“Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz

Meydan Gazetesi- Devletin Yalanı Nükleerin reklamı

Reklamlaar!

Günümüzde şirketleri ayakta tutan ve varlığını sürdürmesini sağlayan yegane şey reklamdır. Bir ürünün reklam süreci, ürünü çekici hale getirme çabalarıyla başlar ve onun görsel olarak bize sunulmasıyla devam eder. Reklamın son aşaması ise, “tüketici”lerin artık o ürünün reklamını yapıyor hale gelmesidir.

Peki bir reklam niçin yapılır? Benzeri ürünlerle rekabeti sağlamak, tanıtım yapmak, insanları tüketime teşvik etmek gibi bilindik nedenleri saymazsak, bir reklam yalan söylemek için yapılır! O yüzden, reklamı yapılmış hiç bir dondurma gerçeğine benzemez. Reklamda gösterilen hiç bir otomobil, orada göründüğü kadar parlak olmaz ve ne yazık ki “tüketici”ler mevzu bahis arabayı aldıktan sonra, o reklamlardaki insanlar kadar mutlu olamaz. Böylesine bir hayal kırıklığı, “tüketici”lerin fıtratında vardır. Böylesine alçakça yalan söyleme yeteneği de, yalnızca ve yalnızca kapitalizmde vardır.

Devletin Reklamları

Bu yalan söyleme konusunda en az kapitalizm kadar becerikli bir “şey” daha vardır; kapitalizmin büyük iş ortağı olan devletin ta kendisi. Çoğu zaman, bildiğimiz anlamda bir reklama ihtiyaç duymaz. Boyalı basındaki kalemşorleri, iki yüzlü politikacıları ve ana haber bültenleri yoluyla yalanını yayar ve yaptıklarını toplum içerisinde meşrulaştırır. Mesela 40 yıl boyunca katlettiği bir halkı topyekûn “terörist” ilan edebilir ya da herkesin gözü önünde çaldığı paraları, yukarıda saydığımız kanallar vasıtası ile “çalmadığını” söyleyebilir. Yazık ki insanlar buna inanabilir de.

 Gerçekler ya da Çernobil’den Kalanlar!
Nükleer denemeleri, nükleer silahları, diğer bir çok “nükleer kaza”yı bir kenara bırakıp sadece Çernobil Katliamı’na bakacak olursak; nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu, efendilerin bu topraklardaki tüm canlıları nasıl göz göre göre ölüme götürdüğünü anlayabiliriz.


Ukrayna’da 18.000 km2’lik tarım arazisi kullanılamaz hale geldi. Çevredeki ormanlarının %40’ı kirlendi. Katliamdan, en az 600 milyon insan etkilendi. Hatta katliamdan bir kaç gün sonra, Çernobil’den 2726 km uzaklıktaki İngiltere’nin Galler kasabasında bile yüksek oranda radyasyon tespit edildi. Hayvanların otlaklara girmesi yasaklandı. En çok etkilenenler ise “likidatörler” (zorunlu gönüllüler) idi. Bunlardan 112.000’i yaşamını yitirirken, geri kalanların hemen hemen hepsi kanser, yüksek tansiyon, mide ve bağırsak hastalıklarına yakalandı ve halen yakalanıyor! Çernobil’de yaşanan katliamda 49 bin nüfuslu Pripiat’ın boşatılması tam 30 saat sürdü, bölge hayalet şehre dönüştü ve bunun en az 900 yıl daha süreceği düşünülüyor. Çok sayıda insan, hemen ilk saatler içinde yüksek dozda radyoaktif iyodine maruz kaldı. Bu yayılımın neden olduğu en önemli sağlık sorunlarından biri, çocukluk çağı tiroit kanserleri. Katliamdan bir kaç ay sonra radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklarda, yüksek radyasyon tespit edildi. Bununla birlikte, 2002 yılına kadar 4000’den fazla tiroit kanseri teşhis edildi.


Binlerce canlı kansere yakalandı ve hayatını kaybetti. Yeni doğan canlıların çoğu ya kanser ya da sakat olarak doğdu. Ayrıca, 2056 yılına kadar Çernobil katliamı kaynaklı 240.000 kişinin daha kansere yakalanacağı tahmin ediliyor.


Yaşadığımız topraklarda da, özellikle Karadeniz Bölgesi’nin, bu katliamdan etkilendiği biliniyor. Patlamadan sonra ciddi bir artış gösteren kanser vakaları, bölge insanının halen en büyük problemlerinden biri. 


Hatta inanmakla kalmaz; artık o halkın “terörist” olduğunu ya da devlet erkanının hırsız olmadığını savunmaya, bunu meşrulaştırmaya da başlayabilir.

Geçtiğimiz günlerde devlet, pek de alışkın olmadığımız bir şekilde, yeni projelerinden birinin reklamını yapmaya başladı. Akkuyu Nükleer Santrali’nin! Peki bir devlet neden ortaya koyduğu projenin reklamını yapmaya ihtiyaç duyar. Cevap basit! Çünkü yalan söylüyordur! Çünkü gün gibi ortada olan gerçekleri örtmek gibi bir kaygısı vardır! Çünkü nükleer santrallerin ve nükleer çalışmaların canlı yaşamına etkisi bu kadar barizken, yaşanan “kaza”ların sonuçları böylesine belirginken, bunu insanlara yutturmanın tek yolu yalan söylemektir.

Cengiz İnşaat

Akkuyu Nükleer Santrali’nin, deniz hidroteknik yapılarının projesi ve inşası ihalesini ise hükümete yakınlığı ile bilinen Cengiz İnşaat isimli şirket aldı. Şirket, tıpkı Kolin ve Limak gibi bu topraklarda son dönemlerde yaşanan iş cinayetleriyle ve tartışmalı enerji ihaleleri ile sık sık adından söz ettiriyor. 2012 yılında 5 işçinin katledildiği Eti-Bakır işletmelerinin sahibi olan Cengiz İnşaat, aynı zamanda Adana Kozan’da yaptırdığı barajın kapaklarının açılması sonucunda bir çok işçinin ölümüne neden olmuştu. Adı bir çok yolsuzlukla anılan şirket, 3. havalimanı projesinin ortaklarından biri olarak da anılıyor. Ayrıca şirket, son dönemde her yerde mantar gibi türeyen bir çok barajın da sahibi. Bununla beraber, inşaat ve enerji alanında devletin önemli ortaklarından biri olarak lanse edilen Cengiz İnşaat’ın sahibi Mehmet Cengiz, 22 Aralık’ta ortaya çıkan tapelerde halka sarfettiği sinkaflı küfürlerle gündeme gelmişti!

“İlerleme” ve Kalkınma Fetişizminin Ardına Saklananlar

Elbette yalan söylemenin de bir yolu yordamı vardır; her yerde her yalan tutmaz. Genelde enerji meselesinde kullanılan yalan ise “gelişme” ve “kalkınma” ya da “enerjide dışa bağımlılığa son” yalanlarıdır. Bu reklam filminde de, yine aynı şey karşımıza çıkar. Filmin içinde 8 defa “daha” kelimesini geçiren efendiler, kendi bencil-rekabetçi algılarıyla “ileri”, “güçlü”, “üretim”, “yükselmek” gibi kavramları kullanarak; ne kadar çok çalışır, ne kadar çok üretim yaparsak o kadar gelişeceğimizi, o kadar kalkınacağımızı söyler. Ama bu kalkınmanın bize ne getireceğinden bahsetmez ya da bugüne kadar ileriye doğru atılan her adımın biz yoksullar için “geriye” doğru atılmış bir adım olduğundan bahsetmez! Ne Çernobil’in adını ağzına alır, ne Fukuşima’dan bahseder. Ne zenginler kalkınsın diye yerin binlerce metre altında katledilen 301 madenciden, ne de bizleri mahallerimizden atıp yerimize diktikleri rezidansların inşaatlarında ölen işçilerden bahseder. Ayrıca bize “enerjide dışa bağımlılığa son” naraları atanların asıl amacının “enerji sorununu” (sanki varmış gibi) çözmek değil; akıllara durgunluk verecek bir üretimle başka topraklardaki insanların enerjide dışa bağımlı hale gelmesini sağlamaktır.

Nihayetinde nükleer ne kadar ölümcülse, bunun meşruluğu için yapılan propagandalar ve reklamlar o kadar yalancıdır. Ve ne yazık ki bu yalanlara kanmak, basit bir reklamın yalanlarına kanmanın yarattığı hayal kırıklığından daha ağır olacaktır; yeni bir nükleer felaket gibi!

Büşra Cengiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.