TÜRKİYE’DE TARİH VE TARİH YAZIMI – M. Utku Şentürk

“Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça, tarihi avcılar yazmaya devam eder”

AKP iktidarı ile birlikte ecdada, tarihe ve özellikle de Osmanlı tarihine olan ilgili arttı. Muhteşem Yüzyıl dizisi ile ilgi deyim yerindeyse “tavan yaptı”. Bu ilgiden nemalanmak isteyen eli kalem tutan herkes tarih yazmaya başladı. Lakin Türkiye’de tarihçilik ve tarih yazıcılığı yüzyıllar boyu, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Taner Timur, Ayşe Hür, Erdoğan Aydın, Hakan Erdem gibi bir elin parmaklarını geçmeyen onurlu ve dürüst araştırmacıları saymazsak vakanüvisliğin ötesine geçemedi.

İktidarın ve egemenlerin “eteklerinin altından” çıkmayan, kapı kulu tarihçiler beslendikleri odakların ve sınıfların resmi tarihini” ballandıra ballandıra” anlattılar ve anlatmaya da devam ediyorlar.

Anatol France’ın, “İçinde yalan olmayan bütün tarih kitapları sıkıcı ve usandırıcıdır,” diye dalga geçtiği resmi tarih (ve yazımı) konusunda Gottfried Benn de şunları ekler: “Bana öyle geliyor ki, korkusuz bir insanın çıkıp öbür insanlara şu yalın gerçeği öğretmesi kadar devrimci davranış olamaz: Sen neysen, osun ve hiçbir zaman başka türlü olamayacaksın. Senin hayatın budur, hep buydu, hep bu olacaktır. Parası olan çok yaşar, sözünü geçirebilen bir yanlış yapmaz, güçlü olan, doğrunun ne olduğuna karar verir. Tarih budur…”

Tarihin ve tarih yazımının sınıflı toplumlarda nesnel ve toplumun maddî temellerine dayandırılarak yazılması çok da olanaklı görülmemektedir. Bu anlamda “nesnel bir tarih yazımı mümkün müdür?” sorusuna E. H. Carr; “Tarihçinin nesnelliğinin, nesnel olmadığının farkında olma yeteneği ile ölçüldüğü ve büyük tarihçinin ele aldığı olguları inceleyip geleceğe yansıtırken, o anda kendisinin bulunduğu konumu aşıp aşamaması yorumları ile ilgilidir” ifadelerini kullanıyor.

Resmi tarih yazmak, olmamışı olmuş, olmuşu olmamış gibi göstermek ya da olanın bir kısmını öne çıkarmak, ardından bunu sık sık tekrarlamak ve siyasi hafızaya kazımak demektir.

Bugüne kadar üstte de ismini zikrettiğimiz isimlerin dışındaki tüm “tarihçiler” bize tabiri caizse eşeği boyayıp at diye sattılar. Ama aralarında hiç biri “Derin Tarih”çi (siz onu “Çukur Tarih”çi anlayın) Mustafa Armağan’ın deniz seviyesinin metrelerce altındaki seviyesine erişemedi. Arapça ve Farsça bilmeyen, okuduğu üç beş yalandan tarih kitabı ile tüm kariyerini 2. Abdülhamit ve Said-i Nursi tüccarlığına vakfeden sözüm ona tarihçimiz “gizli belge” dediği ama gizli olduğu halde her nasılsa internetten birkaç dakika içinde indirilebilecek belgeler ile yazılar yazdığını artık sağır sultan bile biliyor.

Cemaatin verdiği direktiflerle bir yazısında ak dediğine bir diğerinde kara diyerek aklı başında okurlar karşısında kendisini gülünç ve zavallı durumuna düşürüyor.

İlber Hoca da Armağan’dan farksız

Resmi tarih yazmakla görevli Armağan’ın cahillikleri saymakla bitmez ama ya anlı şanlı “hocaların hocası” 7-8 dili ana dili gibi bilen İlber Ortaylı’ya ne demeli? Tarihçi Hakan Erdem’in Tarih Lenk kitabında İlber Ortaylı ile ilgili bölüme bir göz atalım isterseniz;

“Üç Kıtada Osmanlılar kitabında, 1260 yılındaki, Ayn Câlut savaşının Ortadoğu’nun tarihinde önemli bir yeri ve simgesi vardır. Çünkü 1258’de Abbasi halefiliğini düşüren ve batıya ilerleyen Moğolları, memlûkler bu savaşla durdurmuştur ama ortaylı, iktisadi ve sosyal değişim kitabında bu savaşta Memluklar’ın yenildiğini, Moğolların yendiğini düşünüyor. çünkü Moğolların Şam’ı ele geçirdiğini söylüyor. Üstüne üstlük İlber Ortaylı bunu daha doğmamış bir Moğol hanına, gazan hana yaptırıyor. Ancak bu kadarına pes denir. Bunu söylemek; Fatih’e patates yedirmeye benzer. (patates Amerika Kıtası’nın keşfiyle dünyaya yayılır.) Ne yazık ki bunlar kafasında bazı şeylerin oturmadığını gösteriyor.”

İktidarın resmi tarihçileri (vakanüvisleri) resmi tarihten bile habersiz, kafa göz kırarak tarih yazıyor. Lise tarih kitabı düzeyindeki tarih bilgileri ile televizyonlarda, gazetelerde boy gösteren bu kapı kulları “üç kıtada at koşturan şanlı ecdadımızın” tarihini, pehlivan tefrikası tadında bizlerle buluşturuyorlar.

Yakın zamanda ütahya’da yaptığı bir konuşmada, Başbakan Erdoğan şunları söylüyor: “Bizim görevimiz nedir, bunu çok iyi biliriz. Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz; her yerle biz de ilgileniriz. Ama bunlar, televizyon ekranındaki ecdadımızı zannediyorum o Muhteşem Yüzyıl dizisindeki gibi tanıyor. Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni, öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Biz öyle bir Kanuni tanımadık, onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz lazım. Bunu çok iyi anlamanız lazım. Ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kınıyorum. Bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyoruz.”

“Hık deyicinin pık deyicileri”

Başbakan bunları söyler de adamları boş durur mu? Hemen bir kanun teklifi hazırlanmış… Kanun teklifini hazırlayan AKP İstanbul milletvekili Oktay Saral: “Bundan sonra Türk aile yapısına uygun, çocuklarımızı rencide etmeyecek, bizim dilimizde zıvanadan çıkarmayacak dizi yapacaklar. Artık bu tarz dizileri bin düşünüp, bir yapacaklar. İnsanlar bize ‘Bu diziler yüzünden çocuklarımız tarihini, atasını tanımıyor’ diyorlardı, artık böyle söyleyemeyecekler!“ diyor.

Hık deyicinin pık deyicisi Mustafa Armağan, Murat Bardakçı, İlber Ortaylı gibi vaka-i nüvisler de Hürrem Sultan’ın iktidar hırsı ile önüne çıkan herkesin kellesini tavuk keser gibi kestirdiğinden ziyade ne denli hayırsever bir insan olduğunu, Kanuni’nin hayatının haremde, hamamda cariye kovalayıp şarap içerek değil at sırtında elde kılıç “kâfir” kovalayarak geçtiğini söyleyerek bizleri “aydınlatıyorlar”. Bu sözde tarihçiler için Kanuni döneminde Sünni/Şeriatçı İslam düşüncesinin dışındaki Alevi önderleri Baba Zünun’un ya da Kalender Çelebi’nin neden katledildiği ise “gözlerden kaçırılması” gereken bir ayrıntıdır.

Böylece bu “anlı şanlı” tarihçilerimiz Naima’dan, Ahmet Cevdet Paşa’dan, Âşık Paşazade’den devraldıkları bayrağı “onur”la taşıyarak resmi tarihin ve resmi ideolojinin yeniden üretimine omuz veriyorlar. Müesses Nizam’ın “tıkır tıkır” işlemesi için kitlelerin beyinlerini yalan bir tarihle uyuşturuyorlar. Son dönemin fenomen dizi karakteri Vasfiye Teyze’nin de dediği gibi; “mecbuuur böyle yapmayıp da ne yapacaklar?” Yıllardır alışmışlar iktidarın ve egemenlerin sırtlarında parazit gibi yaşamaya. Başka türlü geçinmeyi, yaşamayı bilmezler ki…

M.Utku Şentürk
[email protected]


Bu yazı Meydan Gazetesi’nşin 10. sayısında yayımlanmıştır.