korona krizi | Genç İşçi Derneği https://gencisci.org Genç İşçiler Örgütleniyor, Dayanışmayla Büyüyor. Sun, 13 Jun 2021 18:25:10 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.7 https://gencisci.org/wp-content/uploads/2017/12/cropped-cb4e69f7c798867be35e81b6e3af33ca.ico-32x32.png korona krizi | Genç İşçi Derneği https://gencisci.org 32 32 Köle Değil Kuryeyiz! – Oğuz Arıcan https://gencisci.org/kole-degil-kuryeyiz-oguz-arican/ Sun, 13 Jun 2021 18:24:09 +0000 https://gencisci.org/?p=1344 Korona krizinin başından beri iş yükü oldukça artan ve son zamanlarda sıkça gündeme gelen sektörlerden biri moto kuryelik, diğer adıyla paket servis elemanlığı oldu. 2020 yılının Mart ayından bu yana bildiğimiz kadarıyla 189 moto kurye, patronların “daha fazla hız, daha fazla para” hırsı yüzünden yaşamlarını yitirdi. Sayısını bilmediğimiz fakat çok fazla karşılaştığımız -benim de ufak […]

The post Köle Değil Kuryeyiz! – Oğuz Arıcan first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Korona krizinin başından beri iş yükü oldukça artan ve son zamanlarda sıkça gündeme gelen sektörlerden biri moto kuryelik, diğer adıyla paket servis elemanlığı oldu. 2020 yılının Mart ayından bu yana bildiğimiz kadarıyla 189 moto kurye, patronların “daha fazla hız, daha fazla para” hırsı yüzünden yaşamlarını yitirdi.

Sayısını bilmediğimiz fakat çok fazla karşılaştığımız -benim de ufak tefek de olsa defalarca yaşadığım- kazalar birçok arkadaşımızı sakat bırakıp aylarca çalışamayacak duruma getirdi. Tüm bu olumsuzluklar bir yanda dururken örgütlenmemizin, bir araya gelerek sesimizi yükseltmemizin önüne geçmeye yönelik patron “önlemleri” gün geçtikçe artıyor, dolayısıyla yaşadığımız olumsuzluklar da artıyor. Örneğin sektörün en büyüklerinden olan Yemek Sepeti’nin patronu Nevzat Aydın, yaklaşık 4 ay önce işçi arkadaşlarımız sendikalaşamasın diye iş kolu değişikliğine gitmiş, işçilerini kurye yerine büro çalışanı olarak göstermişti. Bunun getirdiği olumsuzluk sadece sendikalaşamamak olmadı, bugün “sigortalı çalışan” kuryelere aşı önceliği çıkmışken Yemek Sepeti kuryeleri aşı olamayacak. Ki bu şirket Covid-19 konusunda duyarlı olma iddiasıyla “temassız teslimat” modasını çıkarmıştı ki bu konudan da bahsedeceğim birazdan.

Maaşlarımızı asgari seviyede tutup paket başı ücret veren ve bizi ancak çok fazla paket atarsak kazanacağımızla yaşamımızı idame ettirecek durumda bırakanlar; attığımız her pakette bizden yüzlerce kat fazla kazanan patronlar en ufak sağlık sorununda özel hastanelerde istedikleri tedaviyi olabilirken biz paket sayısını artırmak için hızlanıp kaza yapıyoruz.

Çalıştığımız sektörün dikkat dağınıklığına sıfır toleransı olduğunu son 1 yılda yaşamlarını yitiren arkadaşlarımızın sayısından çok iyi anlıyoruz. Elbette bu durum patronların da müdürlerin de umurunda değil… Bizleri günde 12 saat ve hatta Getir gibi şirketlerde 14 saate varan mesai saatleriyle ölüme yollamayı sürdürüyorlar. 13-14 saat direksiyon sallayan hangi insanın dikkati dağılmaz, hangi insan kaza yapmaz ki?

Yemek saatlerimizin dakikalarını hesap eden patronlar, son dakika gelen siparişleriyse (gıda sektöründe çalışanlar çok iyi bilir) ekstra mesai olarak görmüyor.

Yine Yemek Sepeti, virüse karşı “temassız teslimat” adı altında bir paket teslim şekli koydu ortaya, müşteri ile kuryenin arasındaki teması sıfıra indiren bu uygulamayı Yemek Sepeti’nin ardından başka şirketler ve restoranlar da başlattı ve tamamen kuryelere darbe vuran bir uygulama oldu bu. Onca kilometre yemek taşıyıp asansörü olmayan binalarda kan ter içinde katlarca merdiven çıkan ve müşterinin yüzünü bile görmeden, en azından bir “kolay gelsin” cümlesi bile duymadan, eli boş bir şekilde çalıştığı dükkana dönen yine biz olduk. Tamamen müşteri kaybetmemek için atılan bu adım, çoğu şirkette kuryelerin az da olsa aldığında sevindiği bahşişi yok etti. Ayrıca temassız teslimat isteyen müşteriler, götürdüğümüz paketlerin el değmeden hazırlandığını falan mı düşünüyor, hiç anlamıyoruz.

Öfkemiz sadece patronlara değil “yemeğim sıcak gelsin”, “yarım saate evden çıkacağım, acele edin” notlarıyla hızlandıkça hızlanmamızı isteyerek bizleri riske atan, içlerinde gram vicdan kalmamış müşterileredir de. Bizi sömürdükçe sömüren patronların yanı sıra kar kış demeden, verdiği siparişin mesafesine bakmadan kuryenin canını hiçe sayan, paketini kapıya bırakıp gitmemizi isteyerek bizlere yürüyen virüs muamelesi yapan müşterileredir.

Biz trafikte fark edilmeyenler, yokmuş gibi davranılanlarız. Biz kendi siparişini hızlı isteyen müşterinin daha sonra dar bir sokakta hızlı giderken gördüğünde arkasından söylenerek nefret dolu bakışlar attıklarıyız. Her gün onlarca insanla temas etmemize rağmen yaşamları göz ardı edilen, aşı yaptıramayanlarız. Ve artık yeter diyoruz!

Bir yemek azıcık soğumasın diye, bir kişinin planı 2 dakika aksamasın diye daha fazla hızlanmayı kabul etmiyoruz. Daha fazla paket başı ücret için yaşamlarımızı daha fazla tehlikeye atmak istemiyoruz. Örgütlenmemizi engellemeye, yani tekerimize çomak sokmaya çalışan patronlara inat bir araya gelecek, sesimizi daha fazla yükselteceğiz. Çünkü yaşamlarımızın yok sayılmasına artık tahammül edemiyoruz!

Oğuz Arıcan – Genç İşçi Derneği

The post Köle Değil Kuryeyiz! – Oğuz Arıcan first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
1 Mayıs’a Yürüyoruz! https://gencisci.org/1-mayisa-yuruyoruz/ Mon, 19 Apr 2021 15:14:49 +0000 http://gencisci.org/?p=1307 Bu, korona krizi gölgesinde yürüdüğümüz ikinci 1 Mayıs’ımız… Korona krizinin başından bugüne kadar her koşulda ya çalıştırıldık ya eve hapsedilmek istendik. Ya açlığa ya virüse… Geçirdiğimiz 15 aylık bu süre zarfında; açlığa sürüklenmekten ölüme itilmeye dek zulmün türlü varyasyonlarına tanık olduk. Daha öncesinde sağlanmayan güvenceli çalışma koşulları, korona kriziyle birlikte hepten unutuldu. Canhıraş sömürüldüğümüz yetmezmiş […]

The post 1 Mayıs’a Yürüyoruz! first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Bu, korona krizi gölgesinde yürüdüğümüz ikinci 1 Mayıs’ımız…

Korona krizinin başından bugüne kadar her koşulda ya çalıştırıldık ya eve hapsedilmek istendik. Ya açlığa ya virüse… Geçirdiğimiz 15 aylık bu süre zarfında; açlığa sürüklenmekten ölüme itilmeye dek zulmün türlü varyasyonlarına tanık olduk. Daha öncesinde sağlanmayan güvenceli çalışma koşulları, korona kriziyle birlikte hepten unutuldu.

Canhıraş sömürüldüğümüz yetmezmiş gibi bir de Kod-29’la, ahlaksızlıkla fişlendik. Adına tedbir denilen her yeni yasakta hayatlarımızı çalan patronların sırtı sıvazlanırken, üzerimizdeki baskıyı hissetmediğimiz tek bir anımız bile olmadı. Korona krizi gölgesinde 1 Mayıs’a, yine ve yeni yasaklarla yürüyoruz.

Bir vardık bir yoktuk. Kimi yasak bizi açlığa itti, kimisi daha beterine. Her yerdeydik. Motorun üzerinde, ızgaranın başında, rafların arasında… Bazen görünür bazen görünmezdik. Kimimiz 1 yıldır virüsle burun buruna uygunsuz koşullarda çalıştırılıyorken kimimiz ancak 1 ay çalışma şansı yakaladı. “İşçiysek kaderimiz budur” mu demeliyiz?

İktidarın Yasakları Ancak Patronları Korur

Sokağa çıkmanın yasaklandığı fakat üretim, dağıtım ve hizmetin durdurulmadığı “tedbirler” toplamında korunan bizim sağlığımız mı yoksa patronların zenginliği mi? Bizler o günlerde çalışmak zorunda bırakılan ve çalıştırılacak olanlarız. Şimdiki yasaklar da daha öncekiler gibi, yaşamı yok ediyor. Süregelmiş bu sömürü koşullarını sürdürüyor. Patronların hak gaspını meşrulaştırıyor. Bu yasaklara karşılık olarak tablolardaki vaka sayılarının düşmesi bekleniyor. Yaşamlarımız, ne idüğü belirsiz vaka sayılarına indirgeniyor.

Bir salgından ekonomik ve sosyal bir krize dönüşen bu süreçte; sanki tüm bunların sorumlusuymuş gibi biz olduk hep suçlanan. Öyle ya; mesafeye uymuyor, maske takmıyor, temizliğimize özen göstermiyorduk. Bunları söyleyenlerin hiçbiri hayatı boyunca 8 saat aralıksız maske takmamıştır. Hiçbiri bir kez olsun yasağın başlamasına dakikalar kala market kuyruğunu hızlı hızlı bitirmeye çalışmamıştır; tepesinde şef, kamerada müdürle. Hiçbiri motor üstünde dakika sayarken ters şeritten gelen aracın altında kalmamıştır. Biz kaldık ve kalmaya devam ediyoruz.

Birtakım ihtiyaçlara göre sarı-turuncu-kırmızıya boyanan haritalar, belirsiz sayılardan oluşan turkuaz tablolar bir yana; 15 aydır yaşamlarımız yok sayıla sayıla yaratılan gerçek tablonun nedenlerini çok iyi biliyoruz. Hep daha fazla kâr isteyen patronlar, onların hiç bitmeyen ve asla bizim ihtiyacımızı karşılamayan üretim hırsı… Ve bu döngünün aksamadan ilerlemesi için bizlere sadakalar dağıtırken patronlara paket paket destek sunan, vergi borcu silen, kredi üzerine kredi veren iktidarlar.

Baldur’dan Cargill’e, Galataport’tan Migros’a, PTT’den Sinbo’ya, SML Etiket’ten Yemeksepeti’ne…

Patronlara, her sıkıştıklarında devlet güvencesi; bizlere her zaman sigortasızlık, kısmi zamanlı sadaka, tam zamanlı fazla mesai, sendikasızlaştırma uğruna her türlü dalavere… Coğrafyanın her yerinde karşımıza bunlarla çıktılar. Şefiyle, müdürüyle, sarı sendikasıyla, grev kırıcısıyla, patronuyla, polisiyle, iktidarıyla saldırıyı sürdürüyorlar.

Şimdi de salgın bahanesiyle 1 Mayıs’ta sokakları yasaklayanlar, bizden 1 Mayıs’ta yine iş başında olmamızı istiyor. Yasakların salgınla değil çıkarlarla alakalı olduğunu bize bir kez daha ispatlıyorlar.

Bizse günde 12 saat temaslı tabakları taşırken, defalarca denenmiş bir kazağı 40 kere katlayıp yerine koyarken, gün boyu bitmek bilmeyen mesafesiz kasa kuyruklarını bitirirken, gece yarısına kadar gaz-fren yaparken yasakların salgınla ilgili olmadığını, örgütlenmekten başka kurtuluşumuzun olamayacağını konuşuyoruz birbirimizle.

Bugün de meydanları yasaklayanlara, yaşamı yasaklayamayacaklarını söylüyoruz. Bu yaşamın örgütleyicisi biz işçileriz. Bütün baskıların karşısında dayanışmanın ve direnişin biz işçiler için kaçınılmaz olduğunu biliyor ve genç işçiler olarak 1 Mayıs’a yürüyoruz!

1 Mayıs’a Yürüyoruz!

Aylardır grevde olanlar, işini isteyenler, işsiz kalanlarız; intihar edenler, sakatlananlarız; motor üstünde ölen, öldürülenleriz. Patronun villasının önünde gözaltına, ters kelepçeye, işkenceye direnen, “Artık yeter!” diyenleriz.

1 Mayıs’ı bu ucuz yasaklarla engellemeye çalışanlar unutmuş olmalı, biz hatırlatalım:

Biz “günde 8 saat” diyerek genel grevle 1 Mayıs’ı yaratanlarız.

Biz, 1886’da 1 Mayıs’ı yaratanların söylediği gibi “Bizleri asarak işçi hareketini, milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca işçiyi kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız, durmayın asın bizi! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz. Sessizliğimizin, bugün boğdunuz seslerden çok daha güçlü olduğu bir gün gelecek. Yaşasın Anarşizm!” diyenleriz.

Biz, adına pandemi dedikleri krizleri de adına tedbir dedikleri yasakları da delip geçecek olanlarız!

Biz, asıl virüsün patronlar, asıl salgının kapitalizm olduğunu, adı gibi bilenleriz!

Biz, şimdi bizi durdurmak, susturmak, yalnız bırakmak için elinden geleni ardına koymayan bu asalaklar sürüsünün direniş ve dayanışma karşısında çaresizliğini gözleriyle görenleriz!

Ve bu 1 Mayıs’ta da dünyayı yaratan ellerimizle, yeni bir dünyayı taşıyan yüreklerimizle, her gün büyüyen mücadelemizle, yürüyoruz!

The post 1 Mayıs’a Yürüyoruz! first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Ezilenin Her Anı Kriz! – Atakan Polat https://gencisci.org/ezilenin-her-ani-kriz-atakan-polat/ Wed, 09 Dec 2020 17:54:10 +0000 http://gencisci.org/?p=1149 Ezilen bir insanın her anı krizdir. Yüzyıllardır süregelen bir krizin içine doğarız, emeğimizi satmaya başladığımız yaşlarda yükselir bu kriz; saatler, günler derken yaşamımızı satmakla sürer. Yaşamın kendisi bile krize dönüşür, dönüştürülür. Hep duyarız ya “krizin yükü” laflarını; yaşamak bir yüke dönüşür biz ezilenler için. Ödenemeyen fatura, çıkamayan cep harçlığı, alınamayan kitap, yürüdükçe batan nasır, çalışmakla […]

The post Ezilenin Her Anı Kriz! – Atakan Polat first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Ezilen bir insanın her anı krizdir. Yüzyıllardır süregelen bir krizin içine doğarız, emeğimizi satmaya başladığımız yaşlarda yükselir bu kriz; saatler, günler derken yaşamımızı satmakla sürer. Yaşamın kendisi bile krize dönüşür, dönüştürülür. Hep duyarız ya “krizin yükü” laflarını; yaşamak bir yüke dönüşür biz ezilenler için. Ödenemeyen fatura, çıkamayan cep harçlığı, alınamayan kitap, yürüdükçe batan nasır, çalışmakla bükülen bel… Ezilenlerin üniversite diploması bile işsizlikle krize dönüşür çoğu zaman. Hepsi krizdir ve hiç azalmaz krizler.

Ezilen bir insanın her anı krizdir. İktidarların ekonomik krizleri de eklenir üstüne ama bu krizler istemsizce gelişmez. İktidarlar büyümek, daha çok kazanmak ve sömürmek için kullanır krizi; zenginler zenginleşir, fakirler fakirleşir.

Bugün yine bir krizdeyiz, bu kez korona krizinde. Belki birçoğumuz bir sağlık krizinin içinde olduğumuzu düşünmüş olsak da çalıştığımız mekanlar kapatılınca hepimiz meselenin iktidarlar için ekonomik olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Bir gecede açıklanan yeni yasaklarla kafelerin, restoranların, barların kapandığını ve işsiz kaldığımızı öğrendik. Öğrendik ama her yer açıkken on binlercemizin çalıştığı mekanların neden kapandığını öğrenemedik.

Korona krizinde birçok yasak getirilmişti. Ve bu yasaklarla yaşamları en çok alt üst edilen kesimlerdendik kafelerde, restoranlarda, barlarda çalışan işçiler olarak. Sadece işsiz kalmak da değildi sorun. Kısa çalışma ödeneği adı altında paralar dağıtılacak denildi ama şartları uygun olanlarımıza. Şartlarımız uygunsa yani biraz şanslılardansak da aldığımız kısa çalışma ödeneğiyle hangi ihtiyacımızı nasıl karşılayacağımızı bilemez haldeydik. Ama lütufmuş gibi gösterilen kısa çalışma ödeneğinin aslında çalıştığımız her gün için devletin maaşlarımızdan çalarak oluşturduğu işsizlik sigortası fonundan karşılandığını biliyorduk. Yani devlet bizden çaldığını bize istemeye istemeye geri vermek zorunda kalırken bile yaşamlarımızı ona borçluymuşuz gibi göstermeye çalışıyordu.

Bir de bu krizde işçileri işten çıkarmanın yasak olduğu söylenmişti. İyi de zaten çoğumuz sigortasız olarak çalıştırılıyorduk… Patronlar istedikleri zaman istedikleri gibi bizi işten çıkarıyordu. Korona krizinde de sigortasız çalıştırılan biz kafe, restoran ve bar işçileri ilk gözden çıkarılanlar olduk. “Resmi olarak” çalıştırılmadığımız için işten çıkartılmamız da yasak değildi. Sigortalı olanlarımızın yaşadıkları da pek farklı olmadı. Çünkü işten çıkartmak yasaktı ama “maaşını ödemem” tehdidiyle istifa mektubu imzalatmak yasak değildi. İşinden istifa eden, etmek zorunda bırakılan işçilere ilişkin herhangi bir sayı bulabilir misiniz? Devletin herhangi bir kurumu buna ilişkin bir veri açıklayabilir mi? Açıklamaz çünkü bu bizi, emeğimizi, geleceğimizi sömürenlerin işine gelmez.

Şu an bir krizdeyiz ve kenarda köşede birikmiş beş kuruşumuz yok. Çünkü günlük kazanılan para günlük harcanır ve bir günde kazandığımız para birikmeye yetmez. Yola gider, yemeğe gider, telefon faturasına gider… Birikmiş beş kuruşumuz yoksa da işsiz kaldıktan birkaç gün sonra Türkiye standartlarında sağlıklı ve dengeli beslenmek için ayrılması gereken bütçenin ortalama 2 bin 447 lira 72 kuruş, zorunlu ihtiyaçlar için ayrılması gereken bütçenin ortalama 7 bin 973 lira olduğunu öğrendik. Sigortasız çalışan binlerce kafe, restoran ve bar işçisi olarak zaten her güne günü kotarmak için uyanıyoruz ancak devletin sigortalı olanlarımıza bu yasaklarla “lütfettiği” 1.500 liralık kısa çalışma ödeneği de bu standartların yakınından geçmeye bile yetmiyor.

Elimizdekiler yaşamak için yeterli olmayınca, olmayan parayı harcıyor; bankalara borçlanıyoruz. Borçlarımızı ödeyemedikçe daha da çok borçlanacağız. Biz borçlandıkça bankaların sahipleri ve onlarla el sıkışan devlet kazanacak. Milyarder bilmem kimin bu dönemde servetini şu kadara katlaması, TÜİK verilerine göre ekonominin yüzde 6.7 büyümesi de bu kazanmanın bir sonucu. Sadece yaşadığımız topraklarda değil bütün coğrafyalarda böyle bu durum. Temmuz 2020’nin sonunda dünyanın en zengin yaklaşık 2 bin 189 kişisinin serveti 10.2 trilyon dolara ulaşarak rekor kırdı. Sadece milyarderlerin milyarları artmakla kalmadı, milyarderlere yeni yeni milyarderler eklendi. Sömürenlerin daha rahat sömürmesi için işsizlere işsiz, fakirlere de fakir eklendi.

Ezilen bir insanın her anı krizdir. Peki kim ister krizle yaşamayı? Kimse istemez. Krizleri yok etmek için iktidarların adaletsiz olduğunu bilmek ve adil olan dünyayı yaratmak için bizim gibi ezilenlerle birlikte sokağa çıkmak gerekir. Emma Goldman yıllar önce şunları söylemişti: “İş isteyin. İş vermezlerse ekmek isteyin. Ekmek de vermezlerse ekmeğinizi alın.” Onların; elimizden işimizi, ekmeğimizi, geleceğimizi alanların istediklerimizi vermeyeceği apaçık ortada. Bir araya gelmedikçe, omuz omuza vermedikçe ihtiyaçlarımızı karşılayamayacağımızı biliyoruz. Hal böyleyken, tarih boyunca olduğu gibi bugün de: Vermeyecekler, Alacağız!

Atakan Polat – Genç İşçi Derneği

 

The post Ezilenin Her Anı Kriz! – Atakan Polat first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
İzahı Olmayan Şeylerin İsyanı Olur! – Doğuş Özdemir https://gencisci.org/izahi-olmayan-seylerin-isyani-olur-dogus-ozdemir/ Sun, 06 Dec 2020 08:49:12 +0000 http://gencisci.org/?p=1145 Zaten kötü durumda olan biz öğrencilerin ve işçilerin yaşamı Covid19 ve tedbir olarak gösterilen yasaklarla beraber iyice çöküş noktasına geldi. Gerek maddi gerekse manevi sıkıntıların tavan yaptığı bu dönemde devlet “tedbir almış” gibi görünmenin ötesine geçemiyor. Sözümona bilimi, tekniği, teknolojiyi olabilecek en uç noktaya taşıdığı iddiasıyla, bizlerin düşüncelerini ütopik, gerçek dışı, ilkel diye yaftalayan kapitalizmin […]

The post İzahı Olmayan Şeylerin İsyanı Olur! – Doğuş Özdemir first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Zaten kötü durumda olan biz öğrencilerin ve işçilerin yaşamı Covid19 ve tedbir olarak gösterilen yasaklarla beraber iyice çöküş noktasına geldi. Gerek maddi gerekse manevi sıkıntıların tavan yaptığı bu dönemde devlet “tedbir almış” gibi görünmenin ötesine geçemiyor. Sözümona bilimi, tekniği, teknolojiyi olabilecek en uç noktaya taşıdığı iddiasıyla, bizlerin düşüncelerini ütopik, gerçek dışı, ilkel diye yaftalayan kapitalizmin biliminin; biz ezilenlerin hiçbir işine yaramadığını bir kez daha gördük.

Bakanlar, devlet personelleri ve patronlar lüks yaşamları sayesinde fiziksel mesafeli steril ortamlarda, keyfi olarak günde 1-2 defa Covid19 testi yaptırabilirken sokağa çıkma yasakları biz işçilerin vardiya saatlerine göre ayarlanıyor. Biz bu süreçte dip dibe çalıştırılırken ağır belirti göstermeden test yaptıramıyor ve ölümle burun buruna gelmeden hastanelerde tedavi olamıyoruz. Bu süreçte vaka sayıları bizden gizlenmiş, apaçık bir şekilde ölüme terk edilmişiz.

Bu saçmalıkların içinde yaşamaya çalışırken karantina, sokağa çıkma yasakları gibi “tedbir”lerin başka sonuçları da olmuş. Zaten fazla olan sosyal medya kullanımımız daha da artmış ve “bilgiye” daha hızlı şekilde ulaşmışız. Bazı adaletsizlikler, cinayetler, taciz ve tecavüzler teşhir edilmiş ve toplumsal tepki oluştuğu için bunların üstünün örtülmesi bir nebze daha zor hale gelmiş. Peki devlet durur mu? Durmamış ve yapıştırmış cevabı: “Sosyal Medya Sansür Yasası”!

Tıpkı televizyon gibi bu mecrayı da kontrol altına almak isteyen devletin aslında bir ölçüde başarıya ulaştığı söylenebilir. Çünkü görünen köyün ardında Servet Turgut’u helikopterden attılar, Şerali Dereli’yi evinin önünde katlettiler, Özcan Erbaş’ı vurup “havaya ateş ettik” dediler, “Kemal Kurkut’un katili serbest kaldı” haberini yapanı ise 20 yılla yargıladılar. Evin Kanlı’nın isminin duyulmuş olma ihtimali bile oldukça düşük. Hele daha geçmişe dönüp anlatmaya başlasak ne kimsenin gözü keser okumaya ne ömür yeter olan biteni yazmaya…

Gelelim asıl soruya, biz ne yapacağız? Gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz birçok haksızlığa sessiz kalıp vicdan muhakemesinin ardından bir kılıf mı uyduracağız?

Neymiş efendim, “izahı olmayan şeylerin mizahı olur”muş… Gizlenen vaka sayılarıyla, içinde bulunduğumuz ekonomik krizle, saçma sapan tedbirlerle, katliamlarla dalga mı geçelim? Başımıza gelen tüm felaketlerde suçu 2020’ye mi yıkalım? Yıkmamız gereken o kadar kurum varken…

Asıl suçluların kim olduğunu hepimiz çok iyi bilirken etrafımızda dört duvar yok diye kendimizi özgür mü sanalım? Hiç olmayan ve olmayacak olan konfor alanlarımızı terk edemiyor gibi mi yapalım? Hepimiz borç batağında değilmişiz gibi bireysel çıkarlarımızı mı gözetmeye çalışalım? Bu çıkarları kaybetme korkusuyla tükenelim mi, tükenmişliğin içerisinde hapsolmak bizi biçareliğe itmiş gibi? Gibi diyorum çünkü direnenler hala var ve umut hepimizin ekmeği. Peki tek başına umut etmek yeterli mi? Cevabı hepimiz biliyoruz, o halde neyi bekliyoruz?

Özgürlüğümüzü kimlerin kısıtlayacağını, kanımızı hangi zümrenin emeceğini kendi ellerimizle seçeceğimiz o günü mü bekliyoruz, “dümenden demokrasi” gününü? Oy vermek 3-5 senede bir dolup taşan öfkenin başka yöne kanalize edildiği, sonuçları merakla takip edilen lakin bize hiçbir zaman faydası olmayıp çözümmüş gibi gösterilen basit bir aldatmacayken… Tabi çözümden anladığımız doğalgaza zam yapılmaması, asgari ücretin bilmem kaç lira olması değilse.

Gençliğimizin en güzel zamanlarını birilerini daha fazla zengin etmek için harcamaya mecbur bırakıldığımız bu düzende daha ne kadar ezilebiliriz ya da buna nasıl sessiz kalabiliriz ki? Bu düzeni sürdürmeyecek, kılıflar uydurmayacak, sessiz kalmayacağız; şimdiden söyleyelim.

Çünkü “İzahı Olmayan Şeyin İsyanı Olur!”

Doğuş Özdemir

The post İzahı Olmayan Şeylerin İsyanı Olur! – Doğuş Özdemir first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Ölen Ölür Kalan Sağlar Sömürülür – Sergen Saka https://gencisci.org/olen-olur-kalan-saglar-somurulur-sergen-saka/ Mon, 17 Aug 2020 09:58:54 +0000 http://gencisci.org/?p=1091   Korona kriziyle birlikte, var olan sömürüye eklenen sömürüler yaşamlarımıza mâl oluyor. Salgının en yoğun olduğu zamanlarda dahi çalışmak zorunda bırakılan bütün işçiler için her fırsatta üzerine basıla basıla söylenen; maske, mesafe, hijyen kuralları patronların keyfine bağlı oluğu için türlü türlü sömürülere maruz bırakıldık. Böylelikle “Ölen ölür kalan sağlar sömürülür” düşüncesi iyiden iyiye ayyuka çıkmış […]

The post Ölen Ölür Kalan Sağlar Sömürülür – Sergen Saka first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

 

Korona kriziyle birlikte, var olan sömürüye eklenen sömürüler yaşamlarımıza mâl oluyor. Salgının en yoğun olduğu zamanlarda dahi çalışmak zorunda bırakılan bütün işçiler için her fırsatta üzerine basıla basıla söylenen; maske, mesafe, hijyen kuralları patronların keyfine bağlı oluğu için türlü türlü sömürülere maruz bırakıldık. Böylelikle “Ölen ölür kalan sağlar sömürülür” düşüncesi iyiden iyiye ayyuka çıkmış oldu. Devletin sadece patronları korumak için, işçiler adına zerre yararı olmayan sahte tedbirleri ise hâlâ devamlılığını sürdürmekte. Korona krizi başında yaptıkları toplantıda aslında sürecin kimin aleyhine işleyeceği ortadaydı. Sürecin başından beri kimin neşesinin yerinde olduğunu, olacağını yaşamlarını yitiren işçilerden anlayabiliriz.

Coğrafyanın birçok yerinden gelen, işçi sömürüleri ve iş cinayetlerine bir yenisi de Manisa’da üretim yapmakta olan Vestel’den geldi. Aslında bu ne yeni bir haber ne de Vestel için ilkti. Artan vaka sayılarında, yerel halkın ve sendikaların oluşturdukları toplumsal tepki sayesinde basında yer buldu bu haber. Sadece oluşturulan bu toplumsal baskıyı bastırmak adına yapılan sözde “şeffaf bilgilendirme” toplantısının başında; Beyaz Eşya Genel Müdürü Erdal Haspolat’ın, çalışma koşullarının ve alınan tedbirlerin merak edilmesine karşın hâlâ utanmadan şirket reklamını yapması hak gasplarının üzerini örtmeye çalışmaktan başka bir açıklaması olmayacağını göstermektedir. Zira işçilerin mola saatlerinin kaldırılması, işçinin fabrikada yaşananları bir başkasına anlatması sonucu işinden olacağı tehditlerine değin birçok ihlalin ve gaspın yaşandığını duymaktayız. Duyduklarımıza karşın patronlar ve şefler hiçbir aksiliğin olmadığını, vaka sayılarının toplam çalışanlara oranla %2’lik bir rakama tekabül ettiğini belirtmekte. Ağustos ayının 8’inde yerel gazete temsilcileriyle yaptıkları “şeffaf bilgilendirme” toplantısında Covid-19’a bağlı yaşamını yitiren sadece 2 işçinin olduğunu iddia eden genel müdür, pekâlâ basının işçilerle konuşulmasını neden engellemiştir diye sormak gerekir. Alışılageldiği üzere bir toplumsal tepki oluşturulan her olayın ardından yetkililerin biri veya birkaçının çıkıp açıklamalarını bu tonda yapmaları, asıl ezilenlere yaşananların içyüzünü anlatma fırsatının verilmemesi, açıkça basın yoluyla vicdanları rahatlatmak ve tepkilerin yününü değiştirmek maksadıyla yapılmış olduğunu akla getirmelidir.

Hatırlatmakta fayda var. Geçtiğimiz 2016 yılında cirosunu %24 arttıran Vestel ne yapmıştı? Müşterilerin siparişlerini geri çekmesi bahanesini öne sürerek 150 işçiyi, işten çıkarmıştı. Kısa süreli işçi çalıştırma yoluyla her türlü sömürü fırsatını kullanmasıyla da tanınan Vestel böylelikle; işçilerin hiçbir hak kazanmadan, işine son vermişti. 2018 yılında ataması yapılmadığı için zorunlu olarak Vestel’in yan sanayi üretimini üstlenen Sarp Plastik’te çalışmaya başlayan Hasan Songur’un yaşamını yitirdiği iş cinayeti sonrasında kullanılan cümleyi unutmamak, unutturmamak gerekir. “Soğukkanlı olun, çalışmak zorundasınız.” Unutmamak gerekir çünkü aynı Vestel’in geçtiğimiz yıllarda birçok iş cinayetine göz yumduğu ve buna rağmen iş güvenliğine önem vermemesi birçok basın kurumlarının haberlerinde mevcut. Bu nedenle içinde bulunduğumuz korona krizinin başından beri işçilerin virüs bulaş riski altında çalıştırılmaları bir yana virüs kaynaklı ölümlerin olması, işçi ve yaşam düşmanı Vestel için pek bir önem arz etmeyecektir. Günlük çalışma saatlerinin 12 saati bulduğu ve mevcut çalışan sayısının 19 bin civarında olduğunu göz önüne alırsak üretiminden vazgeçmek yerine işçilerin dip dibe çalışılarak sermayenin döngüye devam etmesini sağlaması, işçi yaşamlarından vazgeçmekten kolay görünüyor.

 Geçtiğimiz günlerde yapılan buzdolabı hesabına, yaşamını yitiren ve koşulların kötüleşmesine rağmen çalışmaya zorlanan işçileri düşünmeyerek devam edenlere şunu söylemek gerekir: Sizin ekonominiz büyürken bizler ölüyoruz. Hayatlarımızı idame ettirmek, çoğu zaman sadece hayatta kalabilecek ekonomik sınırı yakalayabilmek ve geçinebilmek için gittiğimiz fabrikalarda, tarlalarda, madenlerde göz göre göre öldürülüyoruz. Sizin ve yandaşlarınızın cepleri dolarken bizler hesabını yaptığınız buzdolaplarının içlerini dolduramıyoruz. Meydanlardan söylediklerimizi buradan da yinelemek gerekir; “KÖLE DEĞİL İŞÇİYİZ, ÖRGÜTLÜYSEK GÜÇLÜYÜZ.”

Sergen Saka – Genç İşçi Derneği

The post Ölen Ölür Kalan Sağlar Sömürülür – Sergen Saka first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Devlet İstedi, Patron Uyguladı: Dardanel İşçisi Toplama Kampında – Meltem Çuhadar https://gencisci.org/devlet-istedi-patron-uyguladi-dardanel-iscisi-toplama-kampinda/ Fri, 07 Aug 2020 14:02:44 +0000 http://gencisci.org/?p=1073 Temmuz ayının sonunda Dardanel Gıda’nın Çanakkale’de bulunan fabrikasında çalışan işçilerin bir kısmında Covid-19 testinin pozitif çıktığı ve önlem olarak geride kalan işçilerin “Kapalı Devre” denilen ve toplama kamplarını andıran bir sistemle çalıştırılmaya başlanacağı duyuruldu.  Kapalı Devre Sistemi 14 gün boyunca işçilerin mesai saatlerini tamamladıktan sonra fabrikanın yakınında bulunan bir alanda toplu şekilde konaklamasına dayanıyor. Dardanel’in […]

The post Devlet İstedi, Patron Uyguladı: Dardanel İşçisi Toplama Kampında – Meltem Çuhadar first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Temmuz ayının sonunda Dardanel Gıda’nın Çanakkale’de bulunan fabrikasında çalışan işçilerin bir kısmında Covid-19 testinin pozitif çıktığı ve önlem olarak geride kalan işçilerin “Kapalı Devre” denilen ve toplama kamplarını andıran bir sistemle çalıştırılmaya başlanacağı duyuruldu. 

Kapalı Devre Sistemi 14 gün boyunca işçilerin mesai saatlerini tamamladıktan sonra fabrikanın yakınında bulunan bir alanda toplu şekilde konaklamasına dayanıyor. Dardanel’in internet sitesine girildiğinde karşımıza çıkan “Dardanel grubu olarak önceliğimiz çalışanlarımızın ve tüketicilerimizin sağlığı ve güvenliği” mesajına bakınca Kapalı Devre’nin işçilerin can güvenliği için kurulan bir sistem olduğunu zannedip “Vay be! İşçilere 14 gün kalacak yer imkanı vermişler.” demek bile mümkün.

Ancak tek bir basit soruyla Dardanel Gıda’nın işçi güvenliği maskesini indirmek de mümkün: “Covid-19 vakasının olduğu bir fabrikada neden işçiler ücretli izne çıkarılmadı?”

Dilde yaygınlaşan haliyle uzun bir zamandır “normalleşme süreci”nin içindeyiz. Normalleşme sürecinin korona krizinin biyolojik seyriyle ilgili olmadığını, salgının etkisiyle ekonomik ve siyasi krize giren devletin sistemi kurtarma politikası olarak başladığınıysa herkes biliyor. Özellikle Sağlık Bakanlığı’nın Covid-19 tablosundaki verileri çarpıttığı ortaya çıktığından beridir zaten sürecin nasıl bir mantıkla işletildiği de ortada.

İşçilerin hiçbir güvenlik önlemi alınmadan çalıştırıldığı iş yerleri, o iş yerlerine ulaşmak için tıklım tıkış geçen yolculuk halleri ve yaşanan işçi ölümleri de böylesi bir normalleşme sürecinin en “normal” görüntüsü olarak medyada yer alıyor. Yukarıdaki basit sorunun basit cevabı da burada işte: Dardanel Gıda’nın patronları için yani kapitalistler için önemli olan, üretimin kesintisiz devam etmesi; öyle işçi güvenliği falan değil. İşçiler ise sosyal olarak da kapatıldıkları devrelerde çalışmaya gönüllü hiç değil. Fabrikanın Kapalı Devre modeline geçmesinin amacı ne işçilerin ailelerine virüs bulaşmaması ne de işçilerin sağlığının sürekli denetim altında tutulması… Çok basit, üretimin durmaması. Ve bunun sonucu olarak, şuanda hastanede tedavi gören 56 işçi ile birlikte toplamda 153 Dardanel işçisine Covid-19 tanısı konduğunu biliyoruz.

Dardanel’i boykot etme çağrılarının sosyal medya üzerinden yükselmesinin ardından şirketin patronlarından biri, Kapalı Devre Sistemi’nin kendi fikirleri olmadığını ve devletin önerisiyle bu sistemin uygulanmaya başlandığını hatırlattı. Kendini aklamaya çalışan Dardanel’in sadece market raflarına değil TSK’ye ve ÖSO’ya da üretim yaptığı düşünülünce bu işbirliği zaten kaçınılmazdı.

Bu modele yönelik stratejiler gerçekten sadece Dardanel ile sınırlı değil. MÜSİAD’ın 7 yıl önce Orta Ölçekli Sanayi Bölgeleri adıyla duyurduğu ancak başlatmadığı, Kasım 2019’da adını Milli üretim Üssü olarak değiştirdiği ve korona krizi sürecinde, Mayıs 2020’de “Bu kriz bir fırsat olsun” başlığını atarak İzole Üretim Üssü adıyla duyurduğu projenin Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan onayları alındı ve inşaatı başladı. Öncelikle Tekirdağ’da başlayan bu toplama kampı inşaatı Hadımköy, Hassa ve Karadeniz bölgelerinde kurulacak üslerle sürdürülecek ve Dardanel Gıda’nın uyguladığı sistemin daha kompleks bir hali oluşturulacak. Proje şimdilik işçilerin ve ailelerinin fabrika yakınlarına yerleştirilerek konaklayabileceği, ihtiyaçlarını giderebileceği, kısaca yaşayacağı bir kompleks olarak tarif ediliyor. Adı üstünde işçilerin ve ailelerinin izole edileceği, daha açık haliyle sosyal olarak yok edileceği bir proje söz konusu.

Devlet birkaç gün sonra karşımıza “izole üretim üsleri” projesinin Covid-19’a bağlı işçi ölümlerine, güvenlik ihlallerine, iş yerlerinde Covid-19 tedbirlerinin yetersizliğine bir alternatif olduğunu savunarak çıkabilir. Ancak gerçeğin hiç de öyle olmadığını söylemekte fayda var.

Söz konusu projenin anlamı devlet ve şirketler için üretimin sürdürülmesiyken yaşamını “normalleştirerek” çalışmak zorunda kalan ezilenler için anlamı daha fazla sömürülmek, daha fazla ezilmek, kapitalizme daha fazla hizmet etmekten başka bir şey değil.

Meltem Çuhadar- Genç İşçi Derneği

The post Devlet İstedi, Patron Uyguladı: Dardanel İşçisi Toplama Kampında – Meltem Çuhadar first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Normalleşme Sürecinde Virüsten ya da Açlıktan Ölmek – Atakan Polat https://gencisci.org/normallesme-surecinde-virusten-ya-da-acliktan-olmek-atakan-polat/ Tue, 12 May 2020 18:36:39 +0000 http://gencisci.org/?p=1061 Yaklaşık 2 aydır süren korona krizine dair önlemler çerçevesinde kapatılan AVM’ler dün açıldı. İş bulabilen şanslılardansak eğer, dün işe gittik. Küresel bir salgın sürecinde yüzlerce kişiyle kapalı bir tüketim mabedinde kaldık 10 saat ama “şanslı” saydık kendimizi. Neden mi? Biz hizmet işçilerine evden çalışma olanağı yoktu bu süreçte. Hak denilen güvence ise zaten ulaşılamaz bir […]

The post Normalleşme Sürecinde Virüsten ya da Açlıktan Ölmek – Atakan Polat first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Yaklaşık 2 aydır süren korona krizine dair önlemler çerçevesinde kapatılan AVM’ler dün açıldı. İş bulabilen şanslılardansak eğer, dün işe gittik. Küresel bir salgın sürecinde yüzlerce kişiyle kapalı bir tüketim mabedinde kaldık 10 saat ama “şanslı” saydık kendimizi. Neden mi?

Biz hizmet işçilerine evden çalışma olanağı yoktu bu süreçte. Hak denilen güvence ise zaten ulaşılamaz bir lükstü çoğumuz için. Ücretli izin hayaldi, bize düşmedi. İzne ayrılabilenlerin şanslıları yıllık izinlerinden yediler bir süre, sonrası ücretsiz izin, işsizlik… İzni yedikten sonra ne yiyeceğimizi söylemedi patronlar.

Salgın bitince değil ekonomi batınca başlatılan “normalleşme süreci”nin ilk adımlarından biri AVM’lerin açılması olunca iki seçenek çıktı biz vasıfsızların karşısına; virüsten ölmek ya da açlıktan ölmek.

Koskocaman sağlık bakanı dün AVM’ler önünde oluşan kuyrukları “Çok yakınlık tez ayrılık getirir.” gibi kamyon arkası sözlerle yorumlarken ve koskocamanın bir küçükleri, Bilim Kurulu üyeleri “Gömlek mi alacaksınız? Nokta atışı yapacaksınız. Alıp çıkacaksınız.” gibi akıllar verirken topluma; akılları bize yetmedi. “Zorunda kalmadıkça gitmeyin.” dediler, her gün gitmek zorunda kalacak olan bizleri görmediler.

Evet #AVMlereGitmeyin ama yetmez. Müşteriler gelmese de biz işçiler aynı mağazanın içine, aynı dandik havalandırma sistemiyle kapatılmayı sürdüreceğiz. Sayıları İstanbul’da en az 93, Ankara’da 33, İzmir’de 21, Antalya’da 14, yaşadığımız coğrafyada toplamda en az 400’ü bulan AVM’lerin her birinde yüzlerce işçiyiz. Hal böyleyken “Birimiz taşıyıcı olsak toplu kıyım…” demeye yeltenirsek eğer, alınan önlemlerle susturulmaya çalışılıyoruz.

Müşteriler içeride 3 saatten fazla kalamayacakmış, biz 10 saat kalıyoruz. 10 metrekareye 1 müşteri düşecekmiş ve 2 metre fiziksel mesafe kuralı uygulanacakmış, biz takmayacakmışız bu metre metrekare hesaplarını. Ateşi ölçülmeyen ve maskesiz müşteri içeri alınmayacakmış, yok bir de alınsaydı diyecektik ki dün gördük kapıdan geçenin maskesini indirdiğini. Bebek arabası kiralanamayacakmış, zaten bebeklerin sokağa çıkma yasağı yok mu? Kabinlerin kullanımı 10 dakikayı geçmeyecekmiş, zaten yatıya mı gelecekti müşteriler? Asansörler ve merdivenler dezenfekte edilecekmiş, onu da biz yapmayacak mıyız sanki?

Alınan önlemlerin bizi virüsten korumaya yetmeyeceğini de biliyoruz, koruyup korumayacağının patronların umurlarında olmadığını da. Ne de olsa “Ortalık işsiz kaynıyor…” ve zaten “Genç işçinin biri gider, biri gelir…” iken bize yüklenenlerin ağırlığını 10 saat ayakta durmaktan şişen ayak bileklerimizle, maskelerin içinde nefessiz kalmaktan çatlayan başımızla, düşen maaşlar yüzünden guruldayan midemizle gün geçtikçe daha çok hissediyoruz. Biz normalleşmiyoruz.

Bugünkü anormalliğin sebebinin bir araya gelmememiz, omuz omuza vermememiz, karşılarına dikilmememiz için çabalayan sistemin normali olduğunu biliyoruz. Biz bu sömürü sisteminin normalini de anormalini de istemiyoruz.

Bu yüzden bugün ihtiyacımız olan, anormalin koşullarını da yok etmemizi sağlayacak olan şey normaliyle anormaliyle sistemin her halini yıkmaktır; örgütlenerek adil ve özgür dünyayı yaratmaktır.

 

Atakan Polat – Genç İşçi Derneği

The post Normalleşme Sürecinde Virüsten ya da Açlıktan Ölmek – Atakan Polat first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
İşçilerin Evlerine HAYAT SlĞMAZ! – Sergen Saka https://gencisci.org/iscilerin-evlerine-hayat-slgmaz-sergen-saka/ Tue, 28 Apr 2020 09:46:14 +0000 http://gencisci.org/?p=1039 Korona virüs önlemleri adı altında yayınlanan genelgeler gereği birçok işyeri kepenk indirmiş durumda. Bu “önlemler” arasında tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe, her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları (AVM ve lokanta […]

The post İşçilerin Evlerine HAYAT SlĞMAZ! – Sergen Saka first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Korona virüs önlemleri adı altında yayınlanan genelgeler gereği birçok işyeri kepenk indirmiş durumda. Bu “önlemler” arasında tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe, her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları (AVM ve lokanta içindekiler dâhil), çay bahçesi, dernek lokalleri, lunapark, yüzme havuzu, hamam, sauna, kaplıca, masaj salonu, SPA ve spor merkezlerinin faaliyetleri geçici bir süreliğine durdurulmasına dair bir karar da bulunuyor. Bu kapsamda 150 bin işyerinin -geçici olarak- kapatıldığı ayrıca açıklandı.

Hayatını idame ettirmek için gündelik veya sürekli işlerde çalışmak zorunda olduğu halde bugün evde kalmaya zorlanan ya da riske girip işine gitmek zorunda olan işçiler azımsanmayacak bir çoğunluk olarak Korona Krizi’ne mahkûm edilmektedir. Sırtı yere gelmeyecek kurum/şirketlere vergi ötelemeleri veya üretim bandının aralıksız işleyebilmesi için yardımlar yapılırken, evinde kalmaya zorlanan gündelik veya bu kıstasa sokulmayan kayıt dışı çalışanların ve rutin bir işe sahip olan işçilerin; borç ertelemeleriyle daha çok borçlanması istenmektedir. Bu nedenle kriz sonrası sömürülebilir emek kaynaklarının da tartışılamaz bir derinlikte olacağı öngörülebilir. Açıklanan ekonomik paketin şu an için nerelere harcandığı veya harcanacak olduğuna netlik getirilmemesi bir yana, paketin bazı gerekli koşulan yeterliliklerle birçok kişiyi şimdiden saf dışı bıraktığı aşikâr. Ekonomik paket haricinde, meclise sunulan yasa tasarısının içeriği gereğince, her ay hesaplanan/açıklanan açlık ve yoksulluk sınırının yakınlarından bile geçmemesine rağmen, ücretsiz izine çıkarılan veya virüs dolayışla işini kaybetmiş olan işçilere ödenecek günlük 39 lira 42 kuruş (farklı kaynaklar, tümünün bile küsurat sayılabileceği bu ödeneğin, küsurat kısmının 24 kuruş olduğunu belirtiyor.) ödeme yapılacak olması, açıkça, çalışanıyla veya çalışamayacak olanıyla alay etmektir. 

Evde Kal Ama Nereye Kadar?

Başa dönecek olursak, alınan bu kararlar insanları; virüs riskinden uzaklaştırıp yokluk ve aç kalma riskine itmekte. Hâl buyken “Evde nereye kadar kalınabilir veya hayatın ne kadarı eve sığar?” sorularını sormak yerinde olacaktır. Bu sorulara verilecek cevaplar, nihayetinde bu konuyu; virüsün yayılma hızını engellemenin veya bireyin izolasyonunu sağlamanın ötesinde, evde yaşanılacak koşulların ne kadarının sağlanabildiğine taşımakta. Korona Krizi için “Biz bir şeyler yapıyoruz, bunun karşılığında siz de bir şeyler yapın.” minvalindeki bu söylemleri ne kadar tahammül edilesi? Bu söylemlerin ezilenler için karşılığı ne kadar sahici? İşsizlik oranının dayandığı noktayı, yaşanılan işçi hakkı gasplarını da göz önüne alırsak, “hayat eve sığar” demek onlar için kolay olsa da bizler için değil. Evet, bedenlerimiz eve sığar fakat hayatın kendisi bu koşullarla eve sığamıyor. Artan gıda fiyatları, zamlanan faturalar, biriken borçlar… Bunların hepsi altına girilemeyecek birer yük iken devletin bir gecede aldığı süresiz mekân kapatma, faaliyet durdurma kararları ne işe yaramıştır?

Bu hesaba ertelenmeyen faturalar, ödenemeyecek/ödenmeyecek ödemeleri de eklediğimizde, içinden çıkılmaz bir labirente dönüşüyor hayat doğrusu. Peki, içinden geçtiğimiz bu süreçte, hangi hayatlar sığacak eve? Günlük 39 lira 42 kuruşun geçinmeleri için ideal olduğunu düşündükleri işçilerin hayatları mı? Bu ödeneğe hak kazanamayan, hiçbir geliri kalmamış kayıt dışı çalışan işçilerin hayatları mı? Bu coğrafyada alınan kararlar şunu göstermektedir ki salgın sonrası hayat koşullarının daha kötü hale gelmesi kuvvetle muhtemel. Böylelikle sözüm ona aldıkları tedbirler, birer tehdide dönüşmüyor mu? Burada hesap, sağlıktan feragat edildiğini gösteriyor. Burada hesap, her gün açıklanan resmi rakamların, vakti zamanında birer insan olduğunu yadsımaya denk düşüyor.

Kendi OHAL’inizi İlan Edin, Bunu da Bizden Beklemeyin.

İşe gitmek zorunda olduğu için evinde kalamayan işçiler ise değinmeye çalıştığımız diğer bir konudur. Var olan sistemde bu sürecin özeti şudur, iş/konu emeğin sömürülmesine geldiğinde bütün sermayedarların sıralı olmaksızın, yaka paça, gasp edebildiğini gasp ettiği, iş/konu insan sağlığına vardığında cebinden ödün vermeye gelememesidir. Bu durumda genelgeler göndermek, tedbirler almak kolay olsa gerek. Evet, kişisel tedbirlerimizi biz de alabiliriz fakat yaratılan bu küresel krizde var olan koşullar ile evde kalınamıyor. Kalınamıyor, çünkü birçok tedbir insan sağlığını korumaya dair değil. Sistemlerini, sermayelerini güvence altına almak içindir. 

Burada sermayenin sürekliliği söz konusu olduğunda çalışan sağlığını düşünmeyen devlet; kendi OHAL’imizi ilan etmemizi öneriyor. Kendi ohalimiz ile açlığı kabullenmemizi. Böylelikle önlem almadan, önlem aldıklarını savunabilecekler. Böylelikle gün sonunda açıkladıkları rakamlardan kendilerini mesul tutmayabilecekler. Mecliste onanan yasa da bunun bir kanıtıdır. Başta değindiğimiz bu yasa teklifinden, çalışanlara her hâlükârda risk almak veya açlığı kabullenmek çıkmıştır. Bununla birlikte ücretsiz izin gibi hak ihlallerini de mazur göreceklerini ayan beyan ortaya koymuşlardır. Başka bir açıklaması yoktur bunun.

Geçtiğimiz günlerde 20 yaş altı için açıklanan sokağa çıkma yasağının hemen ardından, bu yaş grubunda çalışmakta olan işçilerin, bu yasağa tabii tutulmayacağı da duyurulmuştu. Her halükârda çalışmak zorunda olan kesim için bir önlem almadıklarını açık etmemeye özen gösterirken verdikleri bu karar bile durumu özetler nitelikte. Patronlar riskten uzak olan evlerindeyken üretim bandının aralıksız işleyebilmesi çalışmak zorunda olanların sırtına yüklendi. Böylelikle sermayeleri zarar görmeyecekti. Pekâlâ elimizdeki en güçlü kozun yakalanmamak olduğunu söyleyen sağlık bakanı bu durumda kimleri kastetmiştir? Çalışmaz ise evine ekmek götüremeyecek işçileri değildir herhalde?

Ekonomik sıkıntıların Korona Krizi’nin öncesine dayanması bir yana, bu süreçte izlenen yol, bu sıkıntıları daha da belirginleştirdi. Böylelikle halihazırda adaletsiz olan gelir dağılımı, adaletsizleşmeyi sürdürdü. İnsan sağlığı için alındığı iddia edilen önlemlerin aslında sosyal medya tepkilerini bastırmaya yönelik olduğu; işçi yararına olmadığı, aksine zararına olduğu öngörülen işsizlik maaşı veya ücretsiz izin ödeneğinden de anlaşılabiliyor. Bütün bunlara rağmen işçiden evinde kalması beklenmektedir. Bu süreçte asgari gelirli bir işçiden evinde kalması veya gelir yolları kapatılan bir işçinin, hayatının kaçta kaçını eve sığdırması beklenebilir? Bu yüzdendir ki halkların kendi dayanışma ve paylaşma ağlarını örmeleri, önemli bir çıkış yoludur var ettikleri bu kriz/sistemden.

Sergen Saka

 

The post İşçilerin Evlerine HAYAT SlĞMAZ! – Sergen Saka first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>
Korona Krizinde İşçi Hakları – Gökhan Soysal https://gencisci.org/korona-krizinde-isci-haklari-gokhan-soysal/ Tue, 21 Apr 2020 12:10:46 +0000 http://gencisci.org/?p=1031 Koronavirüs krizi yaşamlarımızın her alanını oldukça etkiliyor. Sürekli çeşitli önlemlerin alındığı açıklanıyor. Bu önlemler arasında tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe, her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları (AVM ve lokanta içindekiler […]

The post Korona Krizinde İşçi Hakları – Gökhan Soysal first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>

Koronavirüs krizi yaşamlarımızın her alanını oldukça etkiliyor. Sürekli çeşitli önlemlerin alındığı açıklanıyor. Bu önlemler arasında tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe, her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları (AVM ve lokanta içindekiler dâhil), çay bahçesi, dernek lokalleri, lunapark, yüzme havuzu, hamam, sauna, kaplıca, masaj salonu, SPA ve spor merkezlerinin faaliyetleri geçici bir süreliğine durdurulmasına dair bir karar da bulunuyor. Bu kapsamda 150 bin işyerinin -geçici olarak- kapatıldığı ayrıca açıklandı.

Alındığı söylenen bu önlemler yoğunluklu olarak genç işçilerin çalıştığı hizmet sektörünü etkiliyor ancak genç işçiler için bir tek önlem dahi açıklanmıyor. Genç işçiler şu aşamada patronlar tarafından ya her türlü virüs riski altında önlem alınmadan çalıştırılıyor ya da ücretsiz izin kullanmak zorunda bırakılıyor. Bazı patronların, bu durumu yıllık izin kullandırma bahanesi adı altında iyiden iyeye sömürmeye çalıştığına da şahit oluyoruz. Peki bu koşullar altında, güncel yasal duruma göre, işçiler neler yapabilir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki iş sözleşmesinin süresi belirli olsun veya olmasın işçi, sağlığını tehdit eden herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kalırsa iş sözleşmesini herhangi bir tazminat ödemeden kendisi feshedebilir. İş Kanunu, ilgili 24. maddede bulaşıcı hastalık konusunda her ne kadar işçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçinin bulaşıcı hastalık taşımasını aradıysa da işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa da işçi iş sözleşmesini feshedebilir. Örneğin salgınla birlikte bir kasiyerin işini yapması durumunda sağlığının tehlikede olduğu açıktır. Bu nedenle iş sözleşmesini feshetmesinin önünde herhangi bir engel yoktur.

İşçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa da işçi, iş sözleşmesini feshedebilir. İşçiye bu sürede ücretinin yarısının ödenmesi gerekir. Bu durumlar haklı sebeple fesihtir, kıdem tazminatı ve işsizlik maaşı gibi diğer alacaklar bu fesihten etkilenmez. Diyelim ki işçiyi işyerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan -örneğin koronavirüse yakalanmak ve karantina altına alınmak gibi- bir durum yaşanırsa da işçiye ücretinin yarısının ödenmesi gereklidir. Bu durumda şuna dikkat etmek gerekir ki patron, işçiyi kıdem tazminatını ödemeden işten çıkarabilir. İşçi koronavirüse yakalanırsa patronların bunu kötüye kullanacağı açıktır. Böyle bir sürecin mahkemeye taşınması durumunda mahkemenin kimin lehine karar vereceği tahmin edilebilir.

Ücretsiz izin konusunda ise İş Kanunu’nda herhangi bir madde düzenlenmemiştir. Uygulamada bu durum patronla işçi arasında olduğu varsayılan bir sözleşmeye, daha doğrusu karşılıklı anlaşmaya dayanıyor. Bir düzenleme olmadığı için işçi, bu dayatmayı kabul etmek zorunda değildir. Ancak içinden geçtiğimiz süreçte ücretsiz iznin işçiye patron tarafından dayatıldığı aşikâr ve işçiye, işini koruyarak karşı çıkma şansı tanınmamış. İşçilerin, kendilerine yönelik ciddi ve yakın bir tehlike doğduğunda patrondan önlem alınmasını isteyebilecekleri ve bu süreçte çalışmayabilecekleri düzenlenmişken önleme ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Sadece işçilerin önlem alınmazsa sözleşmelerini feshedebileceği düzenlenmiştir. Belirtmek gerekir ki işyeri koşullarına da uyması durumunda işçi, yıllık ücretli izin hakkını kullanabilir.

Patronların başvurabileceği bir yol olan kısa çalışma ödeneğinde sigortalı işçilere gelir desteği sağlanmaktadır. Ancak bunun için de işçinin kısa çalışmanın başladığı tarihte, çalışma süreleri ve işsizlik sigortası primi ödeme gün sayısı bakımından işsizlik ödeneğine hak kazanmış olması şartı aranmaktadır. Hizmet sektöründe çalışan genç işçileri düşündüğümüzde birçok işçinin bu uygulamadan faydalanabileceğini düşünmek pek gerçekçi değil. Şimdiye kadar uygulamaya sokulduğu söylenen önlemler arasında müteahhitler bile düşünülmüşken genç işçilere dair herhangi bir önlem elbette bulunmamaktadır.

Gökhan Soysal

 

*Bu yazı, Aylık Anarşist Gazete Meydan’ın 52. Sayısından Alınmıştır

The post Korona Krizinde İşçi Hakları – Gökhan Soysal first appeared on Genç İşçi Derneği.

]]>