KANLI ELMAS: Bir Kıtanın Talanı… – Özgür Erdoğan

Bugün sevgililer günü, bugün yılbaşı, bugün anneler günü, bugün sıradan bir gün, tüketimin hayatın “nihai” amacı olduğu, neyi nasıl tükettiğinin değil, ne kadar çok tükettiğinin hesabının yapıldığı sıradan bir gün… Bugün herhangi bir Afrika ülkesinde bir dere yatağında, başında silahlı adamların gözetiminde toprağı didik didik arayan adam, kum tanesi büyüklüğünde bir elmas parçasını avuçlarının içine sakladığı için vuruldu. Elması tuttuğu kolu kaskatı kesildiği için elması alamayan silahlı adamlar, onun kolunu kesti. Kesilen kol, sularda kaybolup gitmeseydi eğer önümüzdeki sevgililer gününde sizin parmağınızda olacaktı.

Bizlere sevginin aşkın ve bağlılığın simgesi olarak yutturulmaya çalışılan elmasın oluşum hikayesi milyonlarca yıl alırken, çıkartılması, işlenmesi ve ticareti ise milyonlarca hayata, koca bir kıtanın talanına neden oluyor. Göz alıcı parıltının ilk gün yüzüne çıktığı M.Ö 800’lerde Hindistan’ın güneyinde bunun için savaşan egemenler, bugünlerde “küresel kapitalist” yüzleri ile savaşmaya ve savaştırmaya, karlarına kar katmak için katletmeye devam ediyorlar.

Elmas savaşlarının şu anki galibi ise, dünyadaki elmas rezervlerinin % 80’inin ve bu piyasanın neredeyse tamamının sahibi olan De Beers firması. De Beers, Güney Afrika’da ilk maden ocağını açtığı 1870 yılından bugüne, parıltının kokusunun yayıldığı tüm Afrika ülkelerinden, Hindistan’ın yoksul sokaklarında açılan izbe elmas işleme atölyelerine kadar her yere “yoksulluk” ve “ölüm” olarak imzasını atıyor.

Sierra Leone: Elmasın Kirli Yolculuğunun En Kanlı Dönemeci
Britanyalı sömürgecilerin 18.yy’ın sonlarında, ayak bastığı, Sierra Leone’de, Avrupalı tüccarların ilgisine mazhar olan kahve, boksit ve elmas, yerlilerin şaşkın bakışları altında Avrupa’ya servis edilirken; sıradan bir insanın günde 30 cent’e tüm gün çalıştırıldığı Sierra Leone’de sadece 1937’den 1996’ya kadar, değeri 15 milyar doları geçen elmasın Avrupa’ya sevkiyatı yapıldı.

De Beers firması bu ülkeye 1937’de girdi ve o günden bugüne, Sierra Leone’de yaşanan doğa ve insan kıyımında başrolü oynadı. Fakat bunlardan hiçbiri 90’ların başında milyonlarca insanın öldüğü ve uzuvlarının kesilerek sakat bırakıldığı Devrimci Birleşik Cephe-devlet savaşı kadar kanlı olmadı. Her ne kadar savaş, DBC ve devlet arasında yaşanan bir “iç savaş”mış gibi gözükse de, savaş bir De Beers-De Beers oyunu idi. De Beers, bir yandan eski bir ordu mensubu olan Fonday Sankoh tarafından kurulan, alk düşmanlığında devlette yarışan sözde devimci, birleşik cepheye, “bir miktar elmas“ karşılığında silah sağlarken, yine devlet güçlerine de “bir miktar elmas” karşılığında silah sağlıyordu. Böylece Sierra Leone’de bu oyunun başladığı 1991’den 2002’ye kadar 50.000’den fazla insan ölürken, vaşa katılmayı reddeden 500.000’den fazla insanın uzuvları kesildi, tecavüze uğradı ve milyonlarcası göçe zorlandı. Bu arada De Beers’da Sierra Leone’den daha ucuza elmas alarak, dünya elmas piyasasında, fiyatları belirleme gücünü daha da arttırmış oluyordu.

Bütün Elmaslar, “Kanlı Elmas”tır!
1999 yılına gelindiğinde Amerika’da bir takım STK’lar, Sierra Leone’daki savaşı işaret ederek, maden savaşlarının yaşandığı ülkelerden elmas alınmasını protesto ederek, bir kampanya başlattılar. Şaşırtıcı bir şekilde Sierra Leone’deki savaşın baş aktörlerinden olan De Beers’in de alttan alta desteklediği bu talepler 2003 yılında Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’nde Kimberley Sertifika Süreci Anlaşması adı altında kabul edildi. Bu anlaşmayla beraber, yukarıdaki talepleri yerine getirmeyen ülkelerden gelecek olan elmaslara “kanlı elmas” denilmesi ve ticaretine sınır getirilmesi kararlaştırıldı. Afrikalıların söylediği gibi “kanlı elmas”ı Afrika’ya sokan De Beers, “kanlı elmas”ı yasaklıyordu. İşine geldiğinde savaş çığırtkanlığı yapan elmas devi, savaş koşullarında elinden kaçırdığı %20‘lik elmas payına da sahip olmak ya da hiç olmadı onu değersizleştirmek için “savaş karşıtlığı”na soyunuyordu. Bu şu anlama geliyordu; De Beers’ten alınmayan tüm elmaslar kanlı elmastır. Şu anda “temiz elmas” ticaretinin neredeyse tamamını elinde tutan şirket, Birleşmiş Milletlerin gözetimi altında sertifikalı olarak Afrika‘da yaşam adına ne varsa tüketmeye devam ediyor.

Güney Afrika’dan Hindistan’a; Elmasın Yeryüzünde Açtığı Yaralar
Kongo, Angola, Sierra Leone, Güney Afrika ve diğerleri. Afrika kıtasının büyük bir çoğunluğu ya zengin elmas yataklarına sahip ya da elmas ticaretinin geçiş güzergahında. Dolayısıyla neredeyse tüm Afrika’nın De Beers ile başı belada. Aslına bakılırsa Kimberley süreci pek fazla bir şeyi değiştirmemiş, sıcak savaşın yaşanmadığı Angola ve Güney Afrika gibi ülkelerde maden ocaklarında çalışanlar, her gün ayrı bir savaşın kurbanı oluyorlar. Sözüm ona temiz elmas çıkaranlar çok düşük bir ücrete gün boyu çalıştırılıp, De Beers’in taşeronlarınca kurulmuş çalışma kamplarında yaşamaya mahkum ediliyor. Dahası bu zulüm elmasın çıkarılma aşamasından sonra da devam ediyor. Elmasın işlenmesi New York, Tel Aviv ve Belçika’nın çeşitli kentlerinde yapılmakla beraber aslında ucuz emek cenneti Hindistan’da yapılıyor. Geçmişteki zengin elmas madenleri egemenler tarafından yağma edilen Hindistan, bu parlak taşın lanetinden hala kurtulamamışa benziyor. Hindistan’ın birçok kentinde kurulan elmas işleme atölyelerinde Avrupa ve Amerika pazarına sunulacak elmaslar kölelik koşullarında çalıştırılan işçilerce kristale çevriliyor.

Afrika kıtasına yukarıdan baktığınızda, bir vebalının yüzüne bakarmış gibi hissedersiniz; çünkü bütün bir kıta devasa deliklerle dolu. Bu delikler elmas madenleri. Bunlardan en büyüğü ise Kimberley Çukuru denen maden. Bu maden öylesine derinki, yarattığı hava akımı yüzünden üzerinden uçak bile geçemiyor. Derinliği 1097 metre olan bu madenden 22,5 milyon ton toprak çıkartılmış. Bu deliklerin yalnızca fotoğraflarına bakmak bile yaratılan ekolojik yıkımı anlamaya yetiyor. Üstelik elmas madeni sadece karada değil, denizde ve okyanusta da öldürmeye devam ediyor. Denizin altında elmas olduğu düşünülen bölgenin tabanı, içindeki tüm canlı yaşamla beraber sondajlanıp, içindeki elmas parçalarının ayıklanması için gemiye çekiliyor. Bunun bilançosu ise, o bölgedeki yaşamın neredeyse tamamen yok olması oluyor.

Elmas, altın ve platin, modern Avrupa ve Amerika uygarlıklarının gözlerini ışıltılarıyla kör ederken, koca bir kıta için ise bir kara büyüye dönüşüyor. Egemenler toprağın metrelerce derinlikteki ışıltının peşinden koşarken, milyonlarca yaşamı da toprağa gömmekten rahatsız olmuyorlar. Ama Afrika’ya ilk ayak basan sömürgenden bu yana parlayan bir ışık daha var, o da insanların gözündeki öfkenin parıltısı. “Beyaz Adam”ın hırsı büyüdükçe büyüyen bir öfke; Afrika’nın kara öfkesi…

Özgür Erdoğan
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.