"Enter"a basıp içeriğe geçin

Hapishanede kadın olmak

A:Hapiste kadın olmak seni nasıl etkiledi? Neler yaşadın? Kadınlar arası dayanışma nasıldı?
Günnaz: Gözaltına alındığımda 1997’nin başıydı. O dönem gözaltı kayıplarının yoğun olduğu dönemdi. Aslında hapiste kadın olmaya gelmeden önce şubede kadın olmak var. Çünkü gözaltına alındığınız andan itibaren bir silah gibi çıkıyor karşınıza kadın olmak. Ben sokaktan kaçırılmıştım. Daha taksiye biner binmez cinsel taciz başlamıştı. Girer girmez erkek ya da kadın fark etmiyor çırılçıplak soyuyorlar. Ve işkence süresince erkek de, kadın da cinsel tacize maruz kalıyor. Ama kadınlara ekstra bir de tecavüz tehdidi var. Örneğin, işkence seanslarına katılanlardan biri sürekli ters ilişki ile tehdit ederdi. En son bir akşam geldi. İşkence bitmiş, işkenceciler yok ortada. Adam geldi, sabaha karşı dört beş gibi aldı beni götürdü, çırılçıplak soydu. “Tamam” dedim “Tehdidini yapacak herhalde bu”. Yapmadı ama sürekli tehdit etti. Yani kadın kimliğini sonuna kadar kullanıyorlar size.
Ben tek alınmıştım, gözaltında olduğum zaman başka siyasetten de arkadaşlar vardı. Benden daha yoğun cinsel taciz yaşayan vardı. Daha önceki göz altılarında çocuğunu düşüren vardı. Cezaevinde tecavüze uğrayıp gelen kadınlar görmüştüm. Cinsel kimlik daha sorgu aşamasında başlıyor, ama cezaevinde şubede olduğu kadar karşınıza çıkmıyor. Çünkü orda zaten artık kadınlar ve erkekler diye ayrılıyorsunuz. Şubedeki gibi birebir karşı karşıya geliş yok askerle. Orda bu sefer, kendi arkadaşlarınızla ya da cezaevi yetkilileriyle kadınlar mı muhatap alınır, erkekler mi gibi sorunlar yaşanıyor. İki arkadaş vardı. Onlar gözaltında tecavüze uğramışlardı. Aynı koğuştaydık. Onları görünce düşünmüştüm “Acaba bunlar benim başıma gelseydi ben de böyle mi olacaktım” diye. Korkunç bir yıkım. Filistin askısı nasıl bir işkenceyse, bu da bir işkence ama insanın kafasındaki psikolojik ya da sosyal baskının artıkları varsa Filistin askısı gibi karşılayamayabiliyor. Örneğin arkadaşın biri geceleri uyuyamazdı. Uyuduğu zaman, çığlık sesleri ile uyanırdı, ağlardı. Bir tanesi tam tersi, tecavüzün üstüne giden, bu konuyu işleyen tiyatrolarda yer almaya çalışıyordu. Ondan sonra o da patlak verdi ve tedavi görmek zorunda kaldı. Yani cinsel kimliğin kullanılması çok etkili bir silah.
A: İçeri girdikten sonra neler değişti? Oradaki ilişkiler nasıldı? Siz hangi tip cezaevinde tutuldunuz?
Günnaz: Bizimki özel tipti. Cezaevinde aile ya da sosyal ortamlardaki gibi her şey bariz yaşanmıyor. Yani sen kadınsın yapamazsın, edemezsin gibi değil. Orda çok tuhaf bir denge vardı. Bazen biz nasıl davranacağımızı kestiremiyorduk. Çünkü bazen cezaevi yetkilileri, gündeme göre, bizimle görüşmeyi kabul ediyordu ya da etmiyordu. Platformumuz vardı. Orda erkek temsilciler vardı. Ceza evi yetkilileri onlarla görüşmeyi tercih ediyordu. Çok anlık durumlarda ya da biz çok baskı yaptıysak dinlerlerdi. Kadınlar koğuşu ile ilgili bir şey varsa da erkek platformu üzerinden iletilirdi. Yani orda yumuşakça geri itiliyorsunuz. Aramalarda bile erkek arkadaşlarımızdan, temsilciler ile gelip arama yapıyorlardı. Orda daha sessiz sakin geriye atma var. Hatta bir kere, koğuş kırk elli kişi olmuştu. Yerimiz dardı. “Ekstra ranza koyabileceğimiz bir alan istiyoruz” dedik. Çünkü yatak alanımız dardı. Kapalı bir şebeke vardı. Orayı vermediler. “Tamam” dedik en sonunda kapıyı söktük. Sesi duyunca geldiler. Ondan sonra şebekeyi verdiler. Yani bazen sesini ancak bu şekilde duyurabiliyordun.
A: İşkence süresine geri dönecek olursak; kadın polis geldi mi işkenceye? Cezaevindeki kadın gardiyanların tavırları nasıldı?
Günnaz: Ben işkencede görmedim. O cezaevinden cezaevine ve dönemlere göre değişiyor. Örneğin, benim kaldığım ceza evinde gardiyanlarla hiç sorun yaşamıyorduk. Tersine dostane
ilişkiler kuruyorduk. Onların bize, bizim onlara yardım ettiğimiz konular oluyordu. Ama şubede görmüştüm. Ben sadece ortalıkta gezinen sağa sola laf atan hücredekileri tahrik etmeye kalkan bir iki tane kadın gördüm. Ancak dediğim gibi gardiyanlar da döneme göre değişiyor. Örneğin 19 Aralık operasyonunda hiçbir gardiyan içeri girip de ölüm orucuna yatanları teşhis etmeyi kabul etmemiş. Bizden korkmuyor. Bizi vermek istemiyor. Yani böyle insani ilişkilerde kurulabiliyor. Ama örneğin; erkek gardiyanlardan da gelip dövenler olabiliyor. Sonuçta siyasi olarak feminizm benim uzak durduğum bir görüş. Ama cezaevinde insanda feminist bir damar geliştiğini fark ettim.
A: Bunu nasıl fark ettin peki?
Günnaz: Çünkü birebir benim yaşadığım bir sorun var. Ve ben bunu müdüre söylemek istiyorum ama kapıyı açıp da beni müdüre götürmüyorlar. Başgardiyana söylüyorum götürmüyor. Temsilcimle görüşmek istiyorum diyorsun, kapının arkasına temsilcin geliyor. “Yoldaş” diyorsun “böyle böyle bir durum var bunu bir müdürle konuşsan” diyorsun. Ondan sonra konu müdüre gidiyor. Ama niye ben söyleyemiyorum? Belki ben farklı anlatacağım, belki daha detaylı anlatacağım, adamın verdiği tepkiye göre, başka bir şeyler ekleyeceğim. Yani birebir muhatap olamıyorsun.
A: Peki neden kadın temsilci yok?
Günnaz: Kadın temsilci de var. Kadın koğuşunda her siyasetin temsilcisi vardı. Erkek platformunda gündem belirleniyor. Kadınlara iletiliyor. Kadınlar kendi arasında tartışıyor ve görüşünü erkek platformuna iletiyor. Feminist olma zemini güçlü. Çünkü “ben kadınım, kadın olarak şunu söyleyeceğim” gibi tavırların olmasa bile, bir süre sonra “Ben de gidiyim konuşayım” ya da “biz de gidelim orda sorunlarımızı konuşalım” demeye başlıyorsun. Hatta bir arkadaşı sıkıştırdık ve platform toplantısına yolladık. Normalde kadınlar erkek toplantısına geçemiyordu. Bayağı da bir tartışma olmuştu feminist mi oluyorsunuz diye. İnsan kendi içinde düşünüyor “Ben feminist mi oluyorum” diye. Aslında hiç feminizm değil tamamen kendini ifade derdi. Cezaevinin böyle bir riski var. Kadınların feminist damarını kabartıyor.
A: 19 Aralık operasyonunun gelişimini değerlendirebilir misin?
Günnaz: Sadece askerin girişini hatırlıyorum ama iki gün sonra ne olmuştu hatırlamıyorum. Çok detaylı bir şey hatırlamıyorum.
A: Sen ölüm orucunda ne kadar süre kaldın?
Günnaz: 135 ile 140 birinci ekipteydim. Ama süre ekiplere göre değişir.
A: Peki senin hayatında ne değiştirdi? Bir kadın olarak.
Günnaz: Ölüm orucundan önceki hayatımı hatırlamıyorum. Bazen düşünüyorum “Eski Günnaz ne yapardı acaba?” diye. Bende bir şeylerin değiştiğinin farkındayım ama ne olduğunu anlayamıyorum. Çünkü öncesini hatırlamıyorum. Bu korsakoff ile ilgili bir şey değil. Ciddi bir dönüşüm de var. Sadece “Ben önceki ben değilim” diyorsun. Aslında değişmek güzel ama değişimi bir yere oturtamamak kötü. Yani, yeni Günnaz’ı şekillendirmekte zorlanıyor insan bu sefer. Cinsiyet olarak da bakamıyorsun. Bazen “Uyanacağım bunlar gerçek değil, koğuşta ranzamda olacağım” diyorsun. Uyanıyorsun yine aynı şey. “Allah Allah” diyorsun. Dışarısı da farklıydı. Sınıf mücadelesinin koşulları da farklıydı. Şimdi koşullar çok daha farklı. Ya ben beş yıl yattım, on iki yıl yatmadım ki. On iki yıl yatıp şok olan arkadaşları görüyorum hak veriyorum. Çünkü ben beş yıldan sonra şok oldum. Bazen algılarının yetmediğini düşünüyorsun. Çünkü beklediğin, düşündüğün dışarısı değil. Ben içeri de mutaasıplaştığımı düşünüyorum. Siyasi bir şekillenmen var, ona göre de bir yaşam tarzın var. Bir duruş göstermek zorundasın. Ama bir süre sonra muhafazakarlaştığımı fark ettim. Yürümeyi öğrendikten sonra bir gün dışarıdayım. Baktım kadının birinin iç çamaşırının ipi gözüküyor. Gittim uyardım. Kadın beni tersledi. Modaymış meğer. Ben taytla gezmezdim koğuşta. Gardiyan görecek diye. Rahat arkadaşlar vardı. Bir de ben onları eleştirirdim, reformist diye. Kadın olarak kafaca geriye gidiş; bunun kendin yaratıyorsun. Ama her siyasi tutsağın yaptığı bir şey değil bu.
A: Bu mutaassıp giyinmenin cinsel taciz, tecavüz korkusu ile bir ilgisi olabilir mi?
Günnaz: Sanmıyorum. Şubede birebir karşılaşacağını biliyorsun, cezaevinde öyle bir şey yok. Şubeden sonra kendini daha güvende hissediyorsun. Ama düşmana karşı ilkeli bir duruş sergilemeliyim gibi bir düşünce vardı. Aslında belki benim geriliğim. Bende çıktıktan sonra ceza evi alışkanlığı kaldı. İnce askılı bluzlar giyip gezemiyorum. 5 sene sonra ilk defa şort giydim. Giydim ama dolaşırken de sağa sola bakıyorum. Bana bakıyorlar mı, diye. İnsan gericileştiğini hissediyor. Aslında çok da gerici bir yaklaşım değil ama çıktıktan sonra gericilik. Bakıyorsun korkunç değişmiş her şey. Herkes çok rahat, her şey çok rahat, her şey çok serbest. Şöyle bir şey de var içeride kadın kimliğinizi de bastırıyorsunuz. Kadınım diye düşünmüyorsun ki; okuyorsun, yazıyorsun, tartışıyorsun hadi işler oluyor; koğuş temizliyorsun, top oynuyorsun dolayısıyla cinsel kimliğin üzerine düşünme alanın yok. Kadın kimliğini törpülüyor gibi de geliyor bana ceza evi.
A: Rahatsızlıktan, sürecinden bahsedelim. Sen nasıl etkilendin? Arkadaşların nasıl etkilendi?
Günnaz: Ben rahatsızlığın nasıl başladığını bilmiyorum. Çünkü bilinci kaybettikten sonra serum takmışlar. Bende zorla müdahaleye uğrayanlar kadar olmadı. Daha çok zorla müdahaleye uğrayanlarda dozu fazla. Bildiğim kadarı ile vücudun koordinasyonunu sağlayamaması. Ben yaşamımı sekteye uğratacak kadar unutma sorunu yaşamıyorum. Benimki daha çok denge problemi. Bastonu bıraktığım zaman sabit bir hızla ve düz yürüyemiyorum. Ama onun dışında iyiyim.
A: Ölüm Orucuna katılan kadın olmayı nasıl değerlendiriyorsun?
Günnaz: Bence onun bir cinsiyeti yok. Direniş düşüncesi ile bakıyorum ben buna.
A: Kamusal alanda kadın olmak oldukça zor.  Bununla beraber hem kadın olmak, hem siyasi bir kadın ve engelli bir kadın olmak nasıl bir duygu?
Günnaz: Bu beni çok düğümleyen bir şey. Çünkü siyasi kimliğimi bilenler benden çok şey bekliyor. “Günnaz mantıklıdır yeri geldiğinde elini masaya vurur” diyorlar. Ama bir yandan engellisin. Mesela kimse bana kadın gibi bakmıyor. Artık bende öyle hissetmiyorum. Erkeklerin kadınlarda aradığı normları biliyorum. Bu kriterlere uymadığım için kendimi kadın gibi hissetmiyorum. Cinsiyetsiz hissediyorum. Bana korunması gereken ve destek verilmesi gereken bir birey gibi yaklaşıyorlar. “Evlen” diyorlar bazen. Bana o kadar uzak geliyor ki bu. Evlenirmişim gibi gelmiyor bana. Artık çok uzağımda görüyorum. Ben bu halimle ayaklarımın üzerinde durmalıyım. Bir yandan da dejenere ortamdan da korumalıyım kendimi diyorum. Burada cinsel kimliksiz hissediyorum. Kendinizi korumak adına birçok şeye sınır koyuyorsunuz. Ya da toplumdaki ilişkileri görüp onlardan uzak duruyorsunuz. Otobüste anam ağlıyor ama yer istemiyorum. Size cinsiyetsiz ve aciz gibi davranıyorlar ve siz direniyorsunuz.
A: İçeri girmeden önceki Günnaz ile bu Günnaz çelişiyor mu?
Günnaz: Çok çelişiyor. O Günnaz gezerdi tozardı. Sevgilileri olurdu. Flört ederdi. Ailesinin kızacağını bildiği halde sigara içer, dans ederdi. O yaşlarda ne yapılabilinirse yapardı. Ben şu an toplumsal yaşantıyı izleyip nelerden korunmalıyım diyorum. Daha savunmacı bir duruş sergiliyorum. Kadınlık düşünmüyorsun. Ben mesela ölüm orucundan sonra 4 yıl regl olmadım. Doktorlar; “Metabolizman normal seyrine dönünce olur” dedi ama olmadı. İlaçlarla regl oldum. Ben kendimi çok ketum bulurdum ama bir yandan da her an kırılabilirim her şeye alınabilirim gibi geliyor. Kırılırsam kendimi toparlayabilir miyim, diye düşünüyorum. Kaç yıldır kendimi toparlamaya uğraştım. Sürekli bunun muhasebesini yapıyorsun. Ona göre davranıyorsun. Kendi kendine böyle bir psikoloji geliştiriyorsun. Sendeki kadınlık duygusunu da öldürüyorlar. Kendini koruman gerekiyor. Kendi kendine tartıyor, gardını alıyorsun.
Ahali gazetesinin 3. sayısından alınmıştır.

A:Hapiste kadın olmak seni nasıl etkiledi? Neler yaşadın? Kadınlar arası dayanışma nasıldı?Günnaz: Gözaltına alındığımda 1997’nin başıydı. O dönem gözaltı kayıplarının yoğun olduğu dönemdi. Aslında hapiste kadın olmaya gelmeden önce şubede kadın olmak var. Çünkü gözaltına alındığınız andan itibaren bir silah gibi çıkıyor karşınıza kadın olmak. Ben sokaktan kaçırılmıştım. Daha taksiye biner binmez cinsel taciz başlamıştı. Girer girmez erkek ya da kadın fark etmiyor çırılçıplak soyuyorlar. Ve işkence süresince erkek de, kadın da cinsel tacize maruz kalıyor. Ama kadınlara ekstra bir de tecavüz tehdidi var. Örneğin, işkence seanslarına katılanlardan biri sürekli ters ilişki ile tehdit ederdi. En son bir akşam geldi. İşkence bitmiş, işkenceciler yok ortada. Adam geldi, sabaha karşı dört beş gibi aldı beni götürdü, çırılçıplak soydu. “Tamam” dedim “Tehdidini yapacak herhalde bu”. Yapmadı ama sürekli tehdit etti. Yani kadın kimliğini sonuna kadar kullanıyorlar size.Ben tek alınmıştım, gözaltında olduğum zaman başka siyasetten de arkadaşlar vardı. Benden daha yoğun cinsel taciz yaşayan vardı. Daha önceki göz altılarında çocuğunu düşüren vardı. Cezaevinde tecavüze uğrayıp gelen kadınlar görmüştüm. Cinsel kimlik daha sorgu aşamasında başlıyor, ama cezaevinde şubede olduğu kadar karşınıza çıkmıyor. Çünkü orda zaten artık kadınlar ve erkekler diye ayrılıyorsunuz. Şubedeki gibi birebir karşı karşıya geliş yok askerle. Orda bu sefer, kendi arkadaşlarınızla ya da cezaevi yetkilileriyle kadınlar mı muhatap alınır, erkekler mi gibi sorunlar yaşanıyor. İki arkadaş vardı. Onlar gözaltında tecavüze uğramışlardı. Aynı koğuştaydık. Onları görünce düşünmüştüm “Acaba bunlar benim başıma gelseydi ben de böyle mi olacaktım” diye. Korkunç bir yıkım. Filistin askısı nasıl bir işkenceyse, bu da bir işkence ama insanın kafasındaki psikolojik ya da sosyal baskının artıkları varsa Filistin askısı gibi karşılayamayabiliyor. Örneğin arkadaşın biri geceleri uyuyamazdı. Uyuduğu zaman, çığlık sesleri ile uyanırdı, ağlardı. Bir tanesi tam tersi, tecavüzün üstüne giden, bu konuyu işleyen tiyatrolarda yer almaya çalışıyordu. Ondan sonra o da patlak verdi ve tedavi görmek zorunda kaldı. Yani cinsel kimliğin kullanılması çok etkili bir silah.
A: İçeri girdikten sonra neler değişti? Oradaki ilişkiler nasıldı? Siz hangi tip cezaevinde tutuldunuz?Günnaz: Bizimki özel tipti. Cezaevinde aile ya da sosyal ortamlardaki gibi her şey bariz yaşanmıyor. Yani sen kadınsın yapamazsın, edemezsin gibi değil. Orda çok tuhaf bir denge vardı. Bazen biz nasıl davranacağımızı kestiremiyorduk. Çünkü bazen cezaevi yetkilileri, gündeme göre, bizimle görüşmeyi kabul ediyordu ya da etmiyordu. Platformumuz vardı. Orda erkek temsilciler vardı. Ceza evi yetkilileri onlarla görüşmeyi tercih ediyordu. Çok anlık durumlarda ya da biz çok baskı yaptıysak dinlerlerdi. Kadınlar koğuşu ile ilgili bir şey varsa da erkek platformu üzerinden iletilirdi. Yani orda yumuşakça geri itiliyorsunuz. Aramalarda bile erkek arkadaşlarımızdan, temsilciler ile gelip arama yapıyorlardı. Orda daha sessiz sakin geriye atma var. Hatta bir kere, koğuş kırk elli kişi olmuştu. Yerimiz dardı. “Ekstra ranza koyabileceğimiz bir alan istiyoruz” dedik. Çünkü yatak alanımız dardı. Kapalı bir şebeke vardı. Orayı vermediler. “Tamam” dedik en sonunda kapıyı söktük. Sesi duyunca geldiler. Ondan sonra şebekeyi verdiler. Yani bazen sesini ancak bu şekilde duyurabiliyordun.
A: İşkence süresine geri dönecek olursak; kadın polis geldi mi işkenceye? Cezaevindeki kadın gardiyanların tavırları nasıldı?Günnaz: Ben işkencede görmedim. O cezaevinden cezaevine ve dönemlere göre değişiyor. Örneğin, benim kaldığım ceza evinde gardiyanlarla hiç sorun yaşamıyorduk. Tersine dostane ilişkiler kuruyorduk. Onların bize, bizim onlara yardım ettiğimiz konular oluyordu. Ama şubede görmüştüm. Ben sadece ortalıkta gezinen sağa sola laf atan hücredekileri tahrik etmeye kalkan bir iki tane kadın gördüm. Ancak dediğim gibi gardiyanlar da döneme göre değişiyor. Örneğin 19 Aralık operasyonunda hiçbir gardiyan içeri girip de ölüm orucuna yatanları teşhis etmeyi kabul etmemiş. Bizden korkmuyor. Bizi vermek istemiyor. Yani böyle insani ilişkilerde kurulabiliyor. Ama örneğin; erkek gardiyanlardan da gelip dövenler olabiliyor. Sonuçta siyasi olarak feminizm benim uzak durduğum bir görüş. Ama cezaevinde insanda feminist bir damar geliştiğini fark ettim.
A: Bunu nasıl fark ettin peki?Günnaz: Çünkü birebir benim yaşadığım bir sorun var. Ve ben bunu müdüre söylemek istiyorum ama kapıyı açıp da beni müdüre götürmüyorlar. Başgardiyana söylüyorum götürmüyor. Temsilcimle görüşmek istiyorum diyorsun, kapının arkasına temsilcin geliyor. “Yoldaş” diyorsun “böyle böyle bir durum var bunu bir müdürle konuşsan” diyorsun. Ondan sonra konu müdüre gidiyor. Ama niye ben söyleyemiyorum? Belki ben farklı anlatacağım, belki daha detaylı anlatacağım, adamın verdiği tepkiye göre, başka bir şeyler ekleyeceğim. Yani birebir muhatap olamıyorsun.
A: Peki neden kadın temsilci yok?Günnaz: Kadın temsilci de var. Kadın koğuşunda her siyasetin temsilcisi vardı. Erkek platformunda gündem belirleniyor. Kadınlara iletiliyor. Kadınlar kendi arasında tartışıyor ve görüşünü erkek platformuna iletiyor. Feminist olma zemini güçlü. Çünkü “ben kadınım, kadın olarak şunu söyleyeceğim” gibi tavırların olmasa bile, bir süre sonra “Ben de gidiyim konuşayım” ya da “biz de gidelim orda sorunlarımızı konuşalım” demeye başlıyorsun. Hatta bir arkadaşı sıkıştırdık ve platform toplantısına yolladık. Normalde kadınlar erkek toplantısına geçemiyordu. Bayağı da bir tartışma olmuştu feminist mi oluyorsunuz diye. İnsan kendi içinde düşünüyor “Ben feminist mi oluyorum” diye. Aslında hiç feminizm değil tamamen kendini ifade derdi. Cezaevinin böyle bir riski var. Kadınların feminist damarını kabartıyor.
A: 19 Aralık operasyonunun gelişimini değerlendirebilir misin?Günnaz: Sadece askerin girişini hatırlıyorum ama iki gün sonra ne olmuştu hatırlamıyorum. Çok detaylı bir şey hatırlamıyorum.
A: Sen ölüm orucunda ne kadar süre kaldın?Günnaz: 135 ile 140 birinci ekipteydim. Ama süre ekiplere göre değişir.
A: Peki senin hayatında ne değiştirdi? Bir kadın olarak.Günnaz: Ölüm orucundan önceki hayatımı hatırlamıyorum. Bazen düşünüyorum “Eski Günnaz ne yapardı acaba?” diye. Bende bir şeylerin değiştiğinin farkındayım ama ne olduğunu anlayamıyorum. Çünkü öncesini hatırlamıyorum. Bu korsakoff ile ilgili bir şey değil. Ciddi bir dönüşüm de var. Sadece “Ben önceki ben değilim” diyorsun. Aslında değişmek güzel ama değişimi bir yere oturtamamak kötü. Yani, yeni Günnaz’ı şekillendirmekte zorlanıyor insan bu sefer. Cinsiyet olarak da bakamıyorsun. Bazen “Uyanacağım bunlar gerçek değil, koğuşta ranzamda olacağım” diyorsun. Uyanıyorsun yine aynı şey. “Allah Allah” diyorsun. Dışarısı da farklıydı. Sınıf mücadelesinin koşulları da farklıydı. Şimdi koşullar çok daha farklı. Ya ben beş yıl yattım, on iki yıl yatmadım ki. On iki yıl yatıp şok olan arkadaşları görüyorum hak veriyorum. Çünkü ben beş yıldan sonra şok oldum. Bazen algılarının yetmediğini düşünüyorsun. Çünkü beklediğin, düşündüğün dışarısı değil. Ben içeri de mutaasıplaştığımı düşünüyorum. Siyasi bir şekillenmen var, ona göre de bir yaşam tarzın var. Bir duruş göstermek zorundasın. Ama bir süre sonra muhafazakarlaştığımı fark ettim. Yürümeyi öğrendikten sonra bir gün dışarıdayım. Baktım kadının birinin iç çamaşırının ipi gözüküyor. Gittim uyardım. Kadın beni tersledi. Modaymış meğer. Ben taytla gezmezdim koğuşta. Gardiyan görecek diye. Rahat arkadaşlar vardı. Bir de ben onları eleştirirdim, reformist diye. Kadın olarak kafaca geriye gidiş; bunun kendin yaratıyorsun. Ama her siyasi tutsağın yaptığı bir şey değil bu.
A: Bu mutaassıp giyinmenin cinsel taciz, tecavüz korkusu ile bir ilgisi olabilir mi?Günnaz: Sanmıyorum. Şubede birebir karşılaşacağını biliyorsun, cezaevinde öyle bir şey yok. Şubeden sonra kendini daha güvende hissediyorsun. Ama düşmana karşı ilkeli bir duruş sergilemeliyim gibi bir düşünce vardı. Aslında belki benim geriliğim. Bende çıktıktan sonra ceza evi alışkanlığı kaldı. İnce askılı bluzlar giyip gezemiyorum. 5 sene sonra ilk defa şort giydim. Giydim ama dolaşırken de sağa sola bakıyorum. Bana bakıyorlar mı, diye. İnsan gericileştiğini hissediyor. Aslında çok da gerici bir yaklaşım değil ama çıktıktan sonra gericilik. Bakıyorsun korkunç değişmiş her şey. Herkes çok rahat, her şey çok rahat, her şey çok serbest. Şöyle bir şey de var içeride kadın kimliğinizi de bastırıyorsunuz. Kadınım diye düşünmüyorsun ki; okuyorsun, yazıyorsun, tartışıyorsun hadi işler oluyor; koğuş temizliyorsun, top oynuyorsun dolayısıyla cinsel kimliğin üzerine düşünme alanın yok. Kadın kimliğini törpülüyor gibi de geliyor bana ceza evi.
A: Rahatsızlıktan, sürecinden bahsedelim. Sen nasıl etkilendin? Arkadaşların nasıl etkilendi?Günnaz: Ben rahatsızlığın nasıl başladığını bilmiyorum. Çünkü bilinci kaybettikten sonra serum takmışlar. Bende zorla müdahaleye uğrayanlar kadar olmadı. Daha çok zorla müdahaleye uğrayanlarda dozu fazla. Bildiğim kadarı ile vücudun koordinasyonunu sağlayamaması. Ben yaşamımı sekteye uğratacak kadar unutma sorunu yaşamıyorum. Benimki daha çok denge problemi. Bastonu bıraktığım zaman sabit bir hızla ve düz yürüyemiyorum. Ama onun dışında iyiyim.
A: Ölüm Orucuna katılan kadın olmayı nasıl değerlendiriyorsun?Günnaz: Bence onun bir cinsiyeti yok. Direniş düşüncesi ile bakıyorum ben buna.
A: Kamusal alanda kadın olmak oldukça zor.  Bununla beraber hem kadın olmak, hem siyasi bir kadın ve engelli bir kadın olmak nasıl bir duygu?Günnaz: Bu beni çok düğümleyen bir şey. Çünkü siyasi kimliğimi bilenler benden çok şey bekliyor. “Günnaz mantıklıdır yeri geldiğinde elini masaya vurur” diyorlar. Ama bir yandan engellisin. Mesela kimse bana kadın gibi bakmıyor. Artık bende öyle hissetmiyorum. Erkeklerin kadınlarda aradığı normları biliyorum. Bu kriterlere uymadığım için kendimi kadın gibi hissetmiyorum. Cinsiyetsiz hissediyorum. Bana korunması gereken ve destek verilmesi gereken bir birey gibi yaklaşıyorlar. “Evlen” diyorlar bazen. Bana o kadar uzak geliyor ki bu. Evlenirmişim gibi gelmiyor bana. Artık çok uzağımda görüyorum. Ben bu halimle ayaklarımın üzerinde durmalıyım. Bir yandan da dejenere ortamdan da korumalıyım kendimi diyorum. Burada cinsel kimliksiz hissediyorum. Kendinizi korumak adına birçok şeye sınır koyuyorsunuz. Ya da toplumdaki ilişkileri görüp onlardan uzak duruyorsunuz. Otobüste anam ağlıyor ama yer istemiyorum. Size cinsiyetsiz ve aciz gibi davranıyorlar ve siz direniyorsunuz.
A: İçeri girmeden önceki Günnaz ile bu Günnaz çelişiyor mu?Günnaz: Çok çelişiyor. O Günnaz gezerdi tozardı. Sevgilileri olurdu. Flört ederdi. Ailesinin kızacağını bildiği halde sigara içer, dans ederdi. O yaşlarda ne yapılabilinirse yapardı. Ben şu an toplumsal yaşantıyı izleyip nelerden korunmalıyım diyorum. Daha savunmacı bir duruş sergiliyorum. Kadınlık düşünmüyorsun. Ben mesela ölüm orucundan sonra 4 yıl regl olmadım. Doktorlar; “Metabolizman normal seyrine dönünce olur” dedi ama olmadı. İlaçlarla regl oldum. Ben kendimi çok ketum bulurdum ama bir yandan da her an kırılabilirim her şeye alınabilirim gibi geliyor. Kırılırsam kendimi toparlayabilir miyim, diye düşünüyorum. Kaç yıldır kendimi toparlamaya uğraştım. Sürekli bunun muhasebesini yapıyorsun. Ona göre davranıyorsun. Kendi kendine böyle bir psikoloji geliştiriyorsun. Sendeki kadınlık duygusunu da öldürüyorlar. Kendini koruman gerekiyor. Kendi kendine tartıyor, gardını alıyorsun.Ahali gazetesinin 3. sayısından alınmıştır.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir