Hızlı Tüket Genç Tüken

Tarih 1916’yı gösterdiğinde Kansas’ta büyük, beyaz bir yapı kurulmuştu. Bembeyaz
duvarlarında “Hem Temiz Hem Leziz”, “Sağlıklı Beslenmek İçin Her Gün White Castle”
yazan bu dükkan, oluşacak büyük bir zincirin ilk halkasıydı. Patronlar çalışanlarına
yönelik yayınladığı “Sıcak Hamburger” gazetesiyle, herkese burgerlerin en hızlı nasıl
hazırlanacağını ve satışların nasıl artırılacağını anlattı. Böylece müşterilerin beklemeden
satın alabilmeleri ve istedikleri yerde yemek yiyebilmeleri sağlandı.
White Castle’in yalnızca 5 kuruşa mal ettiği burgerler şirketi kısa sürede büyütmüş ve
patronları zenginleştirmişti. White Castle’dan önce kurulan gıda sektöründeki pek çok
kafe isimlerinin yanına “Castle”yi eklemişler ve işleyişlerini hızlandırmaya başlamışlardı.
Değişen yemek kültürüyle birlikte patronlar da hızlı bir yaşamın hakim olduğu Amerika’da
yatırımını fast food sektörüne yapmıştı.
1940 yılına gelindiğinde Richard ve Maurice McDonald kardeşler, adından da
tanıyacağımız üzere McDonald’s’ı kurdu. Nasıl en hızlı olabileceği konusundaysa White
Castle’dan daha ileri gitmiş ve şirketin tüm planlamasını özel bir tenis kortu üzerine
çizerek defalarca çalışmışlardı. En hızlı burgeri üretmek istiyorlardı. Çatal ve bıçak
bulunmayan dükkanlarda en büyük iddia “hız” idi. Yıllar içerisinde farklı bölgelerde yeni
McDonald’slar, Burger Kingler, KFC’ler açıldı… Ve her şey daha hızlı üretildi.
Yemekteki hız giyim sektörüyle de sürdü. ZARA gibi, GAP gibi dünyaca ünlü kapitalist
şirketler fast moda akımını başlattı… Birkaç yıl öncesine kadar bir ürün üzerinden yapılan
üretim miktarı yarıya düşürülerek sınırlandı. Böylece her yeni sezonda “hızla tükenen
ürünleri,” bitmeden alabilmek için sıraya giren müşteriler patronların cebine para
dolduracaktı. Öyle de oldu. Her sezona yeni bir “moda” anlayışı getiren şirketler,
müşterilerinin mağaza kapılarının önünde sıraya girip sınırlı sayıdaki ürünlerini hızla
almak için birbirleriyle yarışmasından çok hızlı kazanır hale geldiler. Aradan bir sene bile
geçmeden yeni ürünleri piyasaya sürüp yeni bir moda algısını yarattılar geçen sene
alınan kıyafetler çöp oldu ve yeni bir alışveriş yarışı başladı. Yemekten sonra buldukları
moda Fast de daha hızlı tüketim anlayışlarından birini doğurdu.
Hız kültürü; yalnızca okul, dershane arası koştururken elimize aldığımız -genelde ucuz
olduğu için de tercih ettiğimiz- bir hamburgeri hızlıca alıp yediğimizde değil; hızla
değişen modayı yakalamak için mağaza mağaza dolaşarak sahip olduğumuz bir t-shirtte
değil. “Hız”, aynı zamanda sabah uyanıp akşam yatana kadar her saat, her dakika, her
saniyemizde.
Sabahları, okula, işe yetişmek için yataktan fırlayarak kalkıyor; hızla giyiniyor ve
uyanamadan evden çıkıyoruz. Geç kaldığımızda yok yazılmamak, işten atılmamak için.
Sanki kaybedecek bir dakikamız bile yokmuş gibi, sürekli bir yerlere yetişmenin telaşıyla
hareket ediyoruz. Sıkış tepiş otobüslerde bizimle yolculuk eden herkesin tek bir amacı
var. Gideceği yere yetişmek.
Bunun çözümü ise daha erken kalkıp yola koyulmak değil, başucumuza kurduğumuz
alarmların sayısını arttırmak hiç değil. Tüm yaşamımızı kapitalizmin tıkırında işleyişine
göre planlıyorken, kaybedecek bir dakikamız bile olmuyor. Okul bitince dershane,
dershaneden sonra özel ders, sonrasında ödevler… Hızla geçiyor zaman.
Her geçen saniye kapitalizm yeni bir ürünle karşımıza çıkıyor. Üç ay önce çok yüksek bir
fiyata -belki birçok şeyi alamayarak- aldığımız telefonun şimdi yeni bir modeli çıkmış. Biz

henüz borcunu bitirmeden yenisi üretilmiş ve muhtemelen daha uygun bir fiyatla(!) bizi
bekliyor. En son model öyle çok değişiyor ki, bu hıza bir çoğumuz yetişemiyoruz.
Yetişenler ise kapitalizm koşusunun çok ilerisinde koşturanlar.
Hepimiz bu hıza ayak uydurmanın -ya da uyduramamanın- yan etkileriyle yaşıyoruz.
Bugün yaşadığımız bir çok hastalığın sebebi hızlı yaşam; yani kapitalizm. Sinir
bozuklukları, anksiyete bozuklukları; hızla değişen ruh halimiz, stres ve kapıldığımız
buhranlar… Hatta hızla yaşarken düşen bağışıklığımız (hızlı olduğu için tercih ettiğimiz
fast foodların da etkisiyle) sonucunda geçirdiğimiz birçok hastalık.
Bu hastalıkların en büyüğü ise genç yaşta ölmek! Yani anladığımız anlamda ölmek değil;
yaşayan ölüler haline gelmek. Hıza ayak uydurmaya çalışırken kendimizi unutmak;
hayallerimizi, düşüncelerimizi kaybetmek, bir şeyler hissedememek robotlaşmak. Hızlı
yaşayıp genç ölmek!
Her şeyi tüketmemizi istedikleri bu sistemde kendimiz tükeniyoruz. Bizler yaşayan birer
ölü olmamak için bu sistemle kavgalıyız ve paylaşarak, düşlediğimizi eyleyerek kendimiz
olmak istiyoruz. Bu sistemle kavgalıyız, çünkü özgürlüğümüzü istiyoruz.