VİCDANINI DİNLE ASKERLİĞİ REDDET

Meydan Gazetesi olarak, Dünya Vicdani Retçiler günü olarak da bilinen 15 Mayıs 2013 tarihinde yasal olarak kurulan Vicdani Ret Derneği’nin Eş başkanları Oğuz sönmez, Merve Arkun, vicdani retçi Ali Fikri Işık ve Avukat Davut Erkan’la gerçekleştirdiğimiz röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

 

Meydan: Askerlik çağına gelen bir erkek, vicdani reddini açıkladığında neyle karşılaşıyor?

Davut Erkan: Askerlik çağına gelen bir erkek, öncelikle vicdani ret metnine göre bir yaptırıma maruz kalabilir. Metnin içeriğine göre TCK 318. madde uyarınca yargılanabilir. Metinde devlete ya da orduya hakaret niteliğinde sözler yer alırsa yine ilgili madde uyarınca yargılanabilir. Genelde vicdani ret açıklayan kişilere yönelik bu gibi davalar açılması düşük ihtimallerdir. Yine yargılanmaya bağlı ceza çıkma oranı da düşüktür. Ancak kişi askere çağırılıp yoklamasını yaptırmadığında, teslim olmadığında hakkında yoklama kaçağı yani bakaya kalmaktan dolayı idari para cezası kesilebiliyor. Şayet idari para cezası ödemeyip askere gitmemeye devam ederse hakkında aynı suçlardan kamu davası açılabiliyor. Bu kamu davası sonucunda kısa sureli hapis cezaları alabiliyor veya bu hapis cezalarının paraya çevrilmesi şeklinde idari para cezalarına çarptırılabiliyor.

Ali Fikri Işık: Devlet bu zorunlu askerlik yasasından hareketle kişiyi taciz edebiliyor ve istediği gibi hırpalayabiliyor. Tabi ki devletin bunu yapmaya hakkı yok. Ama bu böyledir diye de geri çekilmeye gerek yok. Sistemi bu yanlarıyla, bu zayıflığıyla sonuna kadar zorlamak gerekiyor ve ben sonuç alabileceğimiz inancındayım. Ayrıca eskiden vicdani reddini açıklayan insanlara gerçekten çok kötü muameleler yapılıyordu ama bugünün Türkiye’si o Türkiye değil, dolayısıyla geçmişteki hikâyeler gözümüzü korkutmamalı, bizleri pasifize etmemeli, tam tersine bugünkü gelişkin vicdani ret hareketi ve Vicdani Ret Derneği aracılığıyla öyle sanıyorum ki bu süreç çok daha kolay, çok daha sıkıntısız atlatılabilecek koşul ve imkânlara sahip.

Meydan: TCK 318. madde uyarınca halkı askerlikten soğutma suçlamasıyla hem vicdani retçilere hem vicdani retçilerle dayanışma gösteren sanatçı, yazar, gazeteci vb. birçok kişiye dava açıldı. Nedir bu 318?

Davut Erkan: 318 “halkı askerlikten soğutma suçu” olarak Ceza Kanunu’nda yer alıyor. Burada kişilerin zorunlu askerliğe karşı dile getirdikleri düşüncelerin bastırılması, orduya bir dokunulmazlık zırhı kazandırılması amaçlanıyor. Ancak bütün uluslararası sözleşmelerde, anayasada insanların düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı vardır. Bu madde bu haklara aykırıdır. Kişilerin düşüncelerini toplumla paylaşma, propaganda yapma, telkin ve teşvikle bile olsa insanlara ulaştırma hürriyeti vardır. İnsanlara “askere gitmeyin” demek kişinin görüşüdür. Bunu ifade etmesi en doğal hakkıdır. Demokrasinin de olmazsa olmazıdır. Bu anlamda 318. madde ifade özgürlüğüne aykırı bir maddedir. Türkiye’de vicdani retçilere ve vicdani retçileri destekleyenlere karşı bir kılıç olarak kullanılmaktadır. 318 bir tehdit unsuru olarak halen varlığını devam ettirse de bu suçun bir suç olarak işlenmesinden bizi alıkoyamaz. Çünkü yasaların üzerinde her şeyden önce, insan hakları vardır. Halkı askerlikten soğutmak bir hak ve özgürlük ifadesidir.

Meydan: Müslüman, milliyetçi, Kürt, kadın ve benzeri ön belirlenimlerle açıklanan vicdani ret nasıl ortak bir paydada ortak bir harekete dönüşebildi? Bu konuda görüşleriniz nelerdir?

Merve Arkun: Türkiye’de vicdani ret, ilk defa anarşistlerin vicdani ret açıklamalarıyla duyuldu. Bu da son derece normaldi. Çünkü anarşist bir kişinin askerliği, orduyu ve emir-komuta gibi itaat mekanizmalarını kabullenerek bu alanlarda yer alması mümkün değildir. Ancak ilerleyen süreçte farklı çevrelerden, farklı görüşlerden, farklı gerekçelerle insanlar vicdani retlerini açıklamaya başladı. Bu süreç özellikle 2009 yılında kurulan Barış İçin Vicdani Ret Platformu’nun etkisiyle oluştu diyebiliriz. Platform vicdani reddin toplumsallaşmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirdi. Enver Aydemir gibi Müslüman kimliği dolayısıyla vicdani reddini açıklayan ya da Muhammed Serdar Delice gibi milliyetçi görüşe sahip ya da Kürt kimliğini ön planda tutan, farklı kimliklerden birçok vicdani retçiyi, Kürt halkına yönelik sürdürülen savaşın askeri olmayı reddeden retçileri bir araya getirdi. Platform aynı zamanda farklı ideolojik görüşe sahip kişilerin, mesela sosyalistlerin ve anarşistlerin de bir arada çalışabilme zeminini yarattı. Vicdani ret zorunlu askerliği reddetmek iken, savaşı, ölmeyi ve öldürmeyi reddetmekken yani yaşamı savunmaya yönelik bir politik duruşken, burada kişinin kimliğinin ne olduğu önemli değildir. Ortak bir payda vardı, bu savaş karşıtı bir duruştu ve vicdani ret savaşın sonlanmasında en etkili adım olarak görülüyordu. Bu noktada da kendini farklı kimliklerde tanımlayan kişilerin vicdani ret açıklaması, hareketin toplumsallaşmasında oldukça önemliydi. Bu son 4-5 yıldır böyle, ancak umuyorum ki Vicdani Ret Derneği ile birlikte bu toplumsallaşma giderek daha da büyür, yaygınlaşır ve vicdani retlerimiz görmezden gelinemeyecek bir reddedişe dönüşür.

Ali Fikri Işık: Sevgili Tayfun Gönül’ün mücadelesi gerçekten ilham vericiydi. Deyim yerindeyse onun mücadelesi zihnimize bir tür cesaret aşısı yaptı. Tabi ki bu, geleneğin başlangıcına büyük bir katkıdır. Karşınızda müthiş organize militer bir güç var. Türkiye bu militer yapısıyla hayatı bloke etmiş, yasa tanımamış, darbe yapmış, saldırmış… Ancak siz bu orduya karşı vicdanınızla karşı geliyorsunuz. Bu vicdan tek bir kişide yok ki! Müslümanında da var, anarşistinde de var, sosyalistinde de var. Mesele birleştirici bir duyarlılık meselesi. Kürtler açısından söyleyeyim, çünkü ben bir Kürdüm. Öncelikle zorunlu askerlik Kürtler için iki kere zulümdür. Toplumsal hayatımızda şiddetin yavaş yavaş en belirleyici rol aracı olmaktan çıkmasıyla birlikte bu vicdanı zorunlu olan reddetmek, siyasal kültürümüzün çok önemli bir unsuru haline gelecek.

Davut Erkan: Barış İçin Vicdani Ret Platformu’nun önemi birleştirici olmasıydı. Farklı görüşlere sahip olan insanlar, platformla birlikte birbirlerine de sahip çıktılar. Müslüman vicdani retçi bir arkadaşımız vicdani ret konusunda yaşadığı baskı karşısında Müslümanlar tarafından dışlanırken, onun yanında anarşistler ya da sosyalistler vardı. Yani farklı da olsa aynı temeldeki mağduriyetler üzerinden oluşan dayanışma, bu ortaklaşmayı da sağlamış oldu. Vicdani Ret Derneği olarak da bu anlayışı sürdürmeye devam edeceğiz.

Meydan: Vicdani Ret Derneği nasıl kuruldu, ne amaçlıyor, çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Oğuz Sönmez: Vicdani Ret Derneği, diğer arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi farklı görüşteki vicdani retçileri ya da kendini vicdani retçi olarak tanımlayan herkesi kapsayan, vicdani retçilerin sorunlarına sahip çıkan ve vicdani reddin bir insan hakkı olarak tanınmasına yönelik mücadele etmek amacıyla kurulmuştur. Ancak vicdani ret zorunlu askerlik sistemiyle bire bir ilişkilidir. Derneğimiz aynı zamanda zorunlu askerlik sisteminin kendisini ele alan, sorgulayan, askerliğin dayattığı her tür baskıyı, işkenceyi hatta son zamanlarda daha sık duymaya başladığımız şüpheli asker ölümleri gibi konuları da kendisine dert edinerek çalışmalarını sürdürecektir. Bunlar dışında içinde yaşamakta olduğumuz savaş, çevremizdeki savaş tehlikeleri, savaşın bütün unsurlarıyla birlikte yani silahlanma, silahların üretilmesi, satışı gibi konular da derneğimizin uğraş alanlarında olacaktır. Tüm bunlarla beraber Vicdani Ret Derneği savaşın olmadığı bir dünyanın ancak barışçıl bir yaşamla anlamlı olacağını, bu barışçıl yaşamın da militarizmin karşısında, militarist kültür ve yapılanmalar dışında mümkün hale gelebileceğini savunmaktadır. Amaçlarımızda da belirttiğimiz gibi eylemlerimiz sivil itaatsizlik çerçevesinde, iç yapılanmamız ise anti hiyerarşik ve konsensüse dayalı olacaktır, bunları tüzüğümüzde de açıkça belirttik.

Merve Arkun: Ali Fikri’nin tutuklandığı süreçte yeterince organize olamayışımız, yeterince örgütlü bir tepki gösteremeyişimiz, mahkemeler sürecini de yeterince sahiplenemeyişimizle birlikte uzun zamandır aklımızda olan dernek fikri, kendini zorunlu olarak hissettirdi. Özellikle de hukuki süreçlerde bu tarz yapılanmalar, hukuki destek ve dayanışmayı yükseltmek anlamında oldukça önemli.

Ali Fikri Işık: Mesela 12 Haziran günü benim davam var. Vicdani ret bu yasaların bana tanıdığı bir yasallık ben de bu derneğin kurucularından biriyim ve ben mahkeme heyetine bu yasallığın altını ısrarla çizeceğim. O zaman ya benim yasallığımı kabullenecekler ya da bu kez ben “sizi tanımıyorum” diyeceğim.

Meydan: Kışlalarda şüpheli intiharların, psikolojik travmalar yaşayanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Ayrıca Türkiye’de bir milyona yakın asker kaçağı var. Dernek bu konuda ne gibi çalışmalar yapmayı düşünüyor?

Oğuz Sönmez: Düşünsenize 3 ayda 20 er intihar ediyor. Şüpheli asker ölümleri artık herkesin duyduğu ve olayın vahametine artık herkesin inandığı bir mesele. “Savaşta bu kadar insan ölmedi ama intihar eden asker sayısı çok daha fazla”. Birçok defa bu şekilde ifadelerle karşılaştık. Zorunlu askerlik sistemi içine aldığı insanları yok ediyor. Yani yıllardır militarizm öldürür diyoruz, ama görüyorsunuz gerçekten öldürüyor. Yalnızca asker de değil, korkunç derecede astsubay intiharı var. Astsubaylar Derneği Başkanı bir açıklama yaptı, bu konuda tepki de aldı; “askerler öldüğünde neredeydiniz” şeklinde. Bir teğmenin, bir askerin eline pimi çekilmiş el bombasını vermesi sonucu 4 askerin ölümüne yol açması, yasak olmasına rağmen subayların mayın döşeyip kendi askerlerini öldürmeleri… Bu gibi örnekler var. Yine bir yüzbaşının askeri eğitim adı altında askerin kafasına elma koyup nişan almasının görüntüleri medyaya yansıdı. Yani insanlar evlatlarını yetiştirip 20 yaşında askere gönderiyorlar ve acaba gelebilecek mi diye endişeleniyorlar. Tabi ki bizim de bu konuyu dillendirmemiz, toplumda bu duyarlılığı arttırmamız şart.

Merve Arkun: Kışlalar ölme ve öldürme üzerine kurulu yapılanmalardır. Oradaki askerlere de bu dikte edildiğinden, gelen her ölüm haberi oranın “normalliğini” gösteriyor bizlere. Ortada “bir savaş yokken” bile, barış halinde de insanların intihar etmeleri aslında bu yapılanmaların ne kadar kirli ve tehlikeli olduğunun kanıtı. Kaldı ki bu ölümlere kaza ya da er Sevag Şahin Balıkçı cinayetinde gördüğümüz gibi şakalaşma sonucu dense de, devlet bu ölümleri araştırıp sorgulamaktansa, katillerine ödül gibi cezalar veriyor. Cezalandırma tabi ki kesin bir çözüm değil, giden geri gelmeyecek ama önemli olan bu durumu deşifre ederek toplumda bu farkındalığı yaratmak. Zaten Vicdani Ret Derneği kurulduğundan bu yana askerliği devam eden insanlar bir şekilde bize ulaşıp yaşadıkları baskılardan bahsederek vicdani ret açıklamak istediklerini belirtiyorlar. Derneğimiz askerlikteki hak ihlallerine karşı da gerekli çalışmaları yapacaktır.

Davut Erkan: Türkiye’deki asker kaçakları sivil ölüm denilen şeyi yaşıyorlar, yani süresiz bir kaçak hayatı. Sivil hayatın içine hiçbir şekilde dâhil olamıyorlar yani bir anlamda öldürülüyorlar. Dernek aynı zamanda bu insanların kendilerini meşru bir şekilde açığa çıkarmada bir alan olacaktır. Dernekle birlikte bu insanlar “vicdani ret bir haktır” diyerek, yaşadıkları sivil ölümü sonlandıracaklar.

Ali Fikri Işık: Askere alma yasası, bir heyet tarafından sizin askerliğe elverişli olup olmadığınızın saptanmasını zorunlu kılıyor ki bunların hiçbiri o yasaların emrettiği şekilde yapılmıyor. Hatta çoğu insan değil heyet yüzü, doktor yüzü bile görmeden eline silah verilerek askere alınıyor. Askeri hastaneler ise tam bir rezalet. Psikiyatri servislerinde insanlar maç kuyruklarındaki bekliyorlar ve neredeyse bir kişiye bir dakika bile düşmeden geri gönderiliyorlar. Ben bunları bizzat kendim yaşadım. Yani TSK kendi uygulamalarında hiçbir yasa tanımadan tamamen keyfice ve usulsüzce davranıyor. Aynı zamanda TSK içinde ırkçılık, ayrımcılık gibi durumlar ciddi şekilde yaşanmakta ve bu durumlar da intiharlara sebebiyet verebiliyor.

Meydan: Coğrafyamızda özellikle devletin Kürt halkına yönelik yıllardır sürdürdüğü bir savaşın barış süreci olarak adlandırıldığı bir dönemdeyiz. Vicdani Ret Derneği olarak barış sürecine ilişkin neler düşünüyorsunuz?

Oğuz Sönmez: Derneğimiz elbette savaşın sonlandırılmasını istemektedir. Ancak gizli kapaklı, odalarda gizli toplantılarla, uzmanların bir takım numaralarıyla yürüyen bir barış süreci olmaz. Bu süreçte, ilgili tüm kesimlerin yani bu savaştan mağdur olmuş, acısını çekmiş insanların bizzat yer alması gerekir. Hükümet ise süreci gizli kapaklı geçiştirerek adeta bir mühendislik çalışması gibi kotarmaya çalışıyor. Halk içinse açıklık son derece önemli, bu yüzden sorunların ortaya konması, görünür hale getirilmesi, çözülmesi yönündeki çabaların belirginleşmesi gerekiyor.

Ali Fikri Işık: Bu savaş her şeyden önce son derece vicdansız bir savaştı. Koca bir halkın tüm demokratik hakları, terörizm etiketiyle şeytanlaştırıldı. Sonuç; 50 bin insanın ölümü. 17 bin insan faili meçhul olarak öldürüldü, 5 bin köy yakıldı, 4 milyon insan yerinden yurdundan edildi. Her vicdani retçi savaş karşıtıdır ve savaş karşıtlığını sürdürmelidir. Vicdani reddin bir anlamı da bütün toplumsal ilişkilerimizden şiddeti dışlamaktır. Yaşadığımız savaş için artık ödenecek bir bedel yoktur, kalmamıştır, yetmiştir.

Davut Erkan: Vicdani retçilerin mücadelesi bir taraftan savaşı bitirme mücadelesiydi. Türkiye’ye ya da dünyaya baktığımızda vicdani ret savaşa karşı bir duruş olarak sergilenmiştir. Vicdani ret metinlerinin çoğu, yaşadığımız savaşın sonlanmasına değinmiştir. Silahlı savaşın bitiyor olması tabi ki vicdani retçilerin olumlayacağı bir şeydir. Ancak bu bir son değildir, silahlı savaş bitiyor olsa da vicdani ret mücadelesi devam edecektir. Çünkü vicdani ret mücadelesi aynı zamanda militarizme karşı bir mücadeledir. Silahsız savaş, toplum üzerinde militarizmin tüm aygıtlarıyla yürütülmeye devam ediyor. Okullarda, sokaklarda her yerde militarizmin savaşı sürüyor. Bu silahsız savaşa karşı da vicdani ret bir duruş olarak kendini ortaya koymaktadır.

Dernekle iletişim kurmak için;

Adres: Vicdani Ret Derneği / Hüseyin Ağa Mah. İstiklal Cad. Tokatlıyan Han. No:76 Kat:4 Daire:28 Beyoğlu/İstanbul

E-mail: [email protected]

Facebook: https://www.facebook.com/VicdaniRetDernegi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.