“Tecrit Öldürür Dayanışma Yaşatır” – Vahap Güler

İstanbul’dan Ankara’ya: F Tipi Mezar İstemiyoruz

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin “hasta mahpusların serbest bırakılması” talebiyle İstanbul’dan başlatıp Ankara’da sonlandırdığı “F Tipi Mezar İstemiyoruz” yürüyüşü öncesi İHD’liler, hasta mahpusların aileleri, yakınları, arkadaşları, yoldaşları, çeşitli kurumlardan desteğe gelmiş devrimciler, bu olayı haberleştirmek isteyen gazeteciler, hepimiz, Bakırköy Kadın Hapishanesi önünde toplanıyoruz. Devrimci Anarşist Faaliyet’in de destek verdiği eylem, İHD İstanbul Şubesi Cezaevleri Komisyonu üyesi Hatice Onaran’ın, hazırlanan basın açıklamasını okumasıyla başlıyor. Ardından Wernicke Korsakoff hastası tutsak Ergül Çiçekler’in ablası Fikriye Bagaç, Kemal Gömi’nin kardeşi Feyzullah Gömi, Fatma Tokmak’ın oğlu Azad Tokmak, ve Newroz Bozkurt’un annesi Türkiye Bozkurt birer konuşma yaparak hasta mahpusların durumuna dikkat çekiyor, yapılacak olan yolculuğun hasta tutsaklar için önemine bir kez daha değiniyor.

Adalılar müzik grubunun verdiği kısa dinletinin ardından yolculuğa çıkılacak aracın gelmesini bekliyoruz. Bu bekleyiş sırasında da “devrimci yürekler, yıkılacak hücreler” ve “tecrit öldürür, dayanışma yaşatır” sloganları, cezaevini çevreleyen duvarlarda yankılanarak yükseliyor. Bu sırada içeriden tutsakların da sloganlarla yanıt verdiğinin duyulması, beton duvarların dayanışmayı bölemeyeceğinin göstergesi haline geliyor.

İkinci durağımız, Metris. Burada İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, Metris’in işkencenin merkezi durumunda olduğunu ifade ediyor. Tedavinin bir hak olduğunu belirten Efe’nin, ring araçlarının birer işkence aracı olarak kullanılmasını da kabul edilemez olarak değerlendirmesinin ardından, Metris’te bulunan 21 hasta tutsağın isimlerinin okunmasıyla eylemi bitiriliyor.

Ardından Ümraniye’ye doğru harekete geçiliyor. Yine cezaevine yakın bir yerden başlanan yürüyüş, cezaevi kapısına dek sürdürülüyor. Burada yapılan açıklamaların ve tutsak bulunanların isimlerinin okunmasının ardından Gebze’ye doğru yola çıkılıyor.

Devrimci Anarşist Faaliyet, her iki cezaevi önündeki eyleme, üzerlerinde “8m2 Öldürür” ve “Duvarları Yıkmak, Özgürlüğü Yaratmaktır” yazan dövizlerle katılarak dayanışmasını sunuyor.

Gebze’ye vardığımızda yapılan basın açıklamasının ardından Gebze merkezinde bir yürüyüş gerçekleştirilerek, araçlarla Gebze Cezaevi’ne gidiliyor. Gebze Cezaevi, Azad’ın da çocukluğunu geçirdiği cezaevi. Annesi ile beraber burada uzun yıllar kalmış.

Burada sloganlar eşliğinde gerçekleştirilen yürüyüş ve basın açıklamasının ardından İzmit’e doğru yola çıkılıyor.

2. Gün

Yolumuz bu kez Kandıra Cezaevi’ne. Hemen herkesin Kandıra ile ilgili bir anısı ya da halen burada tutulan bir yakını ya da tanıdığı var. Cezaevi yolun iki tarafına yayılmış dev bir tesisi andırıyor. Eylem yapacağımız yere doğru yürüyoruz. Geçen arabalardan kimileri korna çalarak selamlıyor bizleri. Eylem gene , “Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın” yazılı pankartın açılmasıyla başlıyor.

Burası Fikriye Ana’nın kardeşinin de tutulduğu cezaevi. Aynı zamanda Azad da bir mahpusun görüşmecisi. Biz çayımızı yudumlarken onlar da görüşe gidiyor. Gelince de Bolu’ya doğru yola çıkıyoruz.

Bolu’da, cezaevi önündeki yolda yapılan basın açıklamasının ardından konuşan mahpus yakınları, devletin işkence ile hapsettiği yakınlarının tedavilerinin engellenmesinin de bir işkenceye dönüştüğünü belirttiler. En doğrudan tepkiyi anneler veriyor: “Katiller, çocuklarımızdan ne istiyorsunuz, (hapishaneye dönerek) seni yapana lanet olsun”.

Artık önümüzde Sincan var. Oraya doğru yola çıkıyoruz. Sincan’a vardığımızda, Ankara İHD’nin hazırladığı pankart en öne geçiyor, İstanbul grubu onun arkasında, yürüyüş başlıyor. Yürüyüşte, “Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın” ve ağır hasta tutsakların listesinin yazılı olduğu pankartlar açılırken, hasta mahpusların fotoğraflarının yer aldığı dövizler taşınıyor ve “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın”, “Tecrit Öldürür Dayanışma Yaşatır” sloganları atılıyor.

3. gün

Önce İHD Ankara Şubesi’ne gidiyoruz. Burada beklerken iki tane anne geliyor, ikisi de Sivas’ta çocuklarını yitirmiş. Birisi Menekşe ve Koray Kaya’nın anneleri Hüsniye Kaya, diğeri ise Serkan Doğan’ın annesi Perize Doğan. Onlar evlatlarını yitirmişler, ama başka evlatlar yitmesin diye gelmişler dayanışmaya.

Öğlen saatlerinde Konur Sokak’a doğru gidiyoruz. Çünkü burada iki gün boyunca bir imza standı açılıyor. Standın başında anneler, aileler ve İHD’liler olduğu kadar desteğe ve dayanışmaya gelenler de gün boyunca eksilmiyor.

4. gün

Bugün konukevinde kahvaltıda bir konuğumuz var. Konukevine dün gece geç saatlerde, bir önceki gün tahliye edilen Murat Ekin ve ailesi geldi. Sabah yaptığımız birlikte kahvaltı sırasında kendisini yormamayı özenle dikkat ettik.

Bugün Ulucanlar’a gidiliyor. İHD şubeleri, devletin Ulucanlar Cezaevi’ndeki devrimci tutsakları katletmesini hatırlatmak ve işkence gören devrimci tutsaklara dikkat çekmek için bir eylem yapıyor. Eylemde “Kanla Yazılan Tarih Silinmez” ve “Devletin Katliamcı Geleneği Ulucanlardan ‘F’ Tipine Devam Ediyor” pankartları açılıyor.

Yürüyüş ve eyleme katılan Temel Demirer de söz alarak devletin katliamlarından söz eden bir konuşma yapıyor. “Söze ilk defa bu devlet katildir diyerek başlıyorum. Birçok arkadaşımız, bu arkamda katledildi. Buraya utanmadan, Ulucanlar Kültür ve Sanat Merkezi denmiştir. Yalandır! Burası işkencelerin, idamların yeridir. Evet, bizler de bir gün müze yapacağız, katliamların, katil kapitalistlerin müzesini yapacağız.”

Hasta mahpus aileleri, Sakarya Caddesi’nde düzenlenen Madımak anmasına destek olmak için, Konur Sokak’taki imza standından topluca hareket ederek, sloganlar eşliğinde bir yürüyüş gerçekleştiriyor. Anma etkinliğinde söz alan Sultan Ana “Nerede bir haksızlık, nerede bir zulüm olursa biz anneler orada olacağız, çocuklarımızın yanında olacağız, bu katliamlara dur diyeceğiz, Sivaslara, Roboskilere dur diyeceğiz, Yaşasın Halkların Kardeşliği, Bıji Bratiya Gelan” diyerek bitiriyor konuşmasını.

5. Gün

Hasta mahpusların serbest bırakılması talebiyle Türkiye’nin birçok merkezinden Ankara’ya gelen aileler ve insan hakları savunucuları, Yüksel Caddesi’nde buluşuyor. Burada önde “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın” ve “Ji Girtiyê Nexweş Re Azadî” yazan pankart, arkasında hasta mahpusların isimlerinin yazdığı pankart ve hasta mahpusların fotoğraflarının olduğu dövizlerle yürüyüşe başlanıyor. “Bijî berxwedana zindanan”, “Girtiyê şoreşê rûmeta me ye”, “İçerde dışarıda hücreleri parçala”, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak” sloganları eşliğinde meclisin Dikmen kapısına kadar yürünüyor.Fikriye Bagaç

Fikriye Bagaç’ın kardeşi Ergül Çiçekler, “örgüt yöneticisi olmak” suçlamasıyla diğer 3 arkadaşıyla beraber 16 yıldır tutuklu. Hayata Dönüş operasyonu sonrası yapılan zorla müdahaleler sonucu Wernicke-Korsakoff hastası olmuş. Son 10 yılını hatırlayamıyor.

Fikriye Ana, Bolu Cezaevi önünde şunları diyor: “İçerde kardeşimle uğraşıyorlar. Senin raporların kayboldu diyorlar. Bu insanlığa sığar mı soruyorum sizlere. Devlet, hem kardeşimi aldı, tutukladı, hem de haklarını gasp ediyor. Üstelik elle taciz olayı, tecavüz olayı yaşanıyor, ama bunlar da dikkate alınmıyor. İnsanın insan hakları var. Ben isyan ediyorum. Etmeyeni de ayıplıyorum.”

Sultan Ana (Türkiye Bozkurt)

Gebze’de tutulan kızı Newroz Bozkurt için yollara düşen Sultan Ana “Bu devlet çocuklarımızdan ne istiyor?” diyor ve ekliyor “Eğer Erdoğan ve Emine yerimizde olsaydı ne yapardı? Çok merak ediyorum. Bizim hiçbir günahımız yok. Tek günahımız Kürt olmamızdır. Artık Türk halkı da bizi anlasın”.

Gülmez Ana (Selvi Gülmez)

Selvi Gülmez’in kızlarından biri 1996 yılındaki ölüm orucuna katılmış. Diğer kızı Nergiz Gülmez ise, 2000 yılındaki ölüm orucuna katılmış, ancak bedeni daha fazla direnemeyince 11 Nisan 2001 günü yaşamını yitirmiş. Gülmez Ana, buna rağmen direngenliğinden bir şey kaybetmemiş, üstelik daha da bilenerek düşmüş şimdi de Tekirdağ 1 No’lu Cezaevi’nde tutulan oğlu Ali Gülmez’in serbest kalması için yollara. Aslında tüm mahpuslar için adalet arıyor, çünkü hepsi de benim çocuklarım diyor. “Kuvvetim oldukça devam edeceğim” diyor. Söylediği hüzünlü ezgilerle, acısından çok öfkesini belli etmek istiyor gibi hep en önde. Çünkü polislerle, askerlerle, jandarmalarla, gardiyanlarla kavgalı. Devletle kavgalı. Devletten hiçbir şey beklemediklerini, sadece çocuklarını yanlarında görmek istediklerini ifade ediyor.

Mahmut Arslan

Mahmut Arslan’ın babası İsmail Arslan, Mardin’deki bir patlama olayından dolayı 49 yaşında cezaevine girmiş. Cezası müebbet. Trabzon’daki cezaevinde iken solunumla ilgili ciddi rahatsızlıklar yaşayınca tahliye edilmek yerine önce Kandıra 2. No’lu F Tipi’ne, buradan da Metris R Tipi Cezaevi’ne sevk edilmiş. Burada durumu daha da ağırlaşınca İstanbul Kartal Yavuz Selim Hastanesi’ne gönderilmiş, buradayken İHD’nin yoğun çabaları sonucu cezası 6 ay ertelenerek tahliye edilmiş. Ama Mahmut Arslan, babasının 22 yıl mahpusluktan sonra neredeyse ölüm döşeğinde tahliye edilmesine sevinemiyor. “Şimdi babamı almış olsak ne olacak, almamış olsak ne olacak. Yarın onu toprağa yollayacağız. Babam can çekişiyor.” diyor ve ekliyor “Babam gibi daha nice insan, hukuksuz olarak dört duvar arkasında. Böyle bir devlet olmaz olsun.”

Feyzullah Gömi

İdama mahkûm edilen, sonradan cezası müebbet hapse çevrilen Kemal Gömi, 1993 yılından beri mahpus. O da Hayata Dönüş’ten sonra F tipi cezaevine alınan ve tecrit işkencesine maruz bırakılan tutsaklardan biri. Bundan dolayı psikolojisi bozulan Kemal Gömi’ye şizofreni tanısı konmasına, Adli Tıp Kurumu’nun hakkında cezaevi koşullarında yaşayamaz diye rapor hazırlamasına rağmen hala tahliye edilmiş değil. Feyzullah Gömi, kardeşinin sağlığının cezaevinde bozulduğuna dikkat çekiyor, artık çevresinin farkında olamadığını, hapishaneyi evi zannetmeye başladığını söylüyor.

Azad Tokmak

Azad Tokmak, 2,5 yaşındayken annesi Fatma Tokmak ile birlikte gözaltına alındı. Götürüldükleri İstanbul Terörle Mücadele’de her ikisine de ağır işkence uygulandı. 15 gün sonra Fatma Tokmak tutuklanarak Gebze Cezaevi’ne gönderildi ama Azad ilk önce Çocuk Esirgeme Kurumu’na, ardından Fatma Tokmak’ın avukatı Eren Keskin’in yoğun çabaları sonucu annesinin yanına, Gebze’ye gönderildi.

Fatma Tokmak’ın, gördüğü işkenceler ve hapishane koşullarından kaynaklı ağır kalp hastalığına yakalanması üzerine 2006 yılında tahliye edilmesiyle beraber, Azad da çocukluğunun geçtiği Gebze Cezaevi’nden “tahliye oldu”.

Ne var ki Yargıtay, Fatma Tokmak’ın cezasını onayınca annesiyle yolları ayrıldı. Fatma Tokmak şimdi Bakırköy Kadın Cezaevi’nde. Azad ise haftalık görüşmeler dışında göremiyor annesini. Ama bu bile devleti rahatsız etmiş olmalı, anne ile çocuğunun görüşmesi, örgütten haber taşıyor olarak değerlendirilmiş. Şimdi Azad’ın “örgüt kuryeliği”nden açılmış bir davası var, tutuksuz yargılandığı.

Azad “çocukken cezaevi eğlenceli geliyordu” diyor. “Ama şimdi hiç de öyle değil”.

Çünkü annesinin ağır kalp hastalığı ile ilgili hastaneden aldığı raporunun olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu’nun bunu dikkate almamış. Üstelik Adli Tıp, 9 kere alınan raporun 9’unu da “kaybettik” bahanesiyle işleme koymamış.

Şimdi Azad yalnızca annesi için değil hasta olsun olmasın bütün mahpuslar için sokakta, cezaevi önünde, eylemde. Çünkü duvarların ne anlama geldiğini iyi biliyor.

Annesiyle beraber kaldığında görüş günleri ziyaretçilerin tarafına geçtiğini anımsıyor Azad. Annesi onu karşı tarafta görünce şaşırıp soruyormuş, Azad, ne yapıyorsun orada diye. Azad bunu yapma nedenini annesini bir de oradan görmek, bir de oradan nasılsın anne demek olarak açıklayınca annesinin zaten sen hep benim yanımda değil misin diye cevap verdiğini ve yanına çağırdığını hatırlıyor Azad.

Cezaevinde adli mahpusların da çocukları olduğunu, ama onlarla pek oynama fırsatı olmadığını, ancak onları içtimalarda görebildiğini söylüyor Azad. Ve annesinin kendisinden yumurta kutularında toprak istediğini. Havalandırmayı çiçeklerle bezeyen kadın mahpusların toprak ihtiyacını büyük oranda küçük Azad sağlıyormuş anlaşılan. Eğer yakalanırsa da ağlamasını tembih etmişler mahpuslar. Azad da yakalanınca da başlıyormuş ağlamaya. Gardiyanlar “Tamam, git” deseler de ağlamayı sürdürüyormuş. Azad’ın anlatırken havalandırmadan bahçe diye söz etmesi, taşınan toprak miktarı konusunda bir fikir verebilir.

Ama Azad’ın en çok işe yaradığı şey koğuştan koğuşa küçük notlar taşımak oluyormuş. Annesi bunun için eşofmanının iç tarafına küçük cepler dikmiş. Bu ceplere konan küçük notlar sayesinde mahpuslar birbirleriyle iletişim kurabilmiş. Hatta bir protesto eylemi de buradan organize edilmiş. Ama son anda Necla ismindeki bir gardiyanın eşofmandan habersiz Azad’ın ağzını arayarak “Annenle konuştuk, artık o notları önce biz okuyacağız” demesi üzerine boş bulunan Azad, gülümseyerek, eşofmanını indirdiğini anlatıyor. Necla Gardiyan’ın şaşkın bakışları da hiç gözünün önünden gitmiyor. Bu küçük aksiliğe rağmen eylemin gene de yapılmış olmasından dolayı içi rahat. Aynı anda bütün mahpuslar camları kırarak seslerini yükseltmişler.

Annesini de, birlikte iyi vakit geçirdiği bir başka mahpus Dilek ablasını da özlüyor. Ama artık içeri girmek değil, onların dışarı çıkmalarını istiyor. Kendi hesabına göre annesi 2032 yılında çıkacak, yani 37 yaşına geldiğinde. Ama cumhurbaşkanının af yetkisini kullansa bu sürenin daha öne alınabileceğini söylediğinde ise annesinin yanıtı netmiş. Devletten af dileyecek bir şey yapmadım ki diyormuş.

Vahap Güler

İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu Üyesi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.