Lice’de Devlet Narkoterörü

Her sene televizyonlardan izlediğimiz büyük uyuşturucu operasyonlarının anlamını düşünmek, özellikle medya manipülasyonunun anlaşıldığı bu günlerde daha fazla önem taşıyor. Bir yandan kötülüklerle savaş görevini gerektiği gibi yerine getiren devlet algısı yaratılmaya çalışılırken, öte yandan halkın politizasyonunu arttıracak gerçek gündem bir kafa karışıklığı yaratılarak unutturulmaya çalışılıyor.

En son gösteri, basında bir hayli kendinden söz ettirdi. Film ve dizi oyuncularının yoğunluklu olarak gözaltına alındığı son uyuşturucu operasyonu, bir hafta sonrasında bile ana gündemlerden biri halindeydi. Gözaltına alınan oyuncuların, Taksim Direnişi’ne katıldığından dolayı gözaltına alındığı sosyal medyada çok konuşulanlardan olsa da, oyuncuların pişmanlık dolu ifadeleri basına yansıdığı aşamadan itibaren olayın “magazin” yönü daha ağır basmaya başladı.

Aslında, bu sansasyonel mağdurların polemiğinde unutturulan, uyuşturucu operasyonu sürecinin başlangıcı.

Lice’de Yaşananları Lice’yle Unutturmak

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, “kalekol” inşaatını protesto eden köylülere, askerler ateş açarak saldırınca köylülerden altısı yaralanmış ve 18 yaşındaki Medeni Yıldırım katledilmişti. Bu, devletin sözde barış sürecinde takındığı tavrın en büyük ifadelerinden biriydi. Medeni de yakın tarihte katledilen Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve Mehmet Ayvalıtaş gibi faili devlet cinayetlerden birine kurban gitmişti. Medeni’yi öldürenler de, diğerlerinde olduğu gibi devletin himayesinde aklanırken, birçok farklı ilde Medeni için bir dizi eylemlik gerçekleştirildi. Lice’de yaşanan adaletsizliğe karşı, belki bu sefer Kürdistan dışında da yoğun bir öfke oluşmuştu. Devlet terörüne karşı yaygınlaşan bu tarz bir duygu yoğunluğu ve birlikteliği, mevcut siyasal sistemi tüm farklı olasılıklarda zora sokabilir cinstendi.

Bu şekilde bir biraraya geliş, devletin beklemediği tarzda bir muhalefete sirayet ediyordu. Farklı etnisite, mezhep vb. farklılıkları politik bir ayırım mekanizması olarak kullanan devletin, Lice’den sonra bu politikası yerle bir olmuştu. Bu başarısızlık, ani bir şekilde telafi edilmeliydi, keza bu, yıllardan beri devam eden Türkleştirme politikalarının özellikle Kürdistan dışındaki bölgelerde sonu anlamına geliyordu.

Medeni ve Medenilerin katledilmesi, halkların kardeşliği sloganının devlet karşısında bir yerden somutlaşmasına vesile olmuştu. İşte tam da böyle bir ortamda, Lice’de (ki Lice’nin seçilmesi manidardır) başlatılan “uyuşturucu operasyonu şovuyla” tüm gündem kilitlendi

Devletin B Planı; Narkoterör

Devlet bu şova iyi hazırlanmıştı. Artan bu politizasyonu kırabilmek için devletin, sadece somut bir oyuna değil, aynı zamanda hazırladığı bu oyun üzerinden, birçok alanda kaybettiği meşru iktidar olma durumunu tekrar kazanmaya ihtiyacı vardı. Uyuşturucu operasyonu, ideolojik olarak devlete bu hizmeti verebilecek bir potansiyel taşıyordu.

Bir savaşa hazırlanır gibi hazırlanmıştı devlet. Diyarbakır ve Mardin jandarma özel harekat taburları, sivil jandarma komando alayı, Lice jandarma komando alayı, köy korucularından oluşan timler, skorsky helikopterler, taarruz helikopterleri, 18 kobra ve 13 kirpi tipi zırhlı araçtan oluşan bir ekip hazırlandı. Birçok televizyon kanalı, gazete vb. şovu yazmak ve hepimizin gözüne sokmak için hazırdı.

Uyuşturucu üretimi ve ticaretinde bulunan birçok kişiye eş zamanlı baskınlar düzenlenmişti. Devletin kolluk kuvvetlerinin başında bulunanlar, amacın “uyuşturucu parasıyla finansman sağlayan terörist yapılanmalara büyük bir darbe indirmek” olduğunu belirtmişti. Şovun ismi bile hazırdı; Narkoterör.

Narkoterör kavramlaştırması, sadece yaşadığımız coğrafyadaki siyasal yapılanmayı elinde bulunduranların uydurduğu bir terim değildi elbette. Narkoterör kavramı ve bununla ilgili politikaların, başka coğrafyalardaki devletlerin ilgili birimlerince kullanılıyor oluşu, TC’nin son dönemdeki operasyonlarını daha geniş bir bağlamda ele almayı zorunlu kılıyor.

Bir Devlet Politikası Olarak Uyuşturucu

Dünya üzerinde uyuşturucu üzerinden büyük finansmanın sağlandığı ve dolayısıyla bu finansmanı yaratan “illegal” grupların yoğunlaştığı yerler, uyuşturucu üretiminin yasal olarak yapılabildiği coğrafyalar. İlaç sanayisinde kullanılmak üzere gerçekleştirilen üretim, hem üretim hem de dağıtım aşamasındaki birçok “illegal” girişimle beraber farklı bir ekonomik hareketlilik alanının parçası haline geliyor.

Yasal olarak üretim yapabilecek coğrafyaların, özellikle yoksulluk ve sömürünün kendini en acımasız bir şekilde hissettirdiği alanlar olması, uyuşturucu üzerinden gelir elde etmeyi kolay kılıyor. Bu kadar kolay ve yüksek meblağlar elde edilebilecek bir alanın, küresel pazar ayağı da düşünüldüğünde yerel anlamda güçlü birkaç çetenin kontrolünde olmasının gerçekliği ortada. Bu kayıtdışı ekonomi alanları, devletlerin ve küresel sermaye gruplarının ekonomik güçlerine güç katabilecekleri, “illegal” paralarını aklayabilecekleri; tüm bunları yaparken “uyuşturucu, çeteler vb. birçok toplumsal sorunla mücadele ediyoruz” propagandasını yapabilecekleri danışıklı dövüş alanlarıdır.

En somut örnekleri görmek adına, Güney Amerika’da, uyuşturucu ticaretinin dünya yüzdesinin önemli bir bölümünü elinde barındıran devletlere bakılabilir. Bu devletlerin üst düzey yetkililerinin, bu çetelerin içerisinde önemli konumlarda bulunuyor olması, bu çetelerin aslında o kadar “illegal” olmadıklarının göstergesidir.

Kayıtdışı diye ifade edilen tüm ekonomik hareketlenmeler, devletler ve uluslararası siyasi ve ekonomik kuruluşlar tarafından olumsuzlansa da, devletlerin yoğunluklu göz yumduğu hatta kontrol ettiği ekonomik hareketlenmelerdir. Devletler ve şirketler, bugün olumsuzlanan tüm suç aktivitelerinin faili konumundadır.

TC’nin Uyuşturucu Politikası

1990’lı yıllarla beraber, özellikle Kürdistan coğrafyasında artan uyuşturucu hareketliliği, bir yandan devletle ilintili uyuşturucu çetelerinin oluşmasını sağlarken, öte yandan bölgede özellikle gençlerin politikleşmemesi için kültürel bir yozlaştırma aracı olarak uygulandı. Uyuşturucu operasyonuyla birlikte anılan Lice, 9o’lı yıllardan bu yana asker ve özel harekat timleri tarafından yakılarak boşaltılmaya çalışılan yerleşim bölgelerinden. Bu tarz baskı ve şiddet politikalarından istediği sonucu alamayan devlet, kültürel bir baskı kurmaya gitmiş; devlet terörüne karşı örgütlenecek yeni nesilleri hedef seçmiştir.

Uyuşturucu, siyasi ve ekonomik iktidar konumunda bulunan odaklar için, finans kaynağı olurken; diğer yandan toplumsal hareketlenmelerin engellenmesi için topluma aşılanmış bir virüs gibidir.

Bugün Lice’de, bu uyuşturucu üretimi yapılan alanların karakolların hemen yakınında olması ve bu kadar büyük bir ağın farkına geç varılıyor olması, TC’nin, Güney Amerika örneklerinde olduğu gibi bu ağın ne kadar içinde olduğunun görülmesi açısından önemlidir.

Yakın bir zamanda, İstanbul/Gülsuyu’nda devrimcilere karşı uyuşturucu çetelerinin başlatmış olduğu saldırılar, devletin uyuşturucu politikalarına ne kadar sıklıkla başvurduğunu görmek açısından son derece güncel ve yakın bir örnektir. Kentsel talan projelerinin uygulanması için halkın örgütlülüğünü kırmakta kullanılan uyuşturucuya karşı, Gülsuyu halkı ve devrimciler mücadele ederken; halkı silahlarla taramaya çalışan çeteler ve onları koruyan kolluk kuvvetleri bu işbirliğini gözler önüne seriyor.

Büyük uyuşturucu operasyon şovları, devletin uyuşturucu politikası devam ettikçe bitmeyecek. Uyuşturucuya karşı mücadeleye, en büyük uyuşturucu tedarikçisi ve aracısından başlamak gerek. Toplumsal yozlaşmanın, ekonomik sömürünün, siyasi baskının kökenini medya manipülasyonuna gelmeden devlette ve kapitalizmde aramak gerek.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.