Suriye Senaryoları ve Savaşın Etiği – Hüseyin Civan

Savaş! Ne anlama geldiğini kavrayabiliyor musunuz? Dilimizde daha kötü başka bir kelime biliyor musunuz? Katliam ve kırım, cinayet, çapulculuk ve yıkım fotoğraflarını getirmiyor mu aklınıza? Topların gümbürtüsünü, ölenlerin ve yaralananların haykırışlarını duymuyor musunuz? Cesetlerle dolu savaş meydanını göremiyor musunuz? Canlı insanlar parça parça, kanları ve beyinleri etrafa yayılmış, hayat dolu insanlar birdenbire birer leşe dönüşmüş. Ve orada, memlekette, sevdiklerinin başına bir talihsizlik gelmesinin diye her saati korku içinde yaşayan binlerce baba ile annenin eşi ve sevgilisi, bir daha asla dönmeyecek olanların dönüşlerini bekleyip durur.
Savaşın ne anlama geldiğini biliyorsunuz. Siz kendiniz bilhassa cephede hiç bulunmamış olsanız da, geride bıraktığı milyonlarca ölü ve sakatıyla, kurban ettiği sayısız insanıyla, parçalanmış yaşamlarıyla, tarifsiz keder ve acıyla yıkılmış evleriyle, savaştan daha büyük bir bela olmadığını bilirsiniz.
“Dehşetlidir”, kabul edersiniz, “ancak yapılacak bir şey yok”. Kaçınılmaz olduğu zaman savaş yapılması gerektiğini, tehlikedeyken ülkenizi savunmadığınız gerektiğini düşünürsünüz.

Koca bir Dünya Savaşı’nın 1929’da yazılmış bu satırlara etkisi açık. Alexander Berkman’ın kitabında savaşın bu kadar ayrıntılı, tüm hoşa gitmez gerçekliğiyle betimlenmesinin bir benzerliği var tüm savaşlarla. Hoşa gitmez ama gerçek olması…

Berkman’ın satırlarını okuma lüzumu yok hoşa gitmeyen gerçekliği görmek için. Yanı başımızda devam eden savaşı, ayrıntılarıyla izlemek mümkün şimdi. Özellikle Youtube gibi video paylaşım siteleri, tarafların propaganda alanı haline dönüşmüş durumda. İki tarafın esirlere yaptıklarını, meydan infazlarını iki tarafın yorumu ile bulabilirsiniz. Aynı videoyu bir tarafın “biz güçlüyüz” başlığı altında izlediğiniz gibi, “onlar bu kadar cani” başlığıyla da izleyebilirsiniz.

Videoların hepsi birbirinden “vahşi” içeriklere sahip olsa da, Mayıs ayının ortalarında yüklenen bir video dünya basınında olabildiğince ses getirdi. ÖSO’ya bağlı El-Faruk Cephesi komutanlarından birinin Esad’ın öldürülmüş bir askerine yaptıkları “sınırları hayli zorlayıcı” türdendi. Komutan, askerin kalbini söküp yerken Esad’a ve onun askerlerine “hepinize böyle yapacağız” mesajı veriyordu.

Özellikle ABD’deki televizyon kanalları, bu görüntü üzerinden Suriye’ye ilişkin “vahşiler”, “barbarlar” gibi yorumlarla dolu programlar gerçekleştirdi. Yarım dakikalık video, tekrar tekrar yayınlandı. Halkın psikolojik sağlığına ilişkin duyarlılıklar yayınlar boyunca askıya alındı.

Youtube görüntülenme çokluğuyla ilişkili kapitalist kaygılarından mı ya da başka bir nedenden dolayı mı bilinmez, Suriye’deki savaşı tüm “hoşa gitmez gerçekliğiyle” yayınlamaya devam ediyor. Barbarların, vahşilerin savaşlarını Batılı izleyiciye sunma hizmetini eksiksiz yerine getiriyor.

Mevzu bahis kaygı, tabi ki medya iletişim organlarının, Suriye’deki savaşla ilgili görüntülere sansür uygulamasına ilişkin değildir. Hangi görüntünün, kaç dakika görüntülenmesi gerektiğini bile hesap eden medya tekellerinin sansüre başvurmamaları hayli dikkat çekici. Reyhanlı patlamaları sonrası, olaya ilişkin yayın yasağının katılığıyla kıyaslandığında, durumun altında başka nedenler aramamak kaçınılmaz (Keza TC, Youtube’da bölgesel sansür uygulamış, göstermek istemediği videoları yayınlatmamıştı).

Savaş Karmaşası

Savaşa ilişkin sosyal medya ve televizyondaki görüntüler hızla artarken, Suriye’de durum alabildiğine karmaşıklaşıyor. Mezhep savaşları, sınır devletlerle savaş, katliam… Savaşın sınır bölgelerden taşmaya başlaması, küresel askeri güçlere her geçen gün daha meşru zemin sağlıyor. Golan Tepeleri, İsrail bombardımanından sonra, Türkiye sınırındaki Reyhanlı bombalardan sonra devletlerin karşı karşıya gelebileceği yerler olarak kendini göstermeye başlıyor. Bu bölgelerden bir tanesi de Suriye’nin batı sınırında bulunan El Kuseyr.

Lübnan’ın Hemel, Suriye’nin El Kuseyr şehirleriyle sınırlı alan dahilinde Şii halkı koruyacağını açıkladığından bu yana Hizbullah, Esad rejimine doğrudan destek veriyor. Önceleri, Lübnan sınırı dahilinde bir güvenlik bölgesi oluşturacağını açıklayan Hizbullah, Esad rejimine doğrudan destek vermekten imtina etmişti. ÖSO’nun özellikle Humus’u kontrolü, Hizbullah’ın bu hareketinin arkasındaki nedenlerden görünüyor. El-Kaide’yle doğrudan bağlantısı bilinen El-Nusra Cephesi de, El-Kuseyr’de Hizbullah’a karşı savaşıyor.

El Kuseyr’i bu kadar önemli kılan, muhaliflerin Batı Suriye’de kontrolü ellerinde tuttukları tek yerin Humus olmasıyla ilgili. Muhalifler burayı yitirdikleri takdirde (ki birçok uluslararası medya kuruluşu son bilgilerin bu yönde olduğunu doğruluyor), batıda Esad kontrolünde Şii yoğunluklu bir bölge, doğuda da Batılı ülkelerin desteğini alan Sünni yoğunluklu muhaliflerin kontrolünde bir bölge oluşacak gibi görünüyor.

Bu tablo oluşuyorken konuşulan en büyük meselelerden biri kimyasal silahtı. İsrail’in Suriye’yi vurmasının ardından, Tayyip Erdoğan’ın sürekli vurguladığı, Esad rejiminin vatandaşlarına kimyasal silahlarla saldırıyor oluşu ABD’nin de gündemindeydi. ABD hükümeti üzerinde bu durumun etkisinin ne olduğunu, Erdoğan-Obama görüşmesinde ABD’nin Suriye konusuna ilişkin (Türkiye’nin El-Nusra Cephesi’yle ilişkisinden doğan) çok da sıcak olmayan tavrı üzerinden belirginleştirmeye çalışmak çok da doğru olmasa gerek. Zira ABD medyası, Suriye’de olanları kimyasal silah meselesine bağlamaya oldukça istekli görünüyor.

Olası Senaryolar

Uluslararası medyada birçok farklı olasılık konuşulurken, birçok devlet ve uluslararası kuruluş daha önce deneyimlediği olumsuz senaryoları, Suriye coğrafyasında yaşamak istemiyor. Irak ve Afganistan deneyimleri batılı devletler ve uluslararası organizasyonlar açısından gayet olumsuz nitelikteydi. Suriye’de şu an var olan karmaşa “bekleme”, “izleme” gibi terimlerle siyasi açıdan anlamlandırılmaya çalışıyor olsa da, bölge üzerinde farklı siyasi, ekonomik, sosyal denklemleri bulunan bir yanda ABD diğer yanda Rusya gibi devletler “sorun” diye ifade ettikleri duruma ilişkin çözüm yolları arıyorlar.

En çok dillendirilen çözüm önerilerinden biri, muhaliflerin desteklenmesiydi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, bunu açıkça ifade etmekte sıkıntı hissetmedi zaten. Bu desteğin yoğun bir silah desteği olacağı açıkça vurgulandı. Ancak AB ve ABD böyle bir eylemde bulunursa, Suudi Arabistan ve Katar’daki duruma düşebilir. Muhaliflerin %25’nin El-Kaide destekli gruplar olduğu biliniyor. İşte böyle bir durumda, verilecek silah desteğinin Selefi grupların güçlenmesi ve Esad sonrası Suriye’deki konumlarının istenmeyen bir düzeye ulaşması açısından batılı devletler ve uluslararası örgütler tarafından kaygıyla karşılanıyor.

NATO’nun doğrudan bir kara muharebesi için kuvvetlerini Suriye’ye göndermesi konuşulan senaryolardan diğeri. Ancak bu durumda ABD, en az 70 bin askerini NATO’nun içinde konumlandırmak durumunda kalacak ki bu Irak’ı yaşamış ABD ordusu için hiç de arzu edilecek bir senaryo değil. Öyle ki, Esad rejimini destekleyenler arasında İran ve Lübnan Hizbullah’ı bulunurken.

Çok dillendirilmeyen bir başka seçenek Mali’de yaşananlarla benzerlik gösteriyor. NATO, Rusya’yla beraber işbirliğine gidip Esad’ı destekleyebilir. Bu durumda muhalifler, Esad’la diyalog yoluna gidebilir. Esad’a destek veren güçler de, bunun karşılığında rejim değişikliğine gidilmesine destek verebilir. Bu durumun ABD ve AB açısından kazanımı, Esad’ın “kitle imha” silahlarının ve siyasi iktidarın radikallerin (özellikle Selefilerin) ellerine geçmeyecek olması. Ancak bu seçenekte en çok tartışılan Esad’ın “halkını katleden” bir lider olması ve böyle bir lideri bu şekilde onaylamanın doğru olmayacağı.

Erdoğan-Obama görüşmelerinde Erdoğan’ın savunduğu seçenek, NATO’nun Suriye’yi “uçuşa yasak” bölge ilan etmesi ve dolayısıyla uçakla bombardımanın önüne geçilmesiydi. Böylelikle, Esad’ın ordusu, muhalifleri bombalayamayacak, bu da muhaliflere kazanacakları bir ortam sağlayacaktı. Gözden kaçan nokta, bu durumda Şam’a ulaşacak ilk grubun Selefiler olacağı ve onların da iktidarı diğer gruplarla paylaşmayacağıydı.

Bunun dışında konuşulan seçeneklerden biri de bu “uçuş yasağı”nın bir bombardımanla desteklenmesi. Yani Esad ordusunun stratejik olarak kullandığı bölgelerin, hükümet binalarının bombalanmasıyla Esad’ı zorla masaya oturtma.

Senaryoların Etiği
Suriye’de yaşananlar sadece yakın coğrafyadaki devletleri değil, dünya üzerindeki tüm iktidar odaklarını etkiliyor. Siyasi ve ekonomik çıkarlar küreselleştikçe “oyunu kuranlar”ın hamleleri zorlaşıyor. Herkes en fazla kazanma ihtimali ile “oyun”a dahil olurken, kendilerinden olabildiğince az vermenin peşinde oluyorlar. Bütün bunlar yaşanırken 1,5 milyon ezilen, komşu coğrafyalara göç etmek zorunda bırakılıyor, 3 milyonu iç göçe maruz kalıyor, şehirler ve köyler yaşanmaz hale geliyor.

Hazırlanan senaryolar, tüm gerçekliği dikkate almadan efendilerin çıkarına nasıl gelecekse öyle hazırlanır. Çocuklar bombalardan ölürken, kadına tecavüz savaş yöntemi sayılırken, insan öldürdüğü diğer insanı yiyecek kadar küçülmüşken, böyle bir ortamda hangi senaryoyu konuşmak etik kalır? Şu ana kadar Suriye’de ölen insan sayısı 80 bin. Daha nice 80 binleri konuşulmaz hale getirecek efendilerin savaşları.

Savaşı tüm vahşiliğiyle izlettiren, izlettirip vahşileştirenler, yarattıkları karmaşa ortamına müdahale etmek için meşru zemin yaratmaya çalışıyor. Yamyamlık görüntüleriyle “oyunun sonraki” senaryolarında, barbarlardan kurtarma operasyonuna girişecekler, demokrasiyi getirme rolüne soyunacaklar.

İşte kapitalizm tam da budur. Yok ettiğiniz ve yok edildiğiniz bir yamyamlık sistemi diyor Berkman ve ekliyor: İşte bu hem savaşta hem de barıştaki gerçek kapitalizmdir, gerçek niteliği savaşta maskesizdir ve daha belirgindir. Kapitalizm, maskesini sıyırmış ve belirginleşmişken hangi senaryo, hangi müdahale, hangi savaş etiktir Suriye’de?

Hüseyin Civan
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.