Trenleri Durduran Adam – Kasım Güner Yavuz

Ali Kitapci 3

Katliamın üzerinden bir hafta geçti. Bombadan birkaç adımla kurtulmuş “şanslılardan” biri olarak bu yazıyı yazma gücünü yeni buluyorum kendimde. Amacım 15 yıldır dostum, yoldaşım olan Ali Kitapçı’nın anısının silinip gitmesini engellemek. Onu insan yanıyla, bilinen kadar bilinmeyen yanlarıyla zihinlere kazıma. Saldırıda kaybettiğimiz herkesin ve o artık hepimizin hikâyesi olan hikâyeye bir paragraf daha eklemek niyetim. Onları unutturmamak, üç adım gerimizde durup bedenlerini bize siper ederek bize “hala yaşıyor olma” sorumluluğu veren arkadaşlarımıza vefa borcumuzdur…

Hayat insanları değişik kişilerle ve durumlarla karşılaştırır. Yaşamı yaşanabilir kılan da muhtemelen budur. Ali tanıyabileceğiniz en garip devrimcidir. Onu tanımak, yaşamı daha yaşanabilir kılan ayrıntılardan biriydi benim için. Garipti Ali ve hayatı da garipliğini daha da garip kılmak için özel çaba harcamıştı sanki. Ölümü de bunu doğruluyor aslında.

80 öncesinin MLSPB militanı. Diyarbakır’a gidip devrim için hazırlanır. Örgüt evi maceraları akla zarardır. Sevdiği ama bir türlü kavuşamadığı kızı kaçırıp hücre evine getiren bir militan yüzünden deşifre olmamış evlerinin önü, polislerle dolar. Çünkü kız, komiser kızıdır. İçeri misafir olarak aldıkları komisere renk vermeden olayı çözmeye çalışmaları akla zarardır. O dönemden tanıdığı Hasan’ı hala çok severdi. Hasan’ın yoğurt yiyişini, her yoğurt gördüğünde anlatırdı. Serdar’dan, Tamer Arda’dan ve diğer yoldaşlarından bahsederken gözleri dolardı hep. Şimdi Ali’den, O’ndan bahsederken bizlerin gözlerinin dolması gibi…

Sonra cezaevi yılları… İmralı’da yatmıştır Ali. Yılmaz Güney’i buradan tanır, buradan sever. Darbeden sonra yurtdışına çıkış… Yurtdışı derken gene gariptir Ali. “Gide gide Fas’a gittim” derdi. Fas maceraları daha gariptir. Orada aç kalması, işsizliği, yapacak bir şeyinin olmaması. Yoksulluktan ve evsizlikten ötürü kendiyle beraber olan arkadaşı ile bir seks işçisinin yanında eve çıkar. Evin kullanım saatlerini paylaşırlar. Ali’ler sabaha kadar evde kalırlar, kadın akşama kadar. Sabah olunca Aliler evden çıkar, işten dönen kadın, akşama kadar uyurken Ali’ler boş boş sokakları arşınlar. Bir gün ev arkadaşları evde bir misafirinin bir süre onunla kalacağını söyler. Mecbur tamam derler. Artık evde başka bir erkek gece gündüz orada kalmaktadır. Bir süre sonra evleri basılır. Baskın çok ciddidir. Sorguda evdeki “misafirlerinin” o dönem aranan Polisario örgütünün üst düzey yöneticisi olduklarını öğrenirler. Polisin kafası karışmıştır. Evde bir “fahişe”, bir gerilla ve iki Türk “teröristinin” ne aradığını çözmeye çalışırlar. Çözemezler.

Sonra İngiltere günleri başlar. Bir fabrikada işe girer. Araba boyar. İngiltere’deki tarihi madenci grevlerinin başladığı dönemdir. Ali’nin hayatının en büyük dönüm noktası budur. Fabrikada olan Anarko-Sendikalist bir örgütlenme vardır. İlk önce Ali uzak durur onlardan. Ta ki grevler kendi fabrikalarına sıçrayana kadar. Fabrika işgali başlar. Ali de işgale katılır. Fabrika basılır, baskın sırasında kaçmaya hazırlanan Ali anarşist sendikacıların sevinçlerini görür. Durur. Sevinen işçiler yeteri kadar polis fabrikaya girince kapıyı kapatırlar ve büyük bir coşkuyla “anarşinin gücünü gösterirler”. Ali o an karar verir ve anarşistler tarafından davet edildiği toplantılara gitmeye, onların komününde yaşamaya başlar.

Sonra memlekete döner Ali. 80 sonrası cezaevleri boşalırken, daha çok eski yoldaşları ile tartışma süreci içindedir. Kara dergisinin çalışanlarındandır. Özgür-Tekstil adlı anarko-sendikalist bir tekstil sendikası kurmaya çalışırlar… Övünerek diğer siyasetlere toplantı yeri verdiklerinden bahsederdi. Sendika derken şimdikiler gibi lüks, bol ağalı bir sendika değil. Kadınların gün yaptığı, dolma pişirip yedikleri, ailelerin çoluk çocuk gidip geldikleri bir sendika… 89 bir Mayısında küçük bir grup anarşist olarak Taksim eylemine katılırlar. Mehmet Akif Dalcı’yı evvelinden tanır, anlatırken hüzünlenirdi. TCDD de işe başladıktan sonra memur sendikalarının aktif katılımcısı oldu. Ülkenin politik hayatında hiçbir karşılığı olmayan anarşizmi, politik bir alternatif haline getirmeye çalıştı hep. Sendikasında başkaca anarşistler olmaya başladı. Eylemlerde sendika bayrağı ile birlikte kara bayrak olurdu çoğu zaman. Mübalağa değil, adı bilinmeyen tren istasyonlarında anarşistim diyen emekçiler varsa bu Ali’nin sayesinde oldu.

Demiryolu grevlerinde Ali’nin keyfine diyecek yoktu. Ali’nin ne “delilik” yapacağını bilemeyen polis de demiryolu yönetimi de sürekli gözlerdi onu. Artık bir yerleri mi kilitler, raylara mı yatar, makinistleri mi kenara çeker bilinmez, ama mutlaka o tren dururdu. Kaç kez alıp götürdü yanında bizi de. “Madem anarşistsiniz, geleceksiniz” derdi. Sayesinde hareket eden trenin önüne atlamışlığımız vardır.

Hayatı sendika ve anarşizm üzerine kuruluydu hep. Hangi eylem olursa olsun, iş ne kadar ciddi olursa olsun, o hep eğlenirdi. Canı sıkıldığında polislere parmak işareti ile selam yollayıp gece gece evinden alınmışlığı vardı. Sorsan, can sıkıntısı kötü derdi. Evde, işte, telefonda hep sendika, grev, eylem konuşurdu. Oğlu “Artun Siyah” okula başladığında öğretmenin sorduğu baban ne iş yapıyor sorusuna ”babam trenleri durduruyor öğretmenim” cevabı bu yüzdendi.

Onun tarifi ile anarşizm, anarşistlerin ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı örgütlenmeleriyle oluşan damlacıkların yan yana gelip büyük seller oluşturmasıydı. Bu yüzden anarşistler arasında birliktelikler kurmak, onun ilk göreviydi. Siyaseten ortaklaşmasa da tüm anarşistlere elinden gelen desteği sunardı. Kimsenin fark etmediği bir konu bulmuşsa orada ısrarla bıktırana kadar kalırdı. Eylemden bir gün önce, Suruç benzeri saldırıların olabileceği, güvenliği artırmak gerektiği söylediğinde ona gülenlere inat ısrarla bunu anlatıp dursa da bir şey yapamamıştı.

Oğlu için planları vardı, yarım kaldı. Anarşizm için planları vardı, yarım kaldı…

Ali gittikten sonra aslında hepimiz yarım kaldık.

Bizim için “tam” olmak, “tamam” olmak devrim demekse, bugün Ali’yi ve yokluğuyla bizi eksilten yoldaşlarımızı mücadelemizi devam ettirerek onurlandıracağız.

Hiç vazgeçmeden!

Kasım Güner Yavuz

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.