“Paket Demokrasi” – Hüseyin Civan

Türkiye siyasal sistemi gittikçe garip bir hal alıyor. Bunda yeni bir siyaset tarzına uyum gösteremeyen eski siyasal yapıların büyük etkisi var. Ancak mevzu bahis “garip”liğin ortaya çıktığı durumlar, sadece bu uyuşamama sorunu değil.

Tayyip Erdoğan’ın ekonomiden sorumlu baş danışmanı Yiğit Bulut, katıldığı bir panelde “Bu ülkede gerçek bir sosyalist varsa o da Recep Tayyip Erdoğan.” demiş. Hem de bunu hükümetin “işçi haklarına duyarlılığı”, “yerleşik sermaye gruplarının menfaatlerinin karşısında duran” tavrıyla açıklamaya çalışmış. Yiğit Bulut’a taşeron sisteminin hangi hükümet eliyle ve hangi sermaye gruplarının menfaatleriyle ilintili bu coğrafyaya yerleştirildiğini sormak anlamsız. Keza Bulut’un Erdoğan ve AKP sevgisi sadece gözlerini değil, dimağını da köreltmiş. Kapitalizmin ideolojik savunucusu bu zat’ın, kalkıp sosyalistin kim olduğuna karar verecek kudreti kendinde buluyor olması daha da garip.

Bir başka garipliği de 30 Eylül’de sabah saat 11:00’de yaşadık. Uzun süredir beklenen paket açıklandı. Paket içinde sunulan demokrasinin ne olacağını bekliyordu herkes. Gazetecisinden siyaset analizcilerine, politikacısından akademisyenine paketteki demokrasinin kapsamı herkesi meraklandırmıştı. Öncesindeki yorumlar, paketle ilgili köşe yazıları… Paket üstünden çokça malzeme çıktı medyaya.

Ve paketi açtı Tayyip Erdoğan. Kendinden emin ve demokratik sorumluluğunu yerine getirmenin, Türkiye’yi muasırlaştırmanın verdiği o garip keyifli ifadesiyle…

Bir üniversiteye Hacı Bektaş Veli ismi verildi, Roman Enstitüsü kuruldu, Mor Gabriel Manastırı arazisi vakfa verildi, öğrenci andı kaldırıldı, kamuda başörtüsü yasağı kalktı, köy isimlerinin eski isimlerine dönüş için yasal engel kalktı, partilerde eş başkanlığın önü açıldı. Pakete sığdırılan demokrasi demek ki bu kadar oluyormuş. Medyada tabi ki eski sistemle kıyaslamalar üzerinden güzellemeler, güzellemeler… Bu garip demokrasiye, teşekkür eden garip insanlar olmadı değil.

Kürtçe ve seçim barajı meselesini bu garipliğin biraz dışında tartışmak gerekiyor. Aslında demokratik açılım sürecinin, devletin “Kürt sorunu” diye adlandırdığı süreçle ne kadar ilintili olduğu biliniyor. Demokratik açılım sürecinin bir devamı bu paket. Bu süreçte Kürt hareketinin en son “geri çekilmesi”nin karşılığında açıklanan bu paket, devletin “barış”tan anladığının birebir yansıması. Bu minvalde paketten çıkan, anadil meselesine ilişkin önemli bir adım değil. Kürtçe’nin, özel dershanelerde ders olarak eğitiminin yapılmasının biraz daha genişletilerek, özel okullarda da yapılacak olması “geri çekilme”nin karşılığı.

Devletin sürecin ciddiyetini anlamak istemediği aşikar. “Bunlar önemli ilk adımlardır” politikasını uzun süreden beri işleten devlet de, kıyaslamayı eski yapıyla ilişkilendirip “TC tarihinde bir ilk” değerlendirmesini yapan “paket” yanlıları da süreçte oyalama politikası işletip, süreci uzatma peşinde.

Paketin uluslararası yansımaları da, devlet sınırları dahilindeki yansımaları da olumlu. Aslında paketten hükümet istediğini aldı. Daha fazla zaman… İktidarını daha kalıcı bir hale getirmek isteyen AKP için “zaman” en gerekli olan şey.

İşler sürece yayılmışken, seçim sitemine ilişkin paket içindeki öneriler AKP iktidarının da geleceğini garanti alması anlamına geliyor. Daha demokratik bir seçim sistemi için öne sürülen dar bölge ve daraltılmış bölgeli seçim sistemlerinin her halükarda kime yarayacağı açık. Paket demokrasi yanlılarının seçim sistemine yönelik getirilmiş bu öneriyi, başkanlık sistemiyle beraber tekrar okuması gerekiyor.

Demokrasiyi pakete sığdıranlardan daha fazlası beklenemezdi normal olarak. Oyalama politikasını garip bir şekilde demokrasiyle ilişkilendirenler, siyasal iktidarın her geri adımındaki ana muhalefetin değil, toplumsal muhalefetin etkisini görmelidir. Zira demokrasi-demokrasi diye bakılması gereken, iktidarın paket içinde sunduğu temsiliyet alanları değildir. İktidar, tarihin hiçbir döneminde demokrasiyi paket içinde sunmamıştır. Demokrasi doğrudan bir şekilde, iktidara karşı mücadele edenlerin deneyimleriyle hayat bulmuştur.

 

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.