"Enter"a basıp içeriğe geçin

Biyolojiden tecavüzcü yaratmak!

C. Wright Mills’in sosyoloji disiplininin kurucu metinlerden sayılan ‘Sosyolojik İmgelem’ (1959) kitabı, insanı “etrafından soyutlanmış, yalnızca refleks ve içgüdülerden oluşan bir biyolojik varlık olarak” düşünmenin kısırlığından söz eder ve uyarır: “Her ne olursa olsun insan, … içinde bulunduğu toplumsal ve tarihi yapılarla olan ilişkisiyle anlaşılmalıdır.” Ülkemizdeki muhafazakâr düşünür ve siyasetçilerin tecavüz ve hadım yasası tartışmaları bağlamında geçtiğimiz haftalarda bildirdikleri görüşler ise, “insan” denilen varlıktan ne anladıklarının sınırlarını ya da sosyolojik bakış açısından hiç nasiplenmediklerini gözler önüne sermiyor mu? Buna göre, söz konusu açıklamalar her şeyden önce insanı biyolojik indirgemeciliğin derinliklerine hapsediyor.

2500 yıllık yanılgı
Örneğin Ali Bulaç’ın, gündemdeki ilahiyatçı Orhan Çeker’in “dekolte giyen kadının tecavüzden şikayet etmeye hakkı olmadığı” yönündeki ifadesine arka çıkan “Organizmanın Tepkileri” (Zaman, 21 Şubat) yazısına bakalım. Bulaç, Çeker’in “bilimsel” özgürlüğünden dem vurup kendisini eleştiren diğer muhafazakârlara kızdıktan sonra, biyoloji dersine başlıyor: “Bir organizma olarak tasarlanmış bulunan insan dış dünyadan birtakım uyarıcılar alır, bunlara çeşitli … tepkiler verir … Sürekli olarak uyarılan erkek, -haram gibi normlara sahip değilse- fırsatını bulduğunda kendisini uyaran -tahrik eden- kadına yönelir, rıza ile karşılık bulamazsa duruma göre saldırır”. Okuyucu için bir uyarı: Burada National Geographic’in vahşi hayvanlar kuşağından değil, bildiğiniz homo sapiens familyasından söz ediliyor! Eski AKP milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Çeker’in dediklerini yetersiz bulan ve “asıl dekolte giymenin erkekleri taciz anlamına geldiğini” ileri sürdüğü yazısı ise, Bulaç’ı da solluyor: “‘Kadınlar bir şey yapmıyor ki suçlu olsun’ diyorlar … Durumu kavrayamayanlara uzun uzun cinsiyet fizyolojisinden bahsetmeye gerek yok. Önümüz mart, estrus [kızışma] halinde kedileri izlesinler” (Yeni Akit, 19 Şubat). Böylece öğreniyoruz ki, insanın “toplumsal ve siyasal bir hayvan” olduğunun altını çizen Aristoteles, 2,500 senedir bizi kandırıyormuş: Meğer dış uyarıcıya mekanik biçimde cevap veren günebakan çiçeğinden, gördüğüne saldıran boğadan farksızmış insan olmak!

Dolgu malzemesi
Bu türden biyolojik indirgemeci yaklaşımlara cevaben sosyoloji ve felsefenin diyecekleri var. Slavoj Zizek’in yazdığı ‘Sapığın Sinema Rehberi’ (2006) belgeseli şu sözlerle açılır: “Esas meselemiz, arzularımızın tatmin edilip edilmemesi değil, ne arzuladığımızı nereden bilebileceğimizdir. Arzularımız hiçbir şekilde kendiliğinden ya da doğal değil; yapaydır. Arzu etmenin bize öğretilmesi gerekir.” Diğer bir deyişle, adına libido denen bir yaratıcı yaşam irademiz varsa eğer, bunun hangi fiziksel ve zihinsel biçimlerde kendini göstereceği ya da hangi etik ve estetik normlar bağlamında düzenleneceği, tıpkı Mills’in dediği gibi tarihsel ve toplumsal koşullar içinde belirlenir. Demek ki muhafazakârların anlayamadıkları şu: Erkeğin cinsel dürtü hissetmesi ile kadına tecavüz etmesi arasında “doğal” bir ilişki yok, kocaman bir uçurum var! Bu uçurum, ancak erkek egemen ve kadın düşmanı bir ideolojik dolgu malzemesiyle kapatılarak sanki yokmuş gibi gösterilebilir. Ülkemizin zaten her daim yapıtaşını oluşturagelmiş ataerkil hegemonya, günümüzde aldığı koyu muhafazakâr biçimleriyle de beraber, bu amaca yönelik iyice kıvamlı bir dolgu malzemesi sunuyor.
Biyolojik indirgemeciliğin erkek egemen toplum için olmazsa olmaz niteliği bu kadar açıkken, AKP’nin işi baştan sona biyolojiye dayandıran hadım yasasını da aynı ataerkillik bağlamında değerlendirmek durumundayız. Yıldırım Türker’in, “dünyada 90’larda başlayan çözümcü muhafazakârlığın yükselişiyle bağlantılı” olduğunu hatırlattığı (Radikal, 14 Şubat) bu uygulamayla ilgili, AKP milletvekili Alev Dedegil’in sözleri şöyleydi: “Nasıl başınız ağrıyınca aspirin alıyorsunuz, bu da öyle bir şey!” Buradaki iki yanlışı bulunuz: Dedegil, biyolojik dürtüyle tecavüz arasındaki bağı el çabukluğuyla kapatıyor. Ayrıca bu yasa tasarısı, tecavüzü biyolojik dürtüye bağlı bir hastalık olarak sunarak, münferit ve ilaçla tedavi edilebilecek bir sapkınlık olarak nitelemiş oluyor. Bariz biçimde unutulan ise, ülkemizde 2002 ile 2009 arasında yüzde 1,400 arttığı tespit edilen kadın cinayetlerinin ve neredeyse her gün kulağımıza çalınan tecavüz vakalarının birtakım “sapkının” işi olamayacak kadar toplumsal bir nitelikte olduğu.

Zihinsel hadım
O halde “çözümcü muhafazakârlık” hadım yasasıyla neyi çözüyor? Önümüze çözüm diye sunulan öneri, tecavüzcüyü insanlık dışı bir mahlukat mertebesinde ele alıp bunu yapanın bizzat bu ataerkil toplumun havasını soluyarak büyüdüğünü unutturmaya çalışıyor. Böylece toplum olarak ruhumuz temizleniverecek! Rakel Dink’in “bebekten katil yaratma” ile ilgili unutulmaz sözleri gibi, “bebekten tecavüzcü yaratan” düzen de elini kolunu sallayarak aramızda gezmeye devam edebilecek böylece. Dedegil’in, amaç “cezalandırmak, ıslah etmektir ve kamu vicdanının o anlamda rahatlatılması demektir” şeklindeki sözleri bu bağlamda son derece sembolik değil mi? Oysa kadına şiddet ve tecavüz gibi köklü bir toplumsal sorundan söz ediyorsak, asıl meselemiz, sorunu “çözmeye” girişmeden önce, doğru soruları sormak olmalı! Zira AKP’nin yaptığı gibi bu soruna güya iş bitirici bir muhafazakârlıkla yaklaşmak, tam da eldeki sorunun nereden geldiğini sorgulamadığı için, bizi aynı zihniyetin sunduğu çözüm seçeneklerine hapsediyor.
Sonuç olarak, tecavüzü dekoltenin doğal sonucu olarak görmekle, tecavüzcüyü hadım etmek tamamen aynı muhafazakâr zihinsel mecradan yola çıkıyor: İkisi de önce insanı safi biyolojiden ibaret bir varlık olarak sunup erkek egemen ideolojinin gündelik işleyiş biçimlerini biyolojiyle hasıraltı etmeye girişiyor. Ardından ikisi de, iyice şişirilmiş ataerkilliğin bağrından taşan tecavüz gibi korkunç bir emareyi toplumsal değil, münferit sebeplerle açıklamaya çalışıyor: Biri, dekolteyi ve kadını bahane ediyor, diğeri hastalıklı ve birtakım “sapkın” bireyleri. Ancak bizler biliyoruz ki, kökünü ideolojinizle suladığınız, büyümesine günbegün katkı koyduğunuz ataerkil-muhafazakâr ağaç, iki tane dalını budayıp “hadım etmekle” kurumayacak. Aksine, daha da gürleşecek. Zira ülkenin dört bir yanındaki feminist kadınların dediği gibi, “sorun testosteron değil, erkek egemen düzeniniz!”