Giderli Yazılar | Genç İşçi Derneği https://gencisci.org Genç İşçiler Örgütleniyor, Dayanışmayla Büyüyor. Sun, 13 Jun 2021 18:25:10 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.7 https://gencisci.org/wp-content/uploads/2017/12/cropped-cb4e69f7c798867be35e81b6e3af33ca.ico-32x32.png Giderli Yazılar | Genç İşçi Derneği https://gencisci.org 32 32 Köle Değil Kuryeyiz! – Oğuz Arıcan https://gencisci.org/kole-degil-kuryeyiz-oguz-arican/ Sun, 13 Jun 2021 18:24:09 +0000 https://gencisci.org/?p=1344 Korona krizinin başından beri iş yükü oldukça artan ve son zamanlarda sıkça gündeme gelen sektörlerden biri moto kuryelik, diğer adıyla paket servis elemanlığı oldu. 2020 yılının Mart ayından bu yana bildiğimiz kadarıyla 189 moto kurye, patronların “daha fazla hız, daha fazla para” hırsı yüzünden yaşamlarını yitirdi. Sayısını bilmediğimiz fakat çok fazla karşılaştığımız -benim de ufak […]

The post Köle Değil Kuryeyiz! – Oğuz Arıcan first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Korona krizinin başından beri iş yükü oldukça artan ve son zamanlarda sıkça gündeme gelen sektörlerden biri moto kuryelik, diğer adıyla paket servis elemanlığı oldu. 2020 yılının Mart ayından bu yana bildiğimiz kadarıyla 189 moto kurye, patronların “daha fazla hız, daha fazla para” hırsı yüzünden yaşamlarını yitirdi.

Sayısını bilmediğimiz fakat çok fazla karşılaştığımız -benim de ufak tefek de olsa defalarca yaşadığım- kazalar birçok arkadaşımızı sakat bırakıp aylarca çalışamayacak duruma getirdi. Tüm bu olumsuzluklar bir yanda dururken örgütlenmemizin, bir araya gelerek sesimizi yükseltmemizin önüne geçmeye yönelik patron “önlemleri” gün geçtikçe artıyor, dolayısıyla yaşadığımız olumsuzluklar da artıyor. Örneğin sektörün en büyüklerinden olan Yemek Sepeti’nin patronu Nevzat Aydın, yaklaşık 4 ay önce işçi arkadaşlarımız sendikalaşamasın diye iş kolu değişikliğine gitmiş, işçilerini kurye yerine büro çalışanı olarak göstermişti. Bunun getirdiği olumsuzluk sadece sendikalaşamamak olmadı, bugün “sigortalı çalışan” kuryelere aşı önceliği çıkmışken Yemek Sepeti kuryeleri aşı olamayacak. Ki bu şirket Covid-19 konusunda duyarlı olma iddiasıyla “temassız teslimat” modasını çıkarmıştı ki bu konudan da bahsedeceğim birazdan.

Maaşlarımızı asgari seviyede tutup paket başı ücret veren ve bizi ancak çok fazla paket atarsak kazanacağımızla yaşamımızı idame ettirecek durumda bırakanlar; attığımız her pakette bizden yüzlerce kat fazla kazanan patronlar en ufak sağlık sorununda özel hastanelerde istedikleri tedaviyi olabilirken biz paket sayısını artırmak için hızlanıp kaza yapıyoruz.

Çalıştığımız sektörün dikkat dağınıklığına sıfır toleransı olduğunu son 1 yılda yaşamlarını yitiren arkadaşlarımızın sayısından çok iyi anlıyoruz. Elbette bu durum patronların da müdürlerin de umurunda değil… Bizleri günde 12 saat ve hatta Getir gibi şirketlerde 14 saate varan mesai saatleriyle ölüme yollamayı sürdürüyorlar. 13-14 saat direksiyon sallayan hangi insanın dikkati dağılmaz, hangi insan kaza yapmaz ki?

Yemek saatlerimizin dakikalarını hesap eden patronlar, son dakika gelen siparişleriyse (gıda sektöründe çalışanlar çok iyi bilir) ekstra mesai olarak görmüyor.

Yine Yemek Sepeti, virüse karşı “temassız teslimat” adı altında bir paket teslim şekli koydu ortaya, müşteri ile kuryenin arasındaki teması sıfıra indiren bu uygulamayı Yemek Sepeti’nin ardından başka şirketler ve restoranlar da başlattı ve tamamen kuryelere darbe vuran bir uygulama oldu bu. Onca kilometre yemek taşıyıp asansörü olmayan binalarda kan ter içinde katlarca merdiven çıkan ve müşterinin yüzünü bile görmeden, en azından bir “kolay gelsin” cümlesi bile duymadan, eli boş bir şekilde çalıştığı dükkana dönen yine biz olduk. Tamamen müşteri kaybetmemek için atılan bu adım, çoğu şirkette kuryelerin az da olsa aldığında sevindiği bahşişi yok etti. Ayrıca temassız teslimat isteyen müşteriler, götürdüğümüz paketlerin el değmeden hazırlandığını falan mı düşünüyor, hiç anlamıyoruz.

Öfkemiz sadece patronlara değil “yemeğim sıcak gelsin”, “yarım saate evden çıkacağım, acele edin” notlarıyla hızlandıkça hızlanmamızı isteyerek bizleri riske atan, içlerinde gram vicdan kalmamış müşterileredir de. Bizi sömürdükçe sömüren patronların yanı sıra kar kış demeden, verdiği siparişin mesafesine bakmadan kuryenin canını hiçe sayan, paketini kapıya bırakıp gitmemizi isteyerek bizlere yürüyen virüs muamelesi yapan müşterileredir.

Biz trafikte fark edilmeyenler, yokmuş gibi davranılanlarız. Biz kendi siparişini hızlı isteyen müşterinin daha sonra dar bir sokakta hızlı giderken gördüğünde arkasından söylenerek nefret dolu bakışlar attıklarıyız. Her gün onlarca insanla temas etmemize rağmen yaşamları göz ardı edilen, aşı yaptıramayanlarız. Ve artık yeter diyoruz!

Bir yemek azıcık soğumasın diye, bir kişinin planı 2 dakika aksamasın diye daha fazla hızlanmayı kabul etmiyoruz. Daha fazla paket başı ücret için yaşamlarımızı daha fazla tehlikeye atmak istemiyoruz. Örgütlenmemizi engellemeye, yani tekerimize çomak sokmaya çalışan patronlara inat bir araya gelecek, sesimizi daha fazla yükselteceğiz. Çünkü yaşamlarımızın yok sayılmasına artık tahammül edemiyoruz!

Oğuz Arıcan – Genç İşçi Derneği

The post Köle Değil Kuryeyiz! – Oğuz Arıcan first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Patrona Kar, İşçiye İşsizlik Tedbiri https://gencisci.org/patrona-kar-isciye-issizlik-tedbiri/ Tue, 13 Apr 2021 18:45:59 +0000 http://gencisci.org/?p=1298 Bugün itibariyle alınan “tedbirler” gereği iş alanlarımız yeniden kapatıldı. Lebaleb kongrelerin tamamlanmasının ardından ilk işleri, kolaylıkla vazgeçilebilecek iş kollarından birinde çalışan biz restoran, lokanta, kafe, bar işçilerini yine işsiz bırakmak oldu. Birçok işletmenin zaten kepenk indirdiği, birçoğunun ise günü kurtaramadığı iktidar tarafından gayet iyi biliniyorken bu yeni “tedbirlerin” tamamen siyasal olduğu ortada. Halk sağlığını sözde […]

The post Patrona Kar, İşçiye İşsizlik Tedbiri first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Bugün itibariyle alınan “tedbirler” gereği iş alanlarımız yeniden kapatıldı. Lebaleb kongrelerin tamamlanmasının ardından ilk işleri, kolaylıkla vazgeçilebilecek iş kollarından birinde çalışan biz restoran, lokanta, kafe, bar işçilerini yine işsiz bırakmak oldu. Birçok işletmenin zaten kepenk indirdiği, birçoğunun ise günü kurtaramadığı iktidar tarafından gayet iyi biliniyorken bu yeni “tedbirlerin” tamamen siyasal olduğu ortada. Halk sağlığını sözde çok önemseyen iktidarın, kapalı salonlardaki kongrelerini ertelemek gibi basit önlemleri bile almaktan aciz olduğunu, bunun yerine milyonlarca insanı işinden etmekten geri durmayacağını bu yüzden öngörüyorduk. Talebimiz hiçbir zaman maddi bir destek olmadı, gölge etmeseler yeterdi belki…

Neyse ki restoran, lokanta, kafe gibi işletmelere bu süreçte paket servis yapabilme seçeneği lütfedildi. Bu lütufun ilk getirisi kuryelerin iş yükünün artması olacak. Halihazırda zaten hızlı olmaları istenen kuryelerden daha hızlı olmaları istenecek. Bu, daha çok baskı ve iş cinayeti demek oluyor. Zaten bu süreçte türlü zorluklarla iş bulmuş olan işçi, hem şanslı hem de şanssız mı saymalı kendini?

Nisan başında Kısa Çalışma Ödeneği’nin kaldırılması ile işçiye Ücretsiz İzin Ödeneği adı altında komik bir rakamı bile çok görenler, geçim sıkıntılarımızı elbette göz önüne almıyor. Ellerinde sıkı sıkıya tuttukları pandemi koşulları bahanesiyle sokaktaki kalabalık toplanmaları engelleyenler, iş kendi kapalı salon kongrelerine geldiğinde kalabalığı marifet sayıyor. Açlığın sayelerinde azaldığını savunanlar, yaşanan intiharları duymuyor. İşsizlere “iş beğenmiyor” diyenler, iktidar ve patron ortaklığıyla işçiyi Kod29 fişlemesiyle işsiz bırakmaktan söz etmiyor.  Onların “yok” demesiyle koşullarımız bir anda değişmiyor tabi, işsizlik de açlık da yoksulluk da “var”. Ama kime? Yukarıda saydığımız iş yerlerinin Ramazan ayı boyunca kapalı olacağını sadece iki hafta öncesinden öğrenip muhtemelen bugün itibariyle işsiz kalan bizlere, yani milyonlara. İşsiz kaldık diye faturalar gelmeyecek, ev sahibi kira istemeyecek değil ya! Tek seçenek faturayı borçlanarak ödemek, kirayı bir sonraki aya ertelemek olacak. Şimdi işsizlik, yoksulluk, açlık yok mu gerçekten? Artık kimse buna inanmıyor.

İktidar, işsizliğin “yok” demekle yok olmadığını anlamış olacak ki her fırsatta koşullardan halkı sorumlu tutmaya başladı yine. Fahrettin Koca, “Vakaların artmasında sorumlu hepimiziz, 84 milyon!” diyerek işsizliğimizden, yoksulluğumuzdan, açlığımızdan da bizim sorumlu olduğumuzu söylüyor. Yaşamak için dip dibe çalışmak zorunda olan biz işçiler, sınavlara gitmek zorunda olan öğrenciler, toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda olanlar mıyız sorumlu? Yoksa… Gerisini sormaya bile gerek yok, vakaların artışından sorumlu olan iktidardır.

Pandemi sürecinin başından beri virüse yenik düşmeyenler, sisteme yenik düşecek; virüsün öğütemediği işçi kapitalizmle devletin arasında öğütülmüş olacak bu şekilde. Başında “Hayat eve sığar” naraları atanlar bile kendilerine inanmıyor. “Birlikte Başardık” tabelalarının yerini “Birlikte Başaracağız” tabelaları alırken “Yeni Normal” tanımının yeriniyse “Daha Yeni Normal” aldı. “Bitti, ha bitecek, yaza atlatırız…” gibi lafügüzaflar unutuldu.

Erdoğan bugün Kabine Toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, nasıl olsa yine unutulacağını düşünerek bir itirafta bulundu: “Fabrikalarımız mal yetiştirmek için gece gündüz çalışıyor, taleplere yetişebilmek için sürekli yeni yatırımlar yapıyoruz.” Belki kendisi bile ne söylediğini unutacak ama her seferinde pandeminin faturasının kesildiği biz işçiler unutmayacağız. Kar uğruna değersizleştirilen yaşamlarımızın her gününde büyüyen kavgamız, yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağını onlara da hatırlatacak.

– Sergen Saka

The post Patrona Kar, İşçiye İşsizlik Tedbiri first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Ekmek! İlle de Ekmek! Devrime Ekmek Gerek! – Batuhan Çotur https://gencisci.org/ekmek-ille-de-ekmek-devrime-ekmek-gerek-batuhan-cotur/ Thu, 17 Dec 2020 12:46:52 +0000 http://gencisci.org/?p=1176 Gözümüzün içine baka baka bizimle dalga geçiyorlar. Boğazımızdan geçen kuru ekmeğe bile göz dikiyorlar. Koltuklarına kurulmuşlar, yemekten şişirdikleri karınlarıyla kahkahalar atıyorlar. Meclistekilerden bahsediyoruz, bizim seçimimizle mecliste olduğu iddia edilenlerden. Elmastan, pırlantadan, yat ve tekneden özel tüketim vergisi almayıp ezilenin boğazından geçen her lokmadan vergi alınmasına karar verenler, meclisteki vekiller artık boğazımızdan geçen kuru ekmeğe de […]

The post Ekmek! İlle de Ekmek! Devrime Ekmek Gerek! – Batuhan Çotur first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Gözümüzün içine baka baka bizimle dalga geçiyorlar. Boğazımızdan geçen kuru ekmeğe bile göz dikiyorlar. Koltuklarına kurulmuşlar, yemekten şişirdikleri karınlarıyla kahkahalar atıyorlar. Meclistekilerden bahsediyoruz, bizim seçimimizle mecliste olduğu iddia edilenlerden. Elmastan, pırlantadan, yat ve tekneden özel tüketim vergisi almayıp ezilenin boğazından geçen her lokmadan vergi alınmasına karar verenler, meclisteki vekiller artık boğazımızdan geçen kuru ekmeğe de göz dikiyor.

Yaşadığımız topraklarda asgari ücretli çalışan işçiler, 2 bin 324 lira 70 kuruşluk maaşı alabilmek adına vergi ve diğer kesintileri karşılayabilmek için 122 gün çalışmak zorunda kalıyor. Meclistekilerin tuzu kuru. Meclistekiler bizim artık üzerlerine alarm koyulan peyniri alırken ödediğimiz vergi kadar paraya meclis lokantasında üç öğün yemek yiyip ağızlarını temizlemeden ekmeğimize de göz dikiyor.

Mecliste 2021 yılının bütçe görüşmeleri sürüyor. Daha birkaç gün önce Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ülkede yoksulluğun olmadığını söyledi. Sorun yokmuş, refah varmış bakana göre. Bakan çıkıp “Yoksulluk, özellikle aşırı yoksulluk, uluslararası dokümanlarda da ifade edildiği gibi artık Türkiye için sorun olmaktan kalktı. Biz daha ziyade refahı paylaşmayı ve bu süreçteki acil durumlarda vatandaşlarımızın yanında olmayı hedefleyen bir sosyal yardımı önemsiyoruz.” diyebildi. Üstelik çıkıp bir de korona krizinde işsizlik sigortası fonundan işçiden çok patronların yararlandırılmasını savundu. Bakan Selçuk, bu fonun işçilere ait olmadığını ve sadece onlar tarafından kullanılamayacağını söyledi.

Bu sözler iktidarın her anını denetlediği medyada gündem dahi olmadı. Sadece sosyal medyada, hemen her konuda olduğu gibi, iki gün konuşuldu ve unutuldu. Aynı bakanın sorulan sorulara rağmen görmezden geldiği -bir eline iş, bir eline de aş yazarak- intihar eden bir insanın unutulduğu gibi.

Dün mecliste bunlarla yetinmediler. Yalan söylemekten geri durmayan vekiller dalga geçmeye de başladılar. İktidarı eleştiren Engin Altay’ın “Millet aç, herkesin midesine bir şey giriyor, kuru ekmek giriyor.” demesi üzerine iktidardaki partiye mensup bir vekil -anlaşılan durumu kabullenerek- “O zaman aç değiller” diyebildi. Muhalif vekil istediğini almıştı, hemen bunu söyleyen vekile dönüp bu sözlerin geçeceği tutanağı alacağını söyledi. Bunun üzerine bu sözleri sarf eden Şahin Tin kendisini savunarak “Bizi bilen bilir, bilmeyen de kendi gibi bilir.” dedi. Tin’in derdi, söylediği sözlerin sosyal medyada gündemleşme ihtimaliydi.

Onların derdi iktidar. Biri iktidardan düşmemek, diğeri onun koltuğuna oturabilmek için onu iktidardan indirmenin derdinde. Bizim derdimizse ekmeğimiz. İstediğimiz sadece gözlerini diktikleri kuru ekmek değil bizden çaldıkları. Birilerinin aç kaldığı, yoksul kaldığı için intihar etmesini değil herkesin sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürebilmesini istiyoruz ve istediğimizi alacağız. Onlar saraylarda, konaklarda sefahat içinde yaşarken biz bu düzeni kabul etmeyeceğiz. Bundan yıllar önce Kropotkin’in de dediği gibi; bizim görevimiz herkese ekmek bulmak, kimsenin aç kalmamasını sağlamak. “Ekmek! İlle de ekmek! Devrime ekmek gerek!” dedikten sonra Ekmeğin Fethi’nde şöyle söylemişti Kropotkin:

“Burjuvazinin görevi, devrim sırasında, yüce ilkeler, daha doğrusu yüce yalanlar üzerine düşünce üretmektir. Halkın göreviyse herkese ekmek bulmak, kimsenin aç kalmamasını sağlamaktır. Burjuvazi ve burjuvalaşmış işçiler, lakırdıhanelerinde, laklakhanelerinde büyük adam rolleri oynarlarken, ‘pratik kişiler’ yönetim biçimleri üzerine bitmez tükenmez yüksek düşünceler üretirlerken bizler, ‘ütopistler’, ekmek üzerine, bu olmazsa olmaz şey üzerine kafa yormalıyız.”

Evet ezilenler olarak bizim derdimiz herhangi birisinin koltuğu, iktidar falan değil. Bizim derdimiz herkesin boğazından ekmek, sıcak bir yemek geçmesi. Ezildiğimiz, ötelendiğimiz, katledildiğimiz, bir de bunların üstüne dalga geçildiğimiz bu topraklardan başlayarak özgür bir dünya yaratmak için mücadelemize devam edeceğiz.

Batuhan Çotur – Genç İşçi Derneği

The post Ekmek! İlle de Ekmek! Devrime Ekmek Gerek! – Batuhan Çotur first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Ezilenin Her Anı Kriz! – Atakan Polat https://gencisci.org/ezilenin-her-ani-kriz-atakan-polat/ Wed, 09 Dec 2020 17:54:10 +0000 http://gencisci.org/?p=1149 Ezilen bir insanın her anı krizdir. Yüzyıllardır süregelen bir krizin içine doğarız, emeğimizi satmaya başladığımız yaşlarda yükselir bu kriz; saatler, günler derken yaşamımızı satmakla sürer. Yaşamın kendisi bile krize dönüşür, dönüştürülür. Hep duyarız ya “krizin yükü” laflarını; yaşamak bir yüke dönüşür biz ezilenler için. Ödenemeyen fatura, çıkamayan cep harçlığı, alınamayan kitap, yürüdükçe batan nasır, çalışmakla […]

The post Ezilenin Her Anı Kriz! – Atakan Polat first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Ezilen bir insanın her anı krizdir. Yüzyıllardır süregelen bir krizin içine doğarız, emeğimizi satmaya başladığımız yaşlarda yükselir bu kriz; saatler, günler derken yaşamımızı satmakla sürer. Yaşamın kendisi bile krize dönüşür, dönüştürülür. Hep duyarız ya “krizin yükü” laflarını; yaşamak bir yüke dönüşür biz ezilenler için. Ödenemeyen fatura, çıkamayan cep harçlığı, alınamayan kitap, yürüdükçe batan nasır, çalışmakla bükülen bel… Ezilenlerin üniversite diploması bile işsizlikle krize dönüşür çoğu zaman. Hepsi krizdir ve hiç azalmaz krizler.

Ezilen bir insanın her anı krizdir. İktidarların ekonomik krizleri de eklenir üstüne ama bu krizler istemsizce gelişmez. İktidarlar büyümek, daha çok kazanmak ve sömürmek için kullanır krizi; zenginler zenginleşir, fakirler fakirleşir.

Bugün yine bir krizdeyiz, bu kez korona krizinde. Belki birçoğumuz bir sağlık krizinin içinde olduğumuzu düşünmüş olsak da çalıştığımız mekanlar kapatılınca hepimiz meselenin iktidarlar için ekonomik olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Bir gecede açıklanan yeni yasaklarla kafelerin, restoranların, barların kapandığını ve işsiz kaldığımızı öğrendik. Öğrendik ama her yer açıkken on binlercemizin çalıştığı mekanların neden kapandığını öğrenemedik.

Korona krizinde birçok yasak getirilmişti. Ve bu yasaklarla yaşamları en çok alt üst edilen kesimlerdendik kafelerde, restoranlarda, barlarda çalışan işçiler olarak. Sadece işsiz kalmak da değildi sorun. Kısa çalışma ödeneği adı altında paralar dağıtılacak denildi ama şartları uygun olanlarımıza. Şartlarımız uygunsa yani biraz şanslılardansak da aldığımız kısa çalışma ödeneğiyle hangi ihtiyacımızı nasıl karşılayacağımızı bilemez haldeydik. Ama lütufmuş gibi gösterilen kısa çalışma ödeneğinin aslında çalıştığımız her gün için devletin maaşlarımızdan çalarak oluşturduğu işsizlik sigortası fonundan karşılandığını biliyorduk. Yani devlet bizden çaldığını bize istemeye istemeye geri vermek zorunda kalırken bile yaşamlarımızı ona borçluymuşuz gibi göstermeye çalışıyordu.

Bir de bu krizde işçileri işten çıkarmanın yasak olduğu söylenmişti. İyi de zaten çoğumuz sigortasız olarak çalıştırılıyorduk… Patronlar istedikleri zaman istedikleri gibi bizi işten çıkarıyordu. Korona krizinde de sigortasız çalıştırılan biz kafe, restoran ve bar işçileri ilk gözden çıkarılanlar olduk. “Resmi olarak” çalıştırılmadığımız için işten çıkartılmamız da yasak değildi. Sigortalı olanlarımızın yaşadıkları da pek farklı olmadı. Çünkü işten çıkartmak yasaktı ama “maaşını ödemem” tehdidiyle istifa mektubu imzalatmak yasak değildi. İşinden istifa eden, etmek zorunda bırakılan işçilere ilişkin herhangi bir sayı bulabilir misiniz? Devletin herhangi bir kurumu buna ilişkin bir veri açıklayabilir mi? Açıklamaz çünkü bu bizi, emeğimizi, geleceğimizi sömürenlerin işine gelmez.

Şu an bir krizdeyiz ve kenarda köşede birikmiş beş kuruşumuz yok. Çünkü günlük kazanılan para günlük harcanır ve bir günde kazandığımız para birikmeye yetmez. Yola gider, yemeğe gider, telefon faturasına gider… Birikmiş beş kuruşumuz yoksa da işsiz kaldıktan birkaç gün sonra Türkiye standartlarında sağlıklı ve dengeli beslenmek için ayrılması gereken bütçenin ortalama 2 bin 447 lira 72 kuruş, zorunlu ihtiyaçlar için ayrılması gereken bütçenin ortalama 7 bin 973 lira olduğunu öğrendik. Sigortasız çalışan binlerce kafe, restoran ve bar işçisi olarak zaten her güne günü kotarmak için uyanıyoruz ancak devletin sigortalı olanlarımıza bu yasaklarla “lütfettiği” 1.500 liralık kısa çalışma ödeneği de bu standartların yakınından geçmeye bile yetmiyor.

Elimizdekiler yaşamak için yeterli olmayınca, olmayan parayı harcıyor; bankalara borçlanıyoruz. Borçlarımızı ödeyemedikçe daha da çok borçlanacağız. Biz borçlandıkça bankaların sahipleri ve onlarla el sıkışan devlet kazanacak. Milyarder bilmem kimin bu dönemde servetini şu kadara katlaması, TÜİK verilerine göre ekonominin yüzde 6.7 büyümesi de bu kazanmanın bir sonucu. Sadece yaşadığımız topraklarda değil bütün coğrafyalarda böyle bu durum. Temmuz 2020’nin sonunda dünyanın en zengin yaklaşık 2 bin 189 kişisinin serveti 10.2 trilyon dolara ulaşarak rekor kırdı. Sadece milyarderlerin milyarları artmakla kalmadı, milyarderlere yeni yeni milyarderler eklendi. Sömürenlerin daha rahat sömürmesi için işsizlere işsiz, fakirlere de fakir eklendi.

Ezilen bir insanın her anı krizdir. Peki kim ister krizle yaşamayı? Kimse istemez. Krizleri yok etmek için iktidarların adaletsiz olduğunu bilmek ve adil olan dünyayı yaratmak için bizim gibi ezilenlerle birlikte sokağa çıkmak gerekir. Emma Goldman yıllar önce şunları söylemişti: “İş isteyin. İş vermezlerse ekmek isteyin. Ekmek de vermezlerse ekmeğinizi alın.” Onların; elimizden işimizi, ekmeğimizi, geleceğimizi alanların istediklerimizi vermeyeceği apaçık ortada. Bir araya gelmedikçe, omuz omuza vermedikçe ihtiyaçlarımızı karşılayamayacağımızı biliyoruz. Hal böyleyken, tarih boyunca olduğu gibi bugün de: Vermeyecekler, Alacağız!

Atakan Polat – Genç İşçi Derneği

 

The post Ezilenin Her Anı Kriz! – Atakan Polat first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
İzahı Olmayan Şeylerin İsyanı Olur! – Doğuş Özdemir https://gencisci.org/izahi-olmayan-seylerin-isyani-olur-dogus-ozdemir/ Sun, 06 Dec 2020 08:49:12 +0000 http://gencisci.org/?p=1145 Zaten kötü durumda olan biz öğrencilerin ve işçilerin yaşamı Covid19 ve tedbir olarak gösterilen yasaklarla beraber iyice çöküş noktasına geldi. Gerek maddi gerekse manevi sıkıntıların tavan yaptığı bu dönemde devlet “tedbir almış” gibi görünmenin ötesine geçemiyor. Sözümona bilimi, tekniği, teknolojiyi olabilecek en uç noktaya taşıdığı iddiasıyla, bizlerin düşüncelerini ütopik, gerçek dışı, ilkel diye yaftalayan kapitalizmin […]

The post İzahı Olmayan Şeylerin İsyanı Olur! – Doğuş Özdemir first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Zaten kötü durumda olan biz öğrencilerin ve işçilerin yaşamı Covid19 ve tedbir olarak gösterilen yasaklarla beraber iyice çöküş noktasına geldi. Gerek maddi gerekse manevi sıkıntıların tavan yaptığı bu dönemde devlet “tedbir almış” gibi görünmenin ötesine geçemiyor. Sözümona bilimi, tekniği, teknolojiyi olabilecek en uç noktaya taşıdığı iddiasıyla, bizlerin düşüncelerini ütopik, gerçek dışı, ilkel diye yaftalayan kapitalizmin biliminin; biz ezilenlerin hiçbir işine yaramadığını bir kez daha gördük.

Bakanlar, devlet personelleri ve patronlar lüks yaşamları sayesinde fiziksel mesafeli steril ortamlarda, keyfi olarak günde 1-2 defa Covid19 testi yaptırabilirken sokağa çıkma yasakları biz işçilerin vardiya saatlerine göre ayarlanıyor. Biz bu süreçte dip dibe çalıştırılırken ağır belirti göstermeden test yaptıramıyor ve ölümle burun buruna gelmeden hastanelerde tedavi olamıyoruz. Bu süreçte vaka sayıları bizden gizlenmiş, apaçık bir şekilde ölüme terk edilmişiz.

Bu saçmalıkların içinde yaşamaya çalışırken karantina, sokağa çıkma yasakları gibi “tedbir”lerin başka sonuçları da olmuş. Zaten fazla olan sosyal medya kullanımımız daha da artmış ve “bilgiye” daha hızlı şekilde ulaşmışız. Bazı adaletsizlikler, cinayetler, taciz ve tecavüzler teşhir edilmiş ve toplumsal tepki oluştuğu için bunların üstünün örtülmesi bir nebze daha zor hale gelmiş. Peki devlet durur mu? Durmamış ve yapıştırmış cevabı: “Sosyal Medya Sansür Yasası”!

Tıpkı televizyon gibi bu mecrayı da kontrol altına almak isteyen devletin aslında bir ölçüde başarıya ulaştığı söylenebilir. Çünkü görünen köyün ardında Servet Turgut’u helikopterden attılar, Şerali Dereli’yi evinin önünde katlettiler, Özcan Erbaş’ı vurup “havaya ateş ettik” dediler, “Kemal Kurkut’un katili serbest kaldı” haberini yapanı ise 20 yılla yargıladılar. Evin Kanlı’nın isminin duyulmuş olma ihtimali bile oldukça düşük. Hele daha geçmişe dönüp anlatmaya başlasak ne kimsenin gözü keser okumaya ne ömür yeter olan biteni yazmaya…

Gelelim asıl soruya, biz ne yapacağız? Gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz birçok haksızlığa sessiz kalıp vicdan muhakemesinin ardından bir kılıf mı uyduracağız?

Neymiş efendim, “izahı olmayan şeylerin mizahı olur”muş… Gizlenen vaka sayılarıyla, içinde bulunduğumuz ekonomik krizle, saçma sapan tedbirlerle, katliamlarla dalga mı geçelim? Başımıza gelen tüm felaketlerde suçu 2020’ye mi yıkalım? Yıkmamız gereken o kadar kurum varken…

Asıl suçluların kim olduğunu hepimiz çok iyi bilirken etrafımızda dört duvar yok diye kendimizi özgür mü sanalım? Hiç olmayan ve olmayacak olan konfor alanlarımızı terk edemiyor gibi mi yapalım? Hepimiz borç batağında değilmişiz gibi bireysel çıkarlarımızı mı gözetmeye çalışalım? Bu çıkarları kaybetme korkusuyla tükenelim mi, tükenmişliğin içerisinde hapsolmak bizi biçareliğe itmiş gibi? Gibi diyorum çünkü direnenler hala var ve umut hepimizin ekmeği. Peki tek başına umut etmek yeterli mi? Cevabı hepimiz biliyoruz, o halde neyi bekliyoruz?

Özgürlüğümüzü kimlerin kısıtlayacağını, kanımızı hangi zümrenin emeceğini kendi ellerimizle seçeceğimiz o günü mü bekliyoruz, “dümenden demokrasi” gününü? Oy vermek 3-5 senede bir dolup taşan öfkenin başka yöne kanalize edildiği, sonuçları merakla takip edilen lakin bize hiçbir zaman faydası olmayıp çözümmüş gibi gösterilen basit bir aldatmacayken… Tabi çözümden anladığımız doğalgaza zam yapılmaması, asgari ücretin bilmem kaç lira olması değilse.

Gençliğimizin en güzel zamanlarını birilerini daha fazla zengin etmek için harcamaya mecbur bırakıldığımız bu düzende daha ne kadar ezilebiliriz ya da buna nasıl sessiz kalabiliriz ki? Bu düzeni sürdürmeyecek, kılıflar uydurmayacak, sessiz kalmayacağız; şimdiden söyleyelim.

Çünkü “İzahı Olmayan Şeyin İsyanı Olur!”

Doğuş Özdemir

The post İzahı Olmayan Şeylerin İsyanı Olur! – Doğuş Özdemir first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
İşçilerin Ateşi Patronları Yakacak https://gencisci.org/iscilerin-atesi-patronlari-yakacak/ Fri, 13 Sep 2019 12:28:06 +0000 http://gencisci.org/?p=907 Recep Peker, Ankara Kızılay’da üzerine benzin dökerek kendisini ateşe verdi. Kendisini ateşe verdi çünkü devlet emekli maaşına el koymuştu. Recep Peker yaşadığı adaletsizlikleri, kendini yakmadan önce yazdığı mektupta şöyle dile getiriyor: “Ziraat Bankası Sincan Şubesi’nden ihtiyaç kredisi çekmiştim. Kredi çekerken zorunlu 750 TL’lik kredi kartı verdiler, evim olmadığı için harcamak zorunda kaldım. Kartın ekstresi geldi […]

The post İşçilerin Ateşi Patronları Yakacak first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Recep Peker, Ankara Kızılay’da üzerine benzin dökerek kendisini ateşe verdi. Kendisini ateşe verdi çünkü devlet emekli maaşına el koymuştu. Recep Peker yaşadığı adaletsizlikleri, kendini yakmadan önce yazdığı mektupta şöyle dile getiriyor:

“Ziraat Bankası Sincan Şubesi’nden ihtiyaç kredisi çekmiştim. Kredi çekerken zorunlu 750 TL’lik kredi kartı verdiler, evim olmadığı için harcamak zorunda kaldım. Kartın ekstresi geldi 100 TL. Benim 80 liram vardı, onu yatırdım. Zaten maaşım 550 TL. 2013 tarihinde maaşımın tamamına el konuldu. 5 ay boyunca açlığa mahkûm edildim. Tüketici Mahkemesi’ne dava açtım. Mahkeme bir sene sürdü. İcra Müdürlüğü’ne dava açtım. Fakat 30. gün olduğu halde dosyayı işleme koymadılar. Tüketici Mahkemesi dosyayı tekrar Yargıtay’a gönderdi. Yedi sene sonra beni Tüketici Mahkemesi’ne çağırdılar. Eksik evrak dediler ve bir kağıt imzalattılar. Bana bir üst mahkemeye dava açmayacağıma dair imza attırmışlar. 3 gün sonra Yargıtay davamı tekrar ret etti. Sebebini birine sorduğumda bütün emeklilere emsal teşkil ettiğimden davanın aleyhime olmayacağını söyledi. Şimdi ben soruyorum, adalet bunun neresinde?”
Recep Peker’in verdiği kavgaya daha öncede tanık olduk biz.
İş yerinde 3. kattan aşağı düşerek 7 kaburgasını kıran, beyninde travma oluşan, geçim sıkıntısı çektiği için meclis önünde kendini ateşe veren Sıdkı Aydın gibi.

Antep’te Şahinbey Belediyesi’nde önce işe alındığı söylenip sonra işe alınmadığı için ve 5 yıldır iş bulamadığı için kendisini ateşe vererek yaşamını yitiren Eyüp Dal gibi.

Trabzon’da taşeron işçi olarak çalıştığı belediye tarafından işinden atılan Mustafa Canbakkal’ın kendisini ateşe vermesi gibi.

Ataşehir Belediyesi’ne bağlı taşeron şirkette çalışırken işten atıldığı ve tazminatları ödenmediği için kendisini ateşe veren Ramazan Karabacak gibi.

Uğradığımız adaletsizlikler ve karşı karşıya kaldığımız haksızlıkların karşısında artık bıçağın kemikte olduğu o gün geldiğinde kendini ateşe veren onlarca işçi oldu. Öfkeliyiz.

Öfkeliyiz çünkü kapitalizm yaşamlarımızı çalıyor. Çalışma saatleri arttıkça, ödenmeyen maaşlar oldukça, emeklilik yaşı her gün biraz daha büyütüldükçe, yıllar boyunca iş bulamayınca, yıllarca çalıştığımız işten bir günde atılınca; iş yerinde her an metrelerce yüksekten yere düşme ihtimali, elini kolunu makineye kaptırma ihtimali ve bir çok “kaza”ya her an maruz kalma ihtimali arttıkça büyüyor öfkemiz.

İşçilerin ateşinin patronları yakacağı ana kadar büyütüyoruz bu öfkeyi. Recep Peker’in eylemini yapmadan önce yazmış olduğu mektup şöyle bitiyor: _“Tek güvendiğim adalet yokmuş. 7 sene süründürdüler. Ama ayakkabı kutularındaki paraları bizim değil FETÖ’nün kumpası dediler ve faiziyle birlikte geri aldılar. Bense 7 sene çile çektim, aç kaldım ama adaletten umudumu kesmemiştim. Adaletin zenginin gücü olanın yanında olduğunu anladım. Adalet beni bitirdi, diyeceklerim bu kadar…” _
Diyecek bir şeyimiz kalmadığı anda büyüyor bu öfke.

Devletin adaletsizlikleri bizi bitirmeden, kapitalizmin sömürüsü bizleri tüketmeden örgütlenmekten, yaşamlarımız için direnmekten başka; ekmek, adalet ve özgürlük için mücadele etmekten başka çaremiz yok!

The post İşçilerin Ateşi Patronları Yakacak first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Süpür Market https://gencisci.org/supur-market/ Thu, 04 Oct 2018 13:31:05 +0000 http://gencisci.org/?p=641     Hava yağmurluydu. Ayaklarım suyun içine bir girip bir çıkıyordu. İşe geç kalma telaşıyla olsa gerek botlarımın içine dolup boşalan suyu hiç umursamadan koşturuyordum. Birazdan markete -özellikle bu havalarda daha da rutubetlenen personel girişinden geçerek- girip  bana söylenenleri yapmaya başlayacaktım. Süper markette çalışırken hızda, hizmette, sabırda süper (!) olmam gerektiğini, her sabah olduğu gibi, […]

The post Süpür Market first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

 

 

Hava yağmurluydu. Ayaklarım suyun içine bir girip bir çıkıyordu. İşe geç kalma telaşıyla olsa gerek botlarımın içine dolup boşalan suyu hiç umursamadan koşturuyordum. Birazdan markete -özellikle bu havalarda daha da rutubetlenen personel girişinden geçerek- girip  bana söylenenleri yapmaya başlayacaktım. Süper markette çalışırken hızda, hizmette, sabırda süper (!) olmam gerektiğini, her sabah olduğu gibi, bu sabah da kendime hatırlatarak işe başladım.

Önce süper fırsat reyonunu düzenlemekten başladım işe. Her şey bir yana fırlatılmış, ürünler birbirine karışmıştı. Süper fırsat ürünlerini diğerlerinden ayırarak yerli yerine dizdim, diğerlerini de kendi reyonlarına götürdüm.

Sonra süper indirim etiketlerini eski fiyat etiketleriyle değiştirdim. Süper indirimli günlerden birine denk gelmek demek, o gün markete giren müşteri sayısının iki katına çıkması demek. Daha ürünleri yerleştirirken birilerinin gelip dağıtması, devirmesi, kimse görmediyse geçip gitmesi; gören varsa “duyarlı” olması demek. Yani süper!

İşte o gün, hava yağmurluydu. İnsanların ayakları suya bir girip bir çıkıyor; sonra hızlı adımlarla markete giriyor ve arkasında çamur izleri bırakıyordu. Bense elimde mop, market içinde bir o yana bir bu yana silip süpürüyor; temizleyip topluyordum. Ne fayda! Markete bir saat içerisinde bile yüzlerce kişi giriyorken benden beklenen yerlerin pırıl pırıl olmasıydı. Bir de mağaza sorumlusu yanıma gelip “Olmamış, bak burayı temizlememişsin, çamur kalmış” deyince söyleyecek hiçbir şey bulamadım.

Görünümüyle, ürün çeşitliliğiyle, büyüklüğüyle, kalitesiyle herkes için “süper”market; bizim gibi angarya işlere koşturulanlar için ancak derle-topla-sil ve “süpür” market olabilirdi.

 

Şeyda ( Bir Süpürmarket işçisi)

The post Süpür Market first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Yarasalar Gibi Yaşarız Hakkımız için Direniriz https://gencisci.org/yarasalar-gibi-yasariz-hakkimiz-icin-direniriz/ Sat, 08 Sep 2018 14:54:07 +0000 http://gencisci.org/?p=584     Üniversite okumak için şehir dışına gittim. Ailemin gönderdiği para ancak 4 dört kişi kaldığımız evin kirasına ve faturalarına yetiyordu. Ben de ulaşım, yemek, okul giderleri gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için aynı zamanda en azından arkadaşlarımla oturup bir yerde çay içebilmek için bir iş aramaya başladım.   Dışarıdan bakınca çalışması çok eğlenceli görünen bir barda […]

The post Yarasalar Gibi Yaşarız Hakkımız için Direniriz first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

 

 

Üniversite okumak için şehir dışına gittim. Ailemin gönderdiği para ancak 4 dört kişi kaldığımız evin kirasına ve faturalarına yetiyordu. Ben de ulaşım, yemek, okul giderleri gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için aynı zamanda en azından arkadaşlarımla oturup bir yerde çay içebilmek için bir iş aramaya başladım.

 

Dışarıdan bakınca çalışması çok eğlenceli görünen bir barda çalışmaya karar verdim, işe alındım. Saat 15.00-02.00 olarak anlaştığım mesai saatinin yerini güneşin doğuşuyla beraber çıkmam aldı. Patronun baskısı, müşterinin kaprisleriyle, bütün gece ayakta durmuşluğun verdiği yorgunluk ve uykusuzlukla artık ne okula gidebiliyordum ne de arkadaşlarımla gezip eğlenebiliyordum. Yarasa gibi bişey olmuştum. Sabahları mağaramda uyuyor, akşamları oradan oraya uçarak para kazanmaya çalışıyordum.

 

Patronun fazla çalışmamıza rağmen ücretimizden kesmesi, kimi zaman paramızı vermemesi, yapmamız gereken işler dışında işler yaptırması, işten atma tehditleri artık canımıza tak etmişti. Biz de barın en yoğun gününde, adım atacak yerin dahi olmadığı bir saatte servisi durdurduk ve ücretlerimizi alamadığımızı ve fazladan çalıştırıldığımızı söyledik. Öncelikle patron, sonra mojitosu gelmediği için üzülen ve üçüncü birasını içemediği için sarhoş olamayan bazı müşteriler bize tepki göstererek gitti. Mekan neredeyse boşalmıştı. Ancak kararlı olduğumuzu ve ücretlerimizi alana kadar servis yapmayacağımızı tekrarladık. Patron hepimizin birden böyle yapmasından korkmuş olacak ki paralarımızı ödemek zorunda kaldı. Ama hikaye burada bitmiyor, ertesi gün işten çıkarıldık.

 

Yine de  alacağımızı almış, mücadele etmiş ve patrona bir daha böyle bir şey yaptığında nelerle karşılaşabileceğini göstermiş , onu korkutmuştuk.  Bir daha aynı adaletsizlikleri yapar mı? Tabi ki yapar. Çünkü kurulan sistemin kendisi adaletsiz ve patronlar her zaman işçileri sömürür. Bu yüzden yaşanılan sömürüye ve adaletsizliğe karşı birlik olmalı, örgütlenmeliyiz.

 

 Tugay – Bar Servis Elemanı 

The post Yarasalar Gibi Yaşarız Hakkımız için Direniriz first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Buyurun Mustafa Bey https://gencisci.org/buyurun-mustafa-bey/ Thu, 16 Aug 2018 15:45:58 +0000 http://gencisci.org/?p=552 “Anlıyorum Mustafa Bey. Doğrudur. Elbette. Belki iki taraf için de böylesi daha iyidir. O halde bu hafta vardiyam olmasın, ben biraz dinleneyim. Döndüğümde konuşuruz. “ Böyle bir konuşma ile ilk işimden atılmıştım. Yirmi yaşındaydım ve ailemden ayrı bir yerde üniversite okuduğum için çalışmam gerekiyordu. Dinlenmeye ‘gönderildiğim’ ilk hafta durumun ehemmiyetine varamayıp, biraz çalışmamanın bana iyi […]

The post Buyurun Mustafa Bey first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

“Anlıyorum Mustafa Bey. Doğrudur. Elbette. Belki iki taraf için de böylesi daha iyidir. O halde bu hafta vardiyam olmasın, ben biraz dinleneyim. Döndüğümde konuşuruz. “

Böyle bir konuşma ile ilk işimden atılmıştım. Yirmi yaşındaydım ve ailemden ayrı bir yerde üniversite okuduğum için çalışmam gerekiyordu.

Dinlenmeye ‘gönderildiğim’ ilk hafta durumun ehemmiyetine varamayıp, biraz çalışmamanın bana iyi geleceğini düşünmüştüm. Performansım düşüktü, anketördüm ve yeterli sayıyı sağlayamıyordum. Günlük bir kotamız vardı, elbette. Günde kaç insanlarla konuşursak silinmesi zor bi kalemle elimizin üstüne çentik atıyor, günün sonunda bunları raporluyorduk.
Öyle ki bazen çok insanla konuşup gerekli veriyi elde edemezsek, şefimiz bizden şüpheye düşerdi. Elimize baktığı bile olurdu, gerçekten o kadar çentik atıldı mı diye. Halen elime baktığımda bazen o çizgileri görüyorum.

En çok da şefin sokağın başında bir yerden bizi izlemesine tilt olurdum. Başımızda kendince motive edici esasında mobingvari bir şekilde bekler, bizi kontrol altında tutardı.  

Otorite, iktidar, dayatmayla kuşatılmış bir denetimin varlığına kendimce en başta o yıllarda şahit oldum sanırım.

Gün sonunda yeterli sayıya ulaşamadığımızda saatlerimiz uzuyordu, çünkü onlara göre dakikada milyonlarca insan geçiyordu çalıştığımız sokakta ve birilerini durduramamamız imkansızdı. Şeflerimize göre her ne olursa olsun birini durdurmalı, görevimizi yerine getirmeli, hatta durdurduğumuz kişi bizi taciz ediyorsa dahi güler yüz göstererek konuşmayı bitirmemeliydik.

Eğer iyi bir performans gösteremediysek, çoğu zaman uzunca konuşmalara maruz kalıyorduk. İşlerin kötü gittiği ve primimizin kesileceği hatırlatılır, sık sık “isim verilmeden” aramızdan bazılarının kovulacağı öne sürülürdü.

Ve yakın yaşlardaki on kişi olan biz, her akşam içimize yerleştirilmiş bir yetersizlik duygusuyla evin yolunu tutardık.

İşte böyle günlerin bir tanesinde şef yanıma gelip benimle bir çay içip konuşmak istedi. Çaycıya yürürken aklımda canlanan ilk şeyin ailemden ayrı yerde tuttuğum ev olduğunu hatırlıyorum. Kötü bir şeyler olduğunu sezmiştim, fakat o zamanlar yapabileceğim hiçbir şey olmadığını düşünüyordum.

Şu anda o günlere dönüp tazminatsız bir şekilde işten çıkartılan kendimi bulsam, ona en başta hiçbir şey için çaresiz hissetmemesi gerektiğini anlatarak sırtını sıvazlarım. Kendini performansı düşük bir işçi, başarısız bir eleman, istenileni yapamayan bir yetersiz olarak görmemesini söylerim.
Aksine her alanda otoriteyi kıracaksın derim ona. Korkan sen değil şefin, patronun olacak derim.

Önemli olanın kafa tutmak olduğunu, hakkından vazgeçmeyip
inatla kurulacak bir mücadelenin ona hissettirilen her
kötü duyguyu içinden uzaklaştıracağını, kötülüğün uzun sürmeyeceğini hatırlatırım.
Eldeki çizikler silinir belki, ama itaate atılan çizik silinmez.

İrem Gülser – Anketör

The post Buyurun Mustafa Bey first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Bizden Hızlısı Mezarda https://gencisci.org/bizden-hizlisi-mezarda/ Tue, 14 Aug 2018 13:35:53 +0000 http://gencisci.org/?p=538 -On dakikaya pizza çıkıyor bu arada kutu katla! +Kutu mu? Ben kuryeyim. -Boş durma, durma haydi haydi! -Pizza çıktı haydi fırla! +Daha yeni geldim bir tuvalete gireyim. -Bu paketi yetiştir sonra girersin. (sonra) -Bu paketi de yetiştir, herkes serviste. Sonra girersin tuvalete. Paketten dönünce -Kola dökülmüş ortaya bir paspas atsana +Paspas mı? İki dakika soluklanayım […]

The post Bizden Hızlısı Mezarda first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

-On dakikaya pizza çıkıyor bu arada kutu katla!

+Kutu mu? Ben kuryeyim.

-Boş durma, durma haydi haydi!

-Pizza çıktı haydi fırla!

+Daha yeni geldim bir tuvalete gireyim.

-Bu paketi yetiştir sonra girersin.

(sonra)

-Bu paketi de yetiştir, herkes serviste. Sonra girersin tuvalete.

Paketten dönünce

-Kola dökülmüş ortaya bir paspas atsana

+Paspas mı? İki dakika soluklanayım

-Zaten aylak aylak dolaşıyorsun motorla, daha ne dinleneceksin?

(Pizza 15 dakikada çıkar)

-Pizza geç çıktı, bunu 15 dakikada yetiştirmen lazım.

+15 dakikada oraya nasıl gideyim, ışınlanayım mı?

-Sen gidersin, yetişemezsen parasını almazsın, sıkıntı yok, maaşından kesmeyeceğiz ya.

(Yetişemezsin)

-Para nerede?

+Yok.

-Pizza nerede?

+Yok.

-Para nerede?

+Yok.

-Pizza nerede?

+Yok.

-Geç mutfağa! Yardım et bari orada işe yara.

(Maaşından kesilmez ama, işine yüklerler)

Bu hikayeler benim bizzat yaşadığım ya da iş arkadaşlarımın yaşayıp benim birebir şahit olduğum hikayelerden kesitler. Zaten hızlı olan fast-food sektöründe daha da hızlısını yetiştirmeye çalışan motor kuryelerin yaşadığı, hemen hemen hepimizin anımsayacağı diyaloglar…

Bizim için pizzayı erken götürmek bir beceri değil, işimizin normalidir. Arabaların arasından santim santim kıvrılmak, önümüze kırılan direksiyonlara aldırış etmeden geçip arkamıza bile bakmadan hedefe doğru hızla gitmek, gündelik rütinlerimizdir. Yağmur? Bizim için işe biraz daha hareket katmaktır sadece…

Kaza mı? Demirden korksak trene binmezdik tabi ki de.. Ama 3-5 pizza için, müşterinin soğuk yediği bir pizza dilimi için, vardiya müdürünün priminin azalması tehlikesi bulunduğu için; tehlikeye atılan bizlerin yaşamları oluyor.

Bazı pizza şirketleri dönemsel olarak kampanyalar çıkartıyor. “30 Dakikada pizza kapınızda”gibi.. Bu 30 dakika meselesinde şirketin söylediği gayet açık, pizzayı kurye yetiştiremezse pizza şirketten.. Kuryenin de hiçbir şekilde maaşından kesinti yapılmaz. Fakat filli durumda işler biraz anlaşmaların üzerine çıkıyor. Pizzayı iki üç kez yetiştireme; hemen bütün angarya işler sana yüklenir. Motosiklet üzerinden canını yeterince tehlikeye atmadığın için; kutu katlama, ortaya paspas çekme, ya da mutfağa yardıma geçme tam sana uygundur. Tabi eğer deneme süresindeysen hemen şutlanırsın, diğer şekilde bezdirerek şutlarlar zaten.

Ya da sen ışınlanmayı kabullenirsin…

Bu mesleği senelerce yapmak zor zanaat. Şanslıysan birçok kaza geçirmiş ve hala yaşıyor, motokuryeliğe devam ediyorsundur. Genelde bütün motokuryeler birbirine şanslı oldukları, kıl payı yırttıkları kaza hikayelerini anlatırlar. Biraz işler ters gittiyse, içeride kalan son maaşını yakınlarına teslim ederler. Verdikleri kask parçalanmış, gıcırdıyan frenler tutmamıştır; ama yine hata sendedir, tazminat falan imkansız…

140journos adlı sayfanın motokuryelerle ilgili çektiği bir video var. Bir motorkurye arkadaşımız sayfaya “”Motorkuryelerin sorununu anlatan bir çekim yapar mısınız? Bu sektörde birçok sorun var.” diyerek mesaj atıyor. 140journos bu video çekimini onaylayıp mesaj geri döndüğünde mesajı yazan kurye arkadaşımızın yakınları cevaplıyor, çünkü arkadaşımız servis sırasında geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirmiş…

Dedim ya şans… Peki ama ne için ? Dominos, Pizzahut, Little Caesars, Pizzabulls’un  patronları daha fazla kazansın diye mi? Ya da mahallenin köşesindeki dürümcüde asgari ücretle 11 saat; adisyon başına 0,75 kuruş aldığın para için mi? Peki çektiğin çile? Ne için? Köşem dürüm biraz daha iyi kazansın diye? Hızlı sektörün en hızlıları olan biz motokuryeler artık işimizi şansa bırakmasak mı? Ne dersiniz?

Samet Kılıç – Motorsikletli Kurye

The post Bizden Hızlısı Mezarda first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>