Kaideler arası El-Kaide – Hüseyin Civan

Fransa başkanı Valery Giscard d’Estaing, 1975’te Almanya, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve ABD hükümet başkanlarını petrol krizi ve onun beraberinde getirdiği ekonomik durgunluğu konuşmak üzere Rambouiller’de toplatıya davet etmesi, sonraki her yıl devam edecek olan G8 toplantılarının başlangıcı oldu. Dünyanın en zengin devletlerinin katıldığı toplantılar, her yıl dünyanın başka bir şehrinde sıradaki ev sahibi devletin liderliğinde gerçekleşti.

Dünyanın ekonomik ve siyasi olarak en güçlü devletlerinin katıldığı toplantıların genel olarak gündemi her zaman, var olan küresel ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlar olurken; bu toplantıların gizli ajandası bu küresel sorunlar adı altında bu devletlerin siyasi ve ekonomik güçlerini koruma yolları oldu. Küresel ekonomik ve siyasal sistemin belirleyici konumunda bulunan bu devletler, bu sene 17 Haziran’da Kuzey İrlanda’nın Belfast şehrinde bir araya geldi.

Bu yılki toplantının ana konusunun Suriye olacağını herkes az çok biliyordu. Farklı siyasi mecralarda bir araya gelen devlet liderlerinin birbirleriyle uyuşmayan Suriye değerlendirmeleri düşünüldüğünde, Belfast’ta gerçekleşecek toplantının, herkesin hem fikir olduğu “Yaşasın Kapitalizm” toplantılarından olmayacağı açıktı.

Bir yanda Esad’ın siyasi meşruiyetini sahiplenen Putin, diğer yanda Suriyeli muhaliflere silah desteği konusunu sürekli gündem eden Obama ve bu öneriyi onaylayan AB devletleri…

David Cameron’un ev sahibi niteliğiyle açılış yaptığı konuşması oldukça netti: “Esad’la devam eden bir siyasi yapılanma Suriye’nin geleceği açısından düşünülemez.” Bu keskin tavrın toplantı süresince nasıl evrildiği bilinmez ancak toplantı sonrası Esad’ın liderliğine ilişkin bir karara varılmamış ve görevi bırak çağrısının yapılmamış olması, Putin’in toplantıda, yıl içinde Rusya’nın sergilediğine benzer bir strateji izlediğini görmemiz açısından önemliydi. Bu arada Putin, benzer şekilde Suriyeli muhaliflere silah sağlama fikrini destekleyen devletlere tepki gösterdi.

Toplantıda alınan kararlardan biri de radikal İslami gruplarla ilgiliydi. Esad yönetimi ve muhaliflere, bu grupları kendinizden uzaklaştırın mesajı veriliyordu. El-Nusra’nın, Suriye’nin doğusunda artan hakimiyeti küresel planları biraz karıştırmışa benziyor.

Toplantıdan çıkan bir diğer karar, Sünni, Şii ve Alevi değil, tüm Suriyelilerin onayını alan bir Suriye hükümetinin bu görevi yürütmesiydi. Bu karar Sünni-Şii gruplaşmaların arttığı, çatışmaların yaşandığı bir konjonktürde, bu durumu yaratanların mustaripliklerini gösteriyor olması açısından ironiktir.

Sayda Neyin Göstergesi?

Nasrallah’ın, Kuseyr ve Esad’a ilişkin açıklamalarından sonra, Hizbullah’ın aktif bir şekilde Suriye’de muhaliflere (özellikle Selefi gruplara) karşı savaşıyor olması, Lübnan’daki Sünni grupları rahatsız etmişti. Lübnan’daki Sünni grup liderleri bir araya gelmiş, Esad’a ve Şiilere karşı Cihad kararı almışlardı.

Selefi Şeyh Ahmed El-Asir’a bağlı gruptan bir kişinin Lübnan’da gözaltına alınması ile başlayan olaylarda, El-Asir’a bağlı militanlar Sayda şehrinde Lübnan ordusuyla çatışmaya girmiş ve 20’ye yakın askeri öldürmüştü. Daha sonrasında ordu (Hizbullah’ın da yardımıyla) Sayda şehrini tekrar kontrolü altına almıştı.

Lübnan sınırları dahilinde gerçekleşen bu olay, Hizbullah’ın Suriye’deki varlığından ve Lübnan devletinin Hizbullah’ın işini kolaylaştırıyor olmasından yakınan Sünni grupların rahatsızlığının ifadesi gibi okunabilir. Tabi diğer yandan, Hizbullah’ın Suriye’ye girmesiyle beraber savaşın sınırlarına Lübnan’ı ekleyen Selefi grupların stratejisi de olabilir. Ancak kesin olan şey, Suriye’den sonra Lübnan’da baş gösteren mezhep çatışmaları.

Lübnan gibi siyasi karışıklıkların her an boy gösterebileceği coğrafyada yaşanılan benzer durumlar, daha büyük bir Sünni-Şii savaşına yol açabilir. Büyük medya tekellerinin tanınmış yazarları Sünni-Şii savaşını şimdiden başlattılar bile. Sadece Sayda’da yaşanan bu olay değil, Haziran ayının sonlarına doğru Mısır’da 4 Şii’nin öldürülmesi ve yüzlercesinin yaralanmasıyla yaşanan durum (ve bu durum sonrası İran’ın Mısır yönetimini uyarması), Suudi Arabistan’da Şiilere yönelik baskının özellikle Şiilerin yaşadığı kırsal bölgelerde artıyor olması, 2011’de Bahreyn’de Sünni azınlık hükümetine karşı Şii ayaklanmanın bastırılmasından bu yana devam eden hareketler, bir Sünni-Şii savaşının var olduğunu göstermek için bu medya tekellerinin belirttiği gerekçeler arasında yer alıyor.

El-Kaide

Sayda ya da Trablus’ta, hükümet karşıtı Gelecek Partisi’nin bayraklarıyla yan yana duran El-Kaide bayrakları, Lübnan’daki El-Kaide varlığının en açık göstergesi konumunda. El-Kaide ile ilintili grupların Lübnan’daki saldırıları zaman zaman kendini gösteriyordu. Hizbullah’ın, Suriye’deki çatışmalara dahil olmasından sonra, bu gruplar saldırılarını arttırdı ve Lübnan’daki Sünni kesimlerin desteğini arkasına aldı.

Gelecek Partisi lideri Said Hariri ve ailesinin El-Kaide ve Selefilerle ilişkisini görmek için Lübnan siyasetine hakim olmaya gerek yok. Hariri ve ailesi, Usama Bin Ladin’in büyük bir lider olduğu yönündeki beyanlarını açık açık yapıyordu. Ayrıca, Gelecek Partisi’nin yürüyüşlerine El-Kaide’nin destek verdiği de biliniyor.

İşin ilginç yanı, bu ilişki bu kadar aşikarken, ABD ve müttefiklerinin Gelecek Partisi ve Hariri’nin politikalarını destekliyor oluşudur. Hariri, Suriye ve İran’da El-Kaide ile ilişkili militanlara silah ve para yardımı yaparken, hatta aynı şekilde bu grupları destekleyen Arap Devletleriyle bu kadar yoğun ilişkisi varken, ABD yönetimi ve müttefik devletlerin ve hatta BM’nin bu ilişkiye göz yumması oldukça şaşırtıcıdır.

Lübnan’da Sayda ile başlayan, Trablus ve Beyrut’taki Sünni-Şii gerilimleri ile devam eden süreç, Suriye’deki savaşa yeni bir cephe açmışa benziyor. Bu cephenin açılmasında El-Kaide ve onunla ilişkili güç odaklarının etkisi bu kadar açıkken; Belfast’taki G-8 toplantısında Esad yönetimine de muhaliflere de yapılan El-Kaide ve Selefi gruplardan kurtulun çağrısının anlamı nedir?

Kazan-Kazan Politikası

Savaşın Lübnan’a sıçrayıp yeni bir cephe açılıyor oluşu, Hizbullah’ın Suriye’deki konumunu tehlikeye sokacak, bu da her halükarda muhaliflerin elini güçlendirecek. Suriye’ye ilişkin Esad’sız gelecek fikirleri gittikçe uzak ihtimal olmaya yüz tutmuşken, Esad’lı Suriye’nin varlığından rahatsız kesimlerin, bu yeni durumu destekleyeceği açık.

Bu dolaylı desteğin dışında, Lübnan’da Sayda’da yaşanan olaylar sonrasında Lübnan hükümetini desteklediğini açıklayan ABD hükümeti, bir yandan da Hariri’ye destek vererek çatışmanın farklı coğrafyalara sıçramasını doğrudan destekliyor.

Bu noktada karşımızda yeni bir problem beliriyor; ABD ve El-Kaide ilişkisi. ABD, Belfast’ta çıkan karardaki gibi (ve daha önce birçok yerde vurguladığı gibi) El-Kaide benzeri Selefi gruplara karşı mı? Yoksa Lübnan örneğindeki gibi, bu ilişki alttan alta bir desteği mi barındırıyor? Suudi ve Katar destekli bir El-Kaide’nin Ortadoğu coğrafyasındaki hareketlenmelerdeki rolü ne?

Selefi grupların yaptıklarını bir yandan barbarlık diye gösteren medya bu barbarlık ve teröre müdahale etme meşruiyetini sağlarken, diğer yandan girilen siyasi çıkmazda El-Kaide’nin farklı cephelerle savaşı büyütüyor olması bu küresel güçlerin elini güçlendiriyor.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.