“Bukalemunlaşmak” – Merve Arkun

 

Sürüngenler sınıfından omurgalı bir canlı olan bukalemun, renk değiştirme özelliğiyle bilinir. Belli etmek istedikleri duygulara göre renk değiştirebilen bu hayvanlar, bu özellikleri sayesinde bulunduğu ortamın rengini kolayca alarak bir taraftan av olmaktan sıyrılıp diğer taraftan da tehlikeli birer avcıya dönüşebilir.

Bukalemunun renk değiştirme özelliği, sanılır ki insan üzerinde de bir etki yaratmış ve insan da yaşamı boyunca ten rengiyle ilgili değişiklikler yaparak, rengini değiştirerek içine girdiği ortamlara daha hızlı entegre olmayı amaçlamış. Yüzlere sürülen beyazlatıcılardan bronzlaşmayı hızlandıran güneş kremlerine, güneşten koruyan giysi ve şapkalardan yılın her mevsimi bronzluğu getiren solaryumlara…

Yazın sıcağında, uçsuz bucaksız sahillerde sere serpe uzanmak, sıcacık güneş altında boylu boyunca uzanıp, tenin güneşten kavrulana kadar güneşlenmek. Yaz sonu kavuştuğun o bronz tenle, dosta düşmana “ben de bu yaz tatilimi yaptım” mesajını vermek.

Moda haline geldiğinden bu yana bronzluk, yaz tatilleri sonrası hedeflenen nihai amaçlardandır. Tüm bir yılın yorgunluğunu, mutsuzluğunu, huzursuzluğunu bir yaz tatiliyle geride bırakabileceklerine aldananlar için tatil sonunda kavuşulan bronz bir ten, bir avuntu olmaktan öte gidememektedir.

Bronzlaşmanın Tarihi

Antik Mısır piramitlerini inşa ederken Mısır’ın kavurucu sıcağında güneşten yanıp kapkara olan köleler için sahip oldukları ya da olmak zorunda bırakıldıkları ten rengi, onlar için köleliğin simgesiydi. Rahipler sınıfı ve burjuvalar “para da, asalet de, güzellik de bizde” diyerek vücutlarını sarı bir aşıboyasıyla altın birer heykel görünümüne kavuşturduklarında, yüzyıllar sonrasını muhtemelen tahmin bile edemezlerdi.

Eski Yunan’ın soluk benizli tanrıçaları güneşten kaçan bir güzelliğin devamcısı olduğunda, bembeyaz olmak bir gereklilik, çalışmak zorunda kaldıkları için güneşten yanan kölelerle tanrılar arasındaki en büyük farktı. Beyaz hatta çoğu zaman solgun beyaz tenleriyle güzelleştiklerine inanan Yunan kadınları ve erkekleri Helenistik Dönem’de güneşten kaçmakla da yetinmeyip, zaten beyaz kalan tenlerini daha da beyazlatmak için alçı ve tebeşir gibi sayısız yöntemlere başvurmuşlardı.

Gelenek ilerleyen yüzyıllarda da bozulmamış, Ortaçağ’ın da en önemli güzellik ölçütü, güneş görmemiş solgun tenler olmuştu. Güzelliğin matematiksel formüllere bağlandığı Rönesans’ta da, cildi beyazlatmak uğruna türlü yöntemler denenmişti. Geniş kenarlı şapkalar, gündüz gezilerinde güneşten korunmak için yüzlere takılan maskeler, uzun kollu elbiseler… Solgun benizli Ortaçağ kadınları, dönem ressamlarının en gözde modelleri olmuş, güneşten kavrulmaksa tabi ki yine tarlalarda, sokaklarda, güneşin altında çalışanların payına düşmüştü.

Sanayi Devrimi’nin ardından bir kısmı fabrikalara, bir kısmı madenlere kapatılan milyonlarsa, güneşten değil ama hapsedildikleri maden ocaklarından, çalıştıkları makinenin yağından kapkara olmuş, güneş yüzü görmeye hasret bırakılmışlardı. Bazıları güneşe hasret çalışmak zorunda bırakılırken, bazıları ise “değişen dünya düzeni” ile yüzlerini güneşe dönmüşlerdi

Bronzluk İkonu Coco Chanel

20. yüzyıla gelindiğinde, her şey gibi güzellik kıstaslarında da köklü değişimler yaşandı ve yüzyıllar boyunca yoksulların, ezilenlerin, sömürülenlerin bedenlerinin kılıfı olan güneşten kavrulmuş bir ten rengi, moda tarihinde bir milat yaşadı. Şimdinin en bilinen moda şirketlerinden olan Chanel’in kurucusu Coco Chanel’in bir tatil dönüşü sergilediği güneşten kavrulmuş teni, yıllar boyu kaçılan güneşi, modanın dönüm noktası haline getirdi.

Tatil dönüşü kavuştuğu “çikolata renkli” tenini, Fransız Rivierası’ndaki yeni dükkanının açılışına denk getirmek, Cahanel için muhtemelen bir tesadüf değildi. Paris müşterilerini “bronzluk” vaadiyle çağıran Chanel’in planı tuttu ve asılarca güneşten sakınanlar, kendilerini güneşin kavurucu sıcağına teslim etti. Sanayi Devrimi’nden sonra çalışma ortamlarında yaşanan büyük değişimin de etkisi oldu bu “moda”ya. Yıllar yılı beyaz ve solgun ten renklerinin güzelliğiyle övünen burjuvalar, fabrikalara, madenlere, atölyelere hapsedilen ve dolaysıyla güneşten ve onun “yakıcılığı”ndan mahrum kalan işçiler gibi “beyaz” kalmayı hazmedemediler. Ve sömürdükleri, baskıladıkları, tükettikleri bu sınıfla aynı olmamak için, Chanel’in yarattığı akımı kolayca benimsediler. Önceleri güneşten ölesiye kaçanlar, bu kez kendilerini ölesiye bıraktılar güneş altına.

Çalışanlar Artık Bronzlaşmak İstiyor

Kötü koşullarda, uzun saatler boyunca çalışanlar, patronun baskısıyla bütün bir yılı zehir olanlar için alınacak bir nefes, bir mola olur tatil. Ve her tatilin sonunda kavuşulan bronz bir ten, o yılın avuntusu. Bütün yıl boyunca çalışıp yıllık izinleriyle güneyin en sıcak sahillerine inenlere bir ödüldür “çikolata renkli” bedenlere sahip olmak.

Patronun emri altında ezilip büzülenler, patronuyla aynı güneşin kızgınlığında kavrulduklarında unuturlar her şeyi. Hayatları boyunca asla yetinmeyip daha fazlası için didinenler, daha fazlası için çalışanlar, sahip olamadıklarını yaz sonu kavuştukları bronzluklarıyla unuturlar. Tatil bitip yeniden işbaşı olduğunda, o bronzlukla “eşitlenir” her şey.

Yaşamın hiçbir alanında “eşit olmayanlar” ve asla olamayacaklar için, koca bir yanılsamadan ibarettir bronzluk. Sosyal, ekonomik ya da kültürel hiçbir alanda aynı olamayanlar, aynı “fırsatları değerlendiremeyenler”in ortak noktasıdır. Yaşamın hiçbir alanında olamasa da en azından, “bir tatil yapabilmenin ve tatilde bronzlaşabilmenin” ortaklığından haz duyanlar için bronzluk, emirlerle, azarlarla, maaş kesintileriyle, işten atmalarla geçecek yeni bir yıla hazırlık olur yaz sonunda.

Tarlalarda, sokaklarda, inşaatlarda çalışmaya ve güneşin alnında kavrulmaya devam edenler ise asla dahil olamazlar bu “eşit”lik yanılsamasana. Çünkü “amele yanıkları”nın, sınıf atlama çabasında olup renk değiştirmeye ayak uydurmaya çalışanların yanında yeri yoktur.

Her Şeye Rağmen Hala Beyaz

Ancak bir de tüm moda akımlarına, kozmetik dayatmalara karşı hala beyaz kalmayı tercih edenler de vardır elbette. Tüm zenginlikleri ve asaletleri ile var olmaya devam eden aristokratlar için durum hala aynıdır. Ne modanın “en hit” akımları, ne güzellik algıları, ne de artık “daha çekici olmanın” önkoşullarından olan bronzluk… Her şeye rağmen saraylarından çıkmayan, güneşe yüzünü dönmeyenler, kendi beyazlıklarıyla var olmaya devam ediyorlar.

Kraliyet ailelerin beyaz tenleri, köklü aristokratların solgun benizleri… Kendileriyle “asla eşit olamayacakların” yarattığı bu akımı sahiplenmek, herhalde onlara kalacak en son şey olabilir.

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.