“Adaletsizliğe Tanığız!” – Saliha Gündüz

15 yıl önce…

1998 yılında İstanbul’un en kalabalık yerlerinden biri olan Eminönü’ndeki Mısır Çarşısında büyük bir patlama yaşanır. Patlamanın sonucunda ölen ikisi çocuk yedi kişi, yüz yirmi yedi yaralı insan. Patlamanın neden kaynaklandığına ilişkin kesin bulgular ortada yoktur. Patlamadan bir buçuk sonra İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, düzenlediği basın toplantısında, aralarında Sosyolog Pınar Selek’in de bulunduğu on beş ‘‘PKK’lı bombacı’’yı açıklar. Terörle Mücadele Şubesi’nden yirmi yıllık bomba uzmanı Nazmi Nuri Çelik’in hazırladığı tutanak ‘‘Bomba ve bomba yapımında kullanılan maddelerle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır’’ şeklindedir. Patlama ile ilgili ilk çelişki kendini böylece ele verir. Akabinde bir yıl sonra İstanbul 4 No’lu DGM’deki duruşmada, Nazmi Nuri Çelik’in ifadesinde benzer sözler yinelenir; ‘‘Mısır Çarşısı patlaması, büfedeki tüplerden kaynaklanan gaz sıkışmasından olmuştur.’’ Patlamanın ardından bakıldığında şiddetli bir bombanın yarattığı etkiyi oluşturacak bulgulara rastlanmaz. Aralarında Pınar’ın da bulunduğu “suçlular” peşi sıra yakalanır, cezaevine konur ve işkence görür. Ancak “her şeye rağmen” patlamanın muamması ve tüm çelişik durumlar sürmektedir. Akabinde Pınar’dan bir ay sonra gözaltına alınan şüpheli “bombayı Pınarla koyduk” şeklinde ifade verir. Yaklaşık on beş dakika süren bu ifade Pınar’ın hayatını değiştirecektir. Pınar iki yıl boyunca cezaevindedir. Görülen ilk mahkeme neticesinde bazı sanıklar hakkında eylemi terör örgütü adına gerçekleştirdikleri gerekçesiyle hapis cezası verilirken, Pınar ve işkence zoruyla “bombayı pınarla koyduk” şeklinde ifade veren şüpheli beraat eder. Gerekçe; “patlamanın bomba sonucu mu ya da tüp gaz mı olduğu halen belirlenememiştir.”

15 yıllık davada neler yaşandı?

Mısır Çarşısı davasının 15 yıldır süren bir geçmişi var. Pınar beraat eder ancak bu pek uzun sürmez. İlk beraat kararını Yargıtay bozar, iki sanığın beraatinin yerinde olmadığı görüşü ve müebbet istemiyle yeniden hüküm kurulmasına karar verir. Dava yeniden görülür. Patlamanın neden kaynaklandığının belirlenemediği görüşünü tekrarlayan mahkeme beraat kararında direnir. Dosya ikinci kez Yargıtay’a gönderilir. Yargıtay ikinci kez “Sanıklar müebbet istemiyle yeniden yargılansın” der. Yargıtay Başsavcılığı, Pınar Selek hakkında verilen beraat kararının onanması gerektiği yönünde görüş belirterek, bozma kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurul’una kendiliğinden itiraz eder. Dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda değerlendirilir, Ceza Genel Kurulu, 9. Daire’nin kararını onaylar, dosya yeniden İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilir.

Mahkeme 09 Şubat 2011 günlü duruşmada Yargıtay’ın bozma kararına direnir. Ancak 22 Kasım 2012 günlü duruşmada direnme kararından vazgeçer! Duruşma savcısı Nuri Ahmet Saraç iki sanığın müebbet hapsini ister ve direnme kararından vazgeçilmesi karşısında şoke olduğunu söyler. Böylece mahkeme heyeti, daha önce verilen kararın usüle aykırı olduğu gerekçesiyle beraat kararından vazgeçildiğini açıklar. Akabinde sanık avukatları reddi hakim talebinde bulunurlar. Üst mahkemenin değerlendireceği reddi hakim talebi için duruşma 24 Ocak 2013 tarihine ertelenir.

15 yıldır Pınar neler yaşadı?

Sokrates gibi düşünüyorum diyor; “bu benim ve sevdiklerim için bir sınav. Sokrates ölmeden önce karısı yanına gidiyor, “ama sen suçsuzsun biliyorum” diyor. Sokrates de “İyi ya, ya bir de suçlu olsaydım…” karşılığını veriyor. Alenen yaşanan tüm bu hukuksuzluğa rağmen mücadele etmem lazım. Umutsuz değilim.” diyor.

“Katliamlar, insanların ölümü, en çok karşı olduğum şeylerle suçlanıyorum”.

1998’te Pınar 27 yaşında genç bir araştırmacı, sosyolog. Ancak öyle hayatın içindedir ki. Çünkü ders kitaplarının içinde değil, sokak çocuklarıyla, travestilerle, evsizlerle birliktedir. Sokaklarda onlarla birlikte dertlenir, birlikte yaşar, çözümler üretir. Toplum tarafından itilen, ötekileştirilen ve istenmeyen kim varsa Pınar onların yanı başında ki umut oluverir. Hayatın bu kadar içinde olunca adaletsizlikler de diz boyu çıkıverir insanın karşısına. Ancak zaten mesele tüm bu adaletsizliklere rağmen direnmek ve mücadele etmek değil midir? Savaşın içine itilmiş bir halkın kürtlerin acılı çığlığına söz etmenin, bu acıyı anlamanın ve yazmanın bedeli ağır olsa da o yine de mücadele etmek ister. Adaletsizlikler zincir gibi birbirine bağlıdır. Ataerkil düzenin ve tüm bu tahakküm zincirlerinin ortadan kaldırılması için feminizmi yani kadın mücadelesini kendine yakın en doğru yol olarak görür ve sahiplenir. Aynı zamanda savaş karşıtı ve anti militaristtir. Kimsenin kimseyi yönetmediği bir dünyanın özlemiyle Amargi’ye kavuşmayı ister. Onun içindeki umut da zaten bu mücadelelerden beslenmektedir.

“Feministim, anti militaristim, toplumsal ekolojistim, anti heteroseksistim. Anti kapitalistim, anarşizmle sosyalizmin öpüştüğü bir yerde duruyorum. Özetle ben özgürlükçüyüm.”

“Bu olay ailemizin ortasına bomba gibi düştü” diyor. “Annemi kaybettik, kalbi dayanamadı. Bundan büyük bir acı yaşamadım hayatımda. Babam, bunca yıllık mücadele dolu hayatında en ağır yükü sırtlandı. Kızının davasını. Kız kardeşim, işini bıraktı, ikinci üniversiteyi okudu ve avukat oldu. Şimdi onların en önemli gündemi bu dava. Çünkü suçlama çok ağır.”

“Kimseden ve hiçbir şeyden kaçmadım, uzaklaştım sadece yurtdışındayım şimdilik.” Biraz uzak kalmak için geldim, artık dayanmıyordum, yapmak istediğim çalışmaları bitirmek istiyordum. Romanımı tamamladım. “Yolgeçen Hanı” benim için gerçek bir yolculuktu. Şimdi de tezimi yazıyorum. Bu bir filmdi ve bu filmden uzaklaşmak bana iyi geldi. Arada birkaç kez Türkiye’ye gidip geldim ama hemen çalışmalarıma geri döndüm.

Mısır Çarşısı’nı çok severdim. Annem eczacıydı, eski tip eczacılardandı, ilaç yapardı. “Yolgeçen Hanı” romanında onun etkisi var. Otları çok severdi annem, bizim evde hep otlar kaynardı. Mısır Çarşısı bizim için o anlamda bir cennetti. Televizyonda orada yangın çıktığını duyunca çok üzülmüştüm.

Kurban seçildim. Tamam, cadıyım, annem beni “cadı” diye severdi küçükken ama insanın başına bir şey geldiğinde “niye ben” diye sormaması lazım. Özellikle şiddete uğrayan kadınlar bunu çok yapıyor. Ben yapmamaya çalışıyorum. Ama sürekli soruluyor. O dönem herhalde bir kurban arıyorlardı, beni seçtiler. Mısır Çarşısı olayı bir bombadır politikasına ihtiyaçları vardı, bombacı arıyorlardı, genç bir çocuğa işkence ile bunu kabul ettiriyorlar. Bir taşla iki kuş vurmak istediler. Hem bu olayı bomba diye göstermek istediler hem de beni Kürt hareketi ile ilgili olarak yaptığım araştırmadan dolayı cezalandırmak istediler.

“Hem yazdım, hem eyledim, kendimi sınırlamadım. Belki biraz sembolleştim de. “

“Muhalefetin kriminalleşmesi bu döneme özgü değil. Bizler hep cezaevlerindeydik, hep kriminaldik. Benim davam başlayalı neredeyse 15 yıl oldu. Kaç hükümet değişti bu arada. O zamanlar sistematik işkence vardı. Belki şimdi fiziksel işkence aynı yoğunlukta değil. Ben cezaevindeyken, koğuşumuza her yeni gelen işkenceden geçmişti. Tecavüz çoktu. Gelenlerin yüzde sekseninin kolu Filistin askısından dolayı tutmuyordu. ”

Pınar şimdi Strasbourg Üniversitesinde doktora yapıyor. Buralardan çok uzakta. Yeni kitabını yazdı, çalışmalarına devam ediyor. Geçtiğimiz 24 Ocak günü ise davası görüldü ve mahkeme Pınar’ı ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırdı. Hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Bu süreçten sonra Pınar’ın avukatları yeniden Yargıtay’dan beraat kararı isteyecekler ve Pınar’ın dostları ona tanıklık eden milyonlar yine adalet istiyoruz diye haykıracaklar. Ancak Pınar’ın hikayesi aslında benzer süreçleri yaşayan binlercesinin hikayesiyle aynı. Yaşanan her türden adaletsizliklere karşı mücadele eden ve direniş gösteren kim varsa onları hayattan söküp alan bir devlet ve onun adalet sistemiyle karşı karşıyayız. Demokrasi yalanıyla katliamlarını sürdüren ve barıştan, adaletten, özgürlükten bahseden kim varsa tutuklayan ve mahkum eden devlet.

Tarih ise gerçeği asla unutturmayacak, Pınar gibi, milyonlarcası adalet için mücadele etmekten ve direnmekten vazgeçmediğinde adaletsizliğin birer sembolü ancak umudun taşıyıcıları olacaklardır.

Saliha Gündüz
[email protected]