“Yaşamak için Şiddeti Terketmeliyiz”- Zeynep Kocaman

Ayşe Paşalı kocası tarafından defalarca tecavüze ve şiddete uğradı. “Kocam beni öldürecek” diyerek şikayetçi oldu ancak devlet her defasında kocayı bıraktı. Sokak ortasında kocası önce bıçakladı sonra kimseyi yanına yaklaştırmadı. Ayşe, kırkbeş dakika boyunca kendisini izleyen gözlerin önünde öldü. Seni unutmayacağız ve katilleri asla affetmeyeceğiz.

Bağır herkes duysun…

‘Birgün kocamdan dayak yedim ve hiç sesim çıkmadı bir daha olmaz diye umuyordum ama bir değil iki değil, dayak gün geçtikçe artmaya devam etti’ diyebilmeyi isteyen milyonlarca kadının iç sesi olalım. Birgün tüm kadınların şiddete karşı bağıracaklarını umarak herkesin duyması gereken bu şiddeti tanıyalım biraz.
Kadın; her alanda şiddetle iç içe, yüz yüze…

Kadınlar özellikle ev içinde, okulda, iş hayatında ve hayatın hemen her alanında fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete maruz bırakılıyorlar. Nerdeyse her üç kadından biri şiddet görüyor. Kadına yönelik şiddet çoğunlukla ev içinde kendini gösteriyor. Kadın türlü bahanelerle yemek yapamamaktan tutun, çok para harcamışsın, annene niye gittin eve niye geç geldine kadar sudan sebeplerle yaratılan şiddet ortamıyla yüzleşiyor. Ona niye baktın, bunu niye giydin denilerek, bazen bir tokat, bazen bir küfür, bazen de ölüm oluyor bu şiddetin sonuçları. Bu şiddetin doğrudan uygulayıcıları erkekler. Yani babamız, erkek kardeşimiz, eşimiz, sevgilimiz ve çevremizdeki diğer erkekler.

Ne efendi ol, ne köle…

Bu şiddeti uygulatan ise içinde yaşadığımız ataerkil toplumun varlığı. Ayrıca devlet, yasa, ordu ve gündelik hayatın her detayı şiddetin kadınlar üzerindeki yansımasına etkendir. Bu etkenlerin oluşmasında ve birer ilişki biçimine dönüşmesinde ise iktidarın kendisini görüyoruz. İktidar bir güç olmak dışında kendi varlığını korumak adına karşısındakini yok etme durumunu her türlü baskılama aracıyla sebepleri ve sonuçları ne olursa yaratan ilişki biçiminin kendisidir. Şiddeti yaratan etkenler olarak saydığımız devlet, yasa, ordu vb. olgular her zaman kendi varlığını korumak adına şiddeti kullanmışlardır. Yaşadığımız ataerkil toplumda da iktidarı eline alan ve uygulayıcısı olan erkek kadın üzerinde bir baskı yaratmış, kadın yüzyıllarca bu egemenliğe boyun eğmek zorunda kalmıştır. Ataerkilliğin toplumda kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin yaratımıyla kendisini gösterdiği her alanda kadın ezilmektedir. Kadına yönelik şiddetin özünde kadın ve erkek arasında belirginleşen ezen-ezilen ilişkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkan iktidarın kendisi vardır. Ezen erkek hem fiziksel olarak, hem de toplumdaki egemen rolleri düşünüldüğünde, iktidarını kadına karşı kullanır ve bu ilişkiyi olağanlaştırır. Toplumdaki egemen roller; evde evin reisi olan baba, namus bekçisi delikanlı abi, iş yerinde verimi yüksek erkek işçi, siyasi alanda karizmatik politikacı, vatanı milleti koruyan! kahraman asker gibi, erkeğe uygun olarak biçilmiştir. Bu egemenliği kuşanan erkek, iktidarıyla birer efendiye, ezilmekten başka çaresi kalmayan kadında birer köleye dönüşür. Bu ezen-ezilen ilişkisinde kadına yönelik gerçekleşen şiddetin sonlanması için iktidarın yok edilmesi gerekmektedir. İktidar yok edildiğinde kadın ve erkek önce kendisini sonra ilişki biçimini yeniden tanımlayabilecek adaletli bir toplumun eşit koşullarında bir yaşam sürdürebileceklerdir. Aynı zamanda efendi-köle ilişkisinde tanımlanan mülkiyet yani erkeğin kadına sahip olma isteğinin koşulları da ancak iktidara dayalı ilişki biçiminin sonlanmasıyla ortadan kalkacaktır.

Kadın için eşitlik değil, topyekün özgürlük

Kadına yönelik şiddet, toplumda erkeğin egemen rollerinin kadınla eşitlenerek sağlanmasıyla değil tamamen ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Ataerkilliğin yarattığı eşitsiz denklemde hayatın her alanında sağlanması düşünülen eşitlenme isteği biz kadınları ezilmekten sadece bir adım öteye geçirebilir. Bunun örneklerini toplumda görmek mümkünüdür; ev içinde baba anneye şiddet uygularken anne bu şiddeti çocuğa uygular, iş yerinde patron işçiyi ezer işçi evinde eşini ezer. Yani toplumda egemen olan iktidar yer değiştirdiğinde, ezen-ezilen ilişkisi bir sarmal gibi kendini yeniden üretir. Bu ilişki biçimine bağlı oluşan şiddette her koşulda açığa çıkabilecek bir hal alır. Kadın-erkek eşitliği ana sorunun bir çözümü olamayacağı gibi bu ilişki biçimini yeniden üretmek adına kullanılan, geçici bir söylemdir.

Yaşamak için, şiddeti terk etmeliyiz…

Kadına yönelik şiddet ancak kadının kendi hayatı hakkında karar verebileceği ve iktidarsız ilişki biçimlerinde bir hayatı gerçekleştirebildiği anda son bulabilir. Toplumsal geleneklerle baskılanan biz kadınlar öncelikle böyle bir hayatı yaşamayı reddetmeyi istemeliyiz. Şiddete karşı yeni bir hayat kurabileceğimiz düşünesiyle özgüvenmizi yaratmalıyız. Şiddeti reddetmek aynı zamanda şiddet ortamını yaratan tüm koşulları reddetmek anlamına gelmektedir. Aslında tüm bunlar kendimizle yüzleştiğimiz anlardır. Bu yüzleşme esnasında kafamızda fazlasıyla kaygılar oluşacaktır; dul bir kadın olmak, çocukların sorumluluğu-psikolojisi, baba evine geri dönme ya da evsiz kalma, iş bulamama işsizlik, toplum tarafından itelenme, psikolojik yıpranmalar ve benzeri birçok kaygı içinde bulunduğumuz şiddeti terk etmemize engel gibi gözükecektir. Ancak unutmamalıyız ki eğer şiddeti kabullenerek yaşamayı seçersek şiddet bizi asla terk etmeyecek. Gazetelerde her gün onlarca kadın cinayeti haberi okuyoruz. Şiddeti terk etmiş kadınların dahi erkeğin iktidarını tek etmeyerek peşimize düştüğü bir toplumda yaşarken kaygılarımızda hep bizimle beraber yaşayacak. Bir gün bizlerde haber değeri taşıyan mağdurlardan bir tanesi olabiliriz. Toplumdaki tüm kadınlar için başka bir seçenek bırakılmayan bu yolda sadece hayatta kalabilmek adına şiddeti terk etmeliyiz.

Bir nefeslik kurtuluş istemiyoruz…

Kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak istiyorsak; içimizdeki erkeği ve toplumdaki iktidarı yok etmeli, iktidarın şiddeti karşısında sessiz kalmayan büyük çoğunlukların yaratılması için mücadele etmeliyiz. Bizler şiddeti terk ederek bunun bir parçası ve sürdürücüsü olmayı reddettiğimizde içinde yaşadığımız bu şiddet dolu dünyada ne savaşlar, ne açlık, ne sömürü, ne de ölümler sürebilir.

Bir nefeslik kurtuluş için değil, özgür bir yaşam için…

Zeynep Kocaman
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır.