"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bugün 8 Mart ve benim bir vicdanım var!

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde vicdani reddini açıklayan kadın arkadaşımız’in vicdani ret metni şöyle:

“Bir zamanlar hikâyeler anlatırdık biz birbirimize, her gece ateş başlarında. Ninelerimizden, ozanlardan duyduğumuz, o ninelerin, ozanların da başka ninelerden, başka ozanlardan dinlemiş olduğu renk renk, dil dil, kutsal olan hayata dair hikâyeler. Yaşamın kaynağı olan ve bizlerde cisim bulan Kutsal Ana’nın hikâyelerini.

Bugünse, hikâyeleri sevdiğimizi bilen kötülüğün suretleri, ırkçılıktan, savaş çığırtkanlığından hâsıl, açgözlülüğü, bencilliği, düşmanlığı salık veren yalanlar, sözde hikâyeler anlatıyorlar bize karanlık bir kutudan, her sabah her gece…

Ve fakat biz diyoruz ki onlara: Kutsal Ana ölümsüzdür ve siz, korkaklığınızla, zulmünüzle, eziyetlerinizle sesinin duyulmasına mani olmaya çalışsanız da O, ebediyen anlatacaktır hikâyelerini, yüreklere fısıldayarak ve suretlerden haykırarak meydanlarda!

Bugün burada, Kutsal Ana’nın bir nefesle yüreklerimizde yaktığı ateşe sahip çıkan kadınlar olarak toplandık. Hep birlikte O’nun hikâyelerinden bu topraklara mahsus olanlarını anlatıyoruz, yani en çok acıları, savaşları, işkenceleri ama bir o kadar da direnişimizi, coşkumuzu, danslarımızı, kahkahamızı!

Anlatıyoruz: “Ömer’e zehirle dolu bir kâseyi armağan olarak getirmişler. Ömer “Bu neye yarar? diye sormuş. Ona “Bu, birini açıkça öldürmeyi uygun görmedikleri zaman, onu bundan bir parça içirmek suretiyle, gizlice öldürmeye yarar. Kılıçla öldüremeyecekleri bir düşman olunca bundan bir parça verip düşmanı, haberi olmadan öldürürler” demişler. Ömer “Çok iyi bir şey getirdiniz. Veriniz içeyim; çünkü içimde öyle büyük bir düşmanım var ki ona kılıç yetişemiyor ve dünyada bana ondan daha çok düşmanlık eden yoktur” demiş. “Bunun hepsini bir defada içmene lüzum yok, bir zerresi yüz bin kişiyi öldürmeye yeter” demişler. Bunun üzerine Ömer “Bendeki düşman da bir kişi değil, bin kişiliktir ve yüz bin kişiyi yere vurmuştur.” deyip kâseyi almış ve bir yudumda hepsini içmiş.

Diyoruz ki: Düşmanımız gözümüzün önünde, yanı başımızda, evlerimizde, iş yerlerimizde, sokaklarımızda, toprağımızda, içimizdedir. Ormanlarımıza, sularımıza, toprağımıza göz dikmiş, tecavüz etmektedir tıpkı topraktan, sudan hâsıl bedenlerimize ettiği gibi. Ve hatta, ilk sınıf, ilk hâkim yalancı ve zalim Erkek öyle güçlenmiştir ki; 5000 yılın deneyimiyle saldırmakta ve ırkçılığı, açgözlülüğü öğreten zorunlu eğitimle, aile, mahalle baskısıyla, namus, ahlâk, güzellik dayatmalarıyla biz kadınların dahi ruhlarına sızabilmektedir. Bir armağan gibi sunduğu zehri yudum yudum içirerek zehre bağımlı, zehri ister hale getirmektedir insanları. Fakat bizler, o zehri tek seferde içip de içimizdeki Erkek’i kusmamız gerektiğini biliriz. İşte kusuyoruz, öldürüyoruz dışımızda var olan ve içimize işlemiş olan Erkek’i her gün, her an, her yerde ve bugün, şimdi, burada! Ve açıyoruz yüreğimizi ardına kadar Kutsal Ana’ya!

Katlediyorlar bizi, tutsak ediyorlar, işkence ediyorlar bize ama biz biliyoruz ki yüreğe düşen Ateş sönmez! Biz kadınlar, yaptığı kanunlarla bizi askerlikten muaf tutan bu sistemde militarizmin, Erkek’in zulmünden muaf değiliz! İçlerindeki Erkek’i öldüren, militarizme, paramilitarizme karşı çıkan, kötülüğe boyun eğmeyerek askere gitmeyi, zulme, katliamlara, işkencelere alet edilmeyi reddeden Kutsal Ana’nın erkek suretlerini zindanlara atıyor, işkencelere maruz bırakıyor zalim Erkek ordularla, devletlerle! Ve sadece korkudan da değil, zalim Erkek çok iyi bilir ki; açıklanan her vicdani retle, yükselen her haykırışla, her zılgıtla, her hikâyeyle, her isyanla bir parçası ölür onun!

Öldüresiye anlatıyoruz: Bir dişi aslanın şöhreti dünyanın her tarafına yayılmıştı. Biri merakını yenmek için uzak bir yoldan onun bulunduğu ormana geldi. Gelip de uzaktan aslanı görünce durakladı. Çünkü daha ileri gidemiyordu. Ona “Eh! Sen bu aslanın aşkıyla bu kadar yol yürümüşün. Onun bir hususiyeti vardır. Her kim önüne korkmadan, çekinmeden çıkar da muhabbetle onu okşarsa aslan ona kötülük etmez.” dediler. Bunun üzerine yoldan gelen diğer kimseler de kendi kendine “Madem ki bir yıllık yolu teptin geldin. Şimdi ise aslanın tam yanındasın. O halde durup bakmanın manası ne? Aslana bir iki adım daha atıver” dediler. Fakat kimsede bir adım daha atacak cesaret yoktu. İşte Ömer’in zehri bir seferde içmekten kastı, bu imanla, aslanın önünde ve ona doğru atılacak bir tek adımdı. Bu adım nadirdir. Ancak Tanrı’nın has kulları ile yâkîni olanların kârıdır. Adım bu adımdır. Geri kalanı bu adımın eseridir. Bu iman, ellerini canlarından yıkamış olan nebilerden başkasına nasip olmaz.

İşte bizler, bu imanla ellerimizi canlarımızdan yıkadık ve bu adımı attık, atıyoruz, atacağız! Bize hayalperest diyorlar! Biz de onlara diyoruz ki: Hayal, surette ve gaybette mevcuttur. Şu halde ona nasıl hayal denir? O, hayal değil, gerçeklerin ruhudur! Bu âlem yıkılır, yok olur. İşte o zaman o mana, bundan daha güzel olan yeni, iyi ve eskimez bir âlem hâsıl eder. Mesela mimar, içinden bir ev planı çizip onun genişliği şu kadar, boyu bu kadar, sofası ve sahanlığı da o kadar olmalıdır diye karar verirse buna hayal demezler. Çünkü o gerçek, bu hayalden doğar ve bunun feridir. Evet, eğer mimardan başka birisi böyle bir şekli içinden tasarlar ve tahayyül ederse, işte o zaman buna hayal derler. Usulen, böyle mimar olmayan, ev yapmayı bilmeyen kimseye: “Bu seninki bir hayalden ibarettir!” derler. Oysa Kutsal Ana, Tanrı Lilith daha iyisini bilir.

İşte ben bu hayale secde ederek, bu hayali göğsümde taşıyarak bugün burada, haksızlığın düstur olduğu bu sistemi reddediyorum! ÇÜNKÜ BENİM VİCDANIM VAR! Katliamlara, zulümlere alet olmayacağıma, yalancı ve zalim Erkek’e her ne şekilde olursa olsun boyun eğmeyeceğime, militarizmle, paramilitarizmle, ırkçılıkla, ayrımcılıkla, haksızlıkla ölene de k ve rüzgârda dalını eğen bir ağaç gibi, koşulların gerektirdiği yöntemlerle savaşacağımıza sizlerin ve Kutsal Ana’mızın huzurunda ant içiyorum!

Barışın, paylaşmanın, kardeşliğin, aşkın, dansların, ateş başı hikâyelerinin, coşkunun, neşenin egemen olduğu başka bir dünya hayalinin suretleriyiz biz ve bu hayal gerçeğin ta kendisidir! Bu âlem yıkıla! Yok ola! Cîhaneke Din Jî Pêkan E! Jin Jîyan Azadî!

Şu an cezaevinde bulunan vicdani retçi arkadaşımız İnan Süver ve TCK 318. madde uyarınca 6 ay hapis cezasına çarptırılmış olan vicdani retçi arkadaşımız Halil Savda’ya selam ediyorum.”