerde alınan kararlar bize borulara hapsedilmiş nehirler ve kapaklı şişede satılan su olarak geri dönüyor. Kırsal üretim alanlarında ise devlet kontrolüne ulus ötesi şirketlerin kontrolü ekleniyor.

1993 yılında, Dünya Bankası’ndan alınan kredilerle, DSİ’nin verdiği sulama hizmeti sulama birliklerine aktarıldı. 22 Mart 2011’de çıkan yeni bir kanunla, gerçek ve tüzel kişilere devredilebilir yapılara dönüştü.6 Yap-İşlet-Devret temelinde yürüyen bu yapılar, şirketlerle sözleşme imzalayarak, tesislerin bakım ve işletimini özel sektöre verebilecek. Su şebekesi dağıtım ve arıtma hizmetlerinde de uygulanmakta olan bu özelleştirme modeli ile devlet kurumları, Dünya Bankası gibi ulus ötesi finans kurumları, özel sektör ile birleşerek sömürüyü artırıyor. Kalkınma ajansları ve şirket-STK ortaklığında (örneğin Tema-Borusan işbirliği gibi) kırsal kalkınma projeleri7, bazı köy sulama birliklerine hibe ve kredi sağlamaktadır. Örneğin Batman içme suyu şebekesi ve biyolojik arıtma tesisi için, Alman Kalkınma Bankası KfW finansman sağlamıştı.8 Bu hibe ve kredi bağlantılarında, genellikle ulus ötesi bir şebekenin içinde çalışan çevre koruma derneklerinin, vakıflarının aracılığı ve danışmanlığına rastlanmaktadır.

Ulus ötesi şirketlerle devleti ve çevreci dernekleri birleştiren bu şebekenin dışında kalan sadece kendiliğinden halk örgütlenmeleri ve onları destekleyen yaşam savunucuları oluyor. Bu örgütlenmelerin sesini duymak için televizyonunuzun sesini kısmanız gerekiyor çünkü NTV’nin sesi biraz çatlak çıkıyor. Zaten Doğuş Holding’in televizyonu NTV, 27 baraj, enerji ve boru hattı projesi olan Doğuş İnşaat9’ın üyesi olduğu Dünya Su Konseyi’nin kongresini başka nasıl duyurabilir ki?

Patika Dergisi 1. Sayı

 

Kaynakça

1 STHP’den 2. İstanbul Uluslararası Su Forumu protestosu http://ekolojiagi.wordpress.com/2011/05/03/sthpden-2-istanbul-uluslararasi-su-forumuna-karsi-basin-aciklamasi-%E2%80%9Csermaye-elini-suyumuzdan-cek%E2%80%9D/

http://www.un-documents.net/h2o-dub.htm

3 http://www.ibon.org/includes/ffe/ffsr_20080731.SR_Corruption_water.pdf

http://www.thejakartapost.com/news/2002/11/12/water-a-precious-tradable-commodity.html

http://www.worldwatercouncil.org/fileadmin/wwc/Library/Publications_and_reports/Visions/CommissionReport.pdf

http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.6172&sourceXmlSearch=657&MevzuatIliski=0

7 Haziran 2010 – Borusan ve Tema Vakfı yeni bir kırsal kalkınma projesine daha imza atıyor http://www.borusanmannesmann.com/basin-odasi/basin-bultenleri.aspx

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/09/20110915-1.htm

http://www.dogusinsaat.com.tr/dogusinsaat/tr/projeler/barajlar-ve-enerji.aspx