“Yeni Sürüm Grip H3N2” – Özlem Arkun

H3N2: Bu kışa damgasını vurdu

İlk duyduğumuzda bir asteroid adı ya da yeni üretilen bir otomobil markasını çağrıştıran H3N2, aslında bu kış bizi yatak döşek yatıran grip virüsüne verilen ad. Bütün bir kış bizi öksürtüp aksırtan, yatak döşek yatıran hatta kış bitse de kendi bitmeyen bu grip, domuz ve kuş gribinden sonra popüler gripler listesinde üst sıralarda yerini aldı. Şiddetli vücut ağrısı, titreme, ateş ve öksürük gibi belirtilerle ortaya çıkan bu hastalık özellikle metropollerde salgına dönüşürken, birçoğumuz aldığımız antibiyotiklere, antivirallere ve kutu kutu ilaçlara rağmen bir türlü iyileşemedik.

İyileşemedik…

İyileşemeyiz de. Çünkü bu salgında yatak döşek hastalanan çoğumuz doktora ya da eczaneye gidip ilaçlarımızı aldıktan sonra tekrar işe dönmek zorunda kaldı. “Dinlenemeden iyileşemeyeceğimiz gerçeğini” bir kenara bırakarak, “ne olursa olsun çalışmamız gerektiği gerçeği” ile yeniden iş yerlerimizde aldık soluğu. Hastalığı değil de belirtilerini ortadan kaldıran ilaçlar alarak işe gidip gelirken; metroda, otobüste, metrobüste ve iş yerinde bu salgına hepimiz teker teker ve tekrar tekrar yakalandık.

Böylesi bir döngü içinde iyileşmek zaten inanılması güç bir masal gibi. Zaten hastalıkların birini atlatsak bir diğeri başlıyor, çünkü bu sistem kendi başına hastalık üretiyor. Bu kışa damgasını vuran H3N2’nin yeni moda bir spor arabayı çağrıştırması bundandır.

Sağlık endüstrisi üretimde hız kesmiyor

Kapitalizm içindeki her endüstri gibi sağlık endüstrisi de üretimi ve sürdürülebilirliği oldukça önemser. Bu nedenle hastalığın ya da onu oluşturan koşulların ortadan kaldırılmasına değil, hastalığın devamlılığına odaklanır. Ayakta kalmak için hasta insanlara ihtiyaç duyan bu sistem, elbette sizi sağlıklı olmadığınıza inandırmak, hatta hasta etmek için bütün olanaklarını kullanacaktır.

Medya aracılığıyla tanıştığımız “yepyeni” griplerden mustarip olan bizler, son model ilaçlardan medet umar hale geliriz. Domuz gribi gider, kuş gribi gelir, grip gider, kuşlar gider, tavuklar itlaf edilir, geriye Kırım Kongo kanamalı ateşi kalır… Hastalıkların biri biter diğeri başlar, istatistiklerde kolesterol aralığı değişir kolesterol hastası oluruz, tansiyon aralığı değişir tansiyon hapı alırız. Bu da yetmez, kırışığımıza krem, kelimize merhem bulur, satar, sattırır.

İlacım olmadan asla!

İlaç tüketimi son on yılda üç katına çıktı. Özellikle psikiyatri ilaçlarının tüketimi geçtiğimiz yıl neredeyse 37 milyon kutuya ulaştı. Bu da yaklaşık 380 milyon TL’lik bir pazar oluşturuyor. İlaç endüstrisinin silahtan sonra en büyük ikinci endüstri olduğunu hesaba katarsak, basit bir ağrı için doktora gittiğimizde neden 5 farklı ilaç kutusuyla çıktığımız daha anlaşılabilir oluyor. Zaten bunları kullandığımızda yan etkilerinden dolayı “yeni bir takım” ilaç kullanacağımız da garanti.

Peki, iyileşebilecek miyiz doktor?

Hasta ve hastalık üretmek üstüne kurulu bir “sağlık endüstrisi” içinde iyileşmek bir yana, sapasağlamken çürüğe çıkmak an meselesi. Gripten kalkmak için iki üç gün yatıp dinlenmek, kuvvetli beslenmek yeterli belki ama sonu gelmeyen bir çalışma temposu içinde, bozulmayan yoğurtlarla, çekirdeği içinde filizlenen domateslerle beslenirken, metrobüs kuyruğunda beklerken ya da masa başında yarı felç bir şekilde çalışırken hayatta kalmak bile meziyet.

Durum böyleyken “bu halimize şükür en azından yarı ölüyüz” demektense bir derman bulmak gerek ama bu dermanın ilaçlarda ya da hastanelerde olmadığı aşikar. Zaten bunun reçetesi olsa da yazılmazdı.

Özlem Arkun

ö[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.