Bizi Yok Sayanlar Bizden Korksun

Meydan Gazetesi- Bizi Yok Sayanlar Bizden Korksun

 

Kadına yönelik şiddet artarak sürerken, kadınların kıstırılmak istendikleri şiddet sarmalına karşı mücadelesi de devam ediyor. Geride bıraktığımız 25 Kasım’da, Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde, “tacizciler, tecavüzcüler, çeteler ve devlet Bizden Korksun” diyerek sokaklara çıkan Anarşist Kadınlar ile, kadına yönelik şiddeti, bu şiddete karşı mücadeleyi ve “erk”in egemenliğine karşı sürdürdükleri mücadelelerini konuştuk.

25 Kasım’ın Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmesinin tarihinde olan Mirabel Kardeşler’in katledilmelerinden bu yana 55 yıl geçti. Bir 25 Kasım’ı daha geride bırakmışken, o günden bugüne nelerin değiştiğini ya da nelerin değişmeden kaldığını söyleyebiliriz?

Mirabel Kardeşler, Dominik Cumhuriyeti’nde cunta faşizmine karşı mücadele ettikleri, korkmadıkları ve tüm kadınları korkmamaya çağırdıkları için katledilmişlerdi. Görüyoruz ki, 55 yıldan bu yana dünyanın neresinde olursa olsun faşist iktidarlar kadına yönelik saldırılarını aynı şekilde devam ettiriyorlar. Kadınlar, yaşadığımız toprakların da bir parçası olduğu Ortadoğu coğrafyasının birçok noktasında, savaşlarda katlediliyor, tecavüzlere maruz kalıyor, köle olarak pazarlanıyor. T.C. Devleti de, kadına yönelik bu sistematik şiddetin örgütleyicisi ve körükleyicisi pozisyonuyla; kontra gerilla birlikleriyle, çeteleriyle ve doğrudan kendi kolluklarıyla kadınları katlediyor. Katledilen kadınların cenazeleri, devletin bir “güç göstergesi” olarak çırılçıplak teşhir ediliyor, sokaklarda sürükleniyor. Devletin kadına yönelik uyguladığı sistematik şiddet politikası, elbette ki savaş ortamının dışında da, erkek egemen kültürün var olduğu hemen her alanda yeniden ve kesintisiz biçimde tezahür ediyor. Militarizm, “sivil” hayatta da, hemen her yerde kadına yönelik şiddetin sürekli olarak açığa çıkmasına sebep oluyor.

Kadınlar, bahaneleri farklı olan birçok erkek, babaları, abileri, sevgilileri, eşleri ya da hiç tanımadığı erkekler tarafından katlediliyor. Yalnızca geride bıraktığımız Kasım ayı içerinde, 25 kadın kardeşimiz, erkekler tarafından katledildi. Neden ya da ne şekilde olduğu fark etmeksizin, bu saldırıların ve cinayetlerin tümü, devletin ve onun militarist kültürünün sürdürücüsü ve aynı zamanda da erk’in koruyucusu olan hukuk sisteminin bir sonucudur.

Aslında, Mirabel Kardeşler’in katledilmesinden bu yana kadına yönelik şiddetin uygulayıcısında da, bu şiddetin meşrulaştırıcısında da bir değişiklik olmadı. Ama kadınlar, on yıllar öncesinde de olduğu gibi, tacizlere, tecavüzlere, cinayetlere ve şiddetin türlü biçimlerine karşı direnmeyi sürdürdü.

Peki, geride bıraktığımız 25 Kasım’da neler oldu?

Var olan çok yönlü ve sistematik şiddetin karşısında, elbette ki çok yönlü ve örgütlü bir mücadele yürütmek gerekiyor. Biz de bu süreçte yaşamlarımıza her alanda saldıran devlete; onun kolluk kuvvetlerine; namus-töre-ahlak gibi, kadını her daim yok olmaya mahkum eden tüm kavramlara “bizden korksun” diyerek çıktık yola. Bu sloganla birlikte, kadın kadına hazırladığımız ve “Bizden Korksun” ismini verdiğimiz bir kadın neşriyatı çıkardık. Devlet baskısının böylesine yoğunlaştığı bir süreçte, sokaklara çıkarak kendi düşüncelerimizi somutlaştırmayı ve diğer kadınlarla paylaşmayı önemsedik. Bu sebeple, Kadıköy’de, Kartal’da, Taksim’de ve İstanbul’un birçok farklı noktasında sokaklara çıkarak, Bizden Korksun’u birçok kadına ulaştırdık. Evlerinde iş yerlerinde ya da yaşamlarının farklı alanlarında erk’in şiddetiyle baskılanmak isteyen kadınlara ulaşarak, hep birlikte mücadele çağrımızı yükselttik.

Aynı zamanda, özellike son süreçte üniversitelerde yaşanan tacizlere karşı, “özel güvenlik, rektör, tacizci bizden korksun” diyerek, aralarında İstanbul ve Boğaziçi’nin de bulunduğu üniversitelerde stantlar açtık. Üniversitelerde yaşanan tacizlere karşı Boğaziçi Üniversitesi’nden kadınlarla, üniversitenin bulunduğu Hisarüstü Mahallesi’nde düzenlenen bir yürüyüşe katıldık, İstanbul Üniversitesi’nden kadınlarla bir gece yürüyüşü düzenledik.

Bu yoğun sürecin son gününde yani 25 Kasım’da ise Anarşist Kadınlar olarak, Taksim’de düzenlenen gece yürüyüşüne katılım gösterdik. Tünel’den başlayarak Galatasaray Meydanı’na kadar süren bu yürüyüşte, “Namus, Devlet, Tacizci, Çeteler… Bizden Korksun” diyerek, bütün kadınları mücadeleye çağırdık.

Sistematik bir saldırı ve bunun karşısında örgütlü mücadele dediniz. Bunu biraz daha detaylandırır mısınız?

Erkek egemen kültürün kadına yönelik saldırısı çoğu zaman taciz, tecavüz ve cinayetlerle medyada yer buluyor ve şiddet yalnızca bu şekilde “görünür oluyor”. Oysa kadına yönelik şiddet, bazen mobbing, bazen ev içi emeğin hiçleştirilmesi, bazen kimliğinin annelik rolüne sıkıştırılması, bazen toplumdan dışlanma yada zorla evlendirilme, azarlanma, aşağılanma, yani kısacası hayatın her alanında ezilme olarak açığa çıkıyor.

Bizden Korksun neşriyatında, “bizler ezilenleriz, iş yerinde patrondan, okulda müdürden, evde babadan, abiden kocadan, sokakta devletten, polisten, askerden kısacası yaşamın her alanında erk(ek)ten şiddet gören, hiçleştirilenleriz.” demiştik. Bahsettiğimiz bu saldırıların tamamı, kaçınılmaz olarak çok yönlü bir direnişi gerektiriyor. Bizler de mücadelemizi her gün, her an, yaşamın her alanında görünür kılmalıyız. Bu nedenle, hazırladığımız neşriyatta da direnişin birçok yöntemine, birçok farklı başlıkta değindik. Karşılaşabileceğimiz fiziksel saldırılara karşı “Erkeğe Karşı Korkutan Yöntemler” başlığı altında biber gazı, eletroşok cihazı, çimdik, yumruk tekme gibi şiddete karşı pratik yöntemlere yer verirken; diğer bir yazımızda da hayatlarımıza saldıran militarizmin kadın düşmanlığını gün be gün nasıl ürettiğini yazdık. Kadınları savaşın karşısında, yaşamı savunmaya çağırdık. Ve elbette dayanışmanın, örgütlülüğünün, “benlerden biz olma”nın ve yan yana durmanın aslında hepimiz ve her birimiz için özgürlük olduğunu vurguladık. Çünkü Bizden Korksun’da da vurguladığımız gibi; “Bizi biz yapan, bizleri birer birer sindiren; sindiremedikçe katleden bu sisteme karşı, sürekli körüklenen öfkemiz ve isyanımızdır. Bizler; bu toprakların kadınları, kimi zaman aynı dili konuşmasa da her zaman birbirinin dilinden anlayan kadınlar, bizler biliyoruz ki biz bir araya geldiğimizde, korkulacak olanlarız. Ve bizler bir araya geldiğimizde hiç bir güç karşımızda duramayacak.”

Bizden Korksun’u 25 Kasım öncesinde edinemeyen ancak ulaşmak isteyen kadınlar, neşriyatınıza nasıl ulaşabilir?

Bizden Korksun’a ulaşmak isteyen ancak İstanbul dışında yaşayan kadınlar, sosyal medya hesaplarımız üzerinden bizimle doğrudan iletişime geçebilir ve neşriyatı edinebilir. İstanbul’da yaşayan arkadaşlarımız ise Kadıköy ve Taksim’de bulunan 26A Kafe’den Bizden Korksun’a ulaşabilir.

Kadınlar şiddete karşı mücadeleyi sürdürüyorken, bir yandan taciz, tecavüz, cinayet ve bütünüyle kadına yönelik şiddet de devam ediyor. Medya ise yaşanan kadın cinayetlerinin birçoğunu “namus” ya da “cinnet” gibi bahanelerle meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Yaşanan bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

“Erk”in yanında duran erkek medya zaten her zaman kadına yönelik saldırgan bir dil takınmış, kadınları aşağılamış ve suçlamıştır. Hemen her gün okumak zorunda bırakıldığımız haberlerde “namus cinayeti”, “cinnet geçiren baba”, “tek başına yaşayan bir kadın” ya da “erkek arkadaşının evine giden genç kız” denilerek, erkeğin cinayeti normalleştirilmeye ve kadına yönelik uygulanan sistematik şiddet meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Medya bu cinayetleri normalleştirdikçe, kadınların üzerindeki baskı da artıyor. Bu baskı, kadınların herhangi bir saldırıya uğradıklarında korkarak, suçu önce kendilerinde aramaları gerektiğinin öğreticisi oluyor. Bu nedenle, özellikle tanıdıkları kimseler tarafından tacize ve tecavüze maruz kalan kadınlar, kendi çevrelerinde, suçlu ya da hatalı bulunmaktan korktuğu için, yaşadıklarını dillendiremiyor bile.

Bu saldırıların bir başka sürdürücüsü ise elbette erkek adalet. Kadınlar aşırı sevgi, mini etek giyme, eve geç gelme, erkek arkadaşıyla birlikte olma gibi bahanelerle katlediliyor; bir de suçlu olarak gösteriliyor. İşlenen bu cinayetlerin ardından, devletin hukuk mekanizması ve bu bağlamda tahrik indirimleri, katillerin iyi halleri, bu cinayetleri “normalmiş gibi” gösteriyor. Maruz kaldığımız saldırıların bütünü, “erk”ek algı tarafından örgütlü bir şekilde gerçekleştiriliyor. İşte bizim direnişimiz ve özgürlük mücadelemiz de, tam da bu yüzden, örgütlü olmaktan geçiyor.

25 Kasım’dan hemen sonra Özgecan Aslan davasının karar duruşması görüldü ve katiller ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldılar. Kararın ardından birçok kişi adaletin yerini bulduğunu iddia etti. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Bu zamana kadar yaşanan birçok kadın cinayetinin ardından aynı hukuk mekanizması, katilleri için iyi haller, tahrik indirimleri vermekten, katilleri aklamaktan ve cinayetleri meşrulaştırmaktan uzak durmadı. Özgecan Aslan davasının 3 Aralık tarihinde gerçekleşen karar duruşmasında katillerin ağırlaştırılmış müebbet alması bazı kesimlerin içini rahatlatan bir karar olarak görülse dahi, bu karar tam anlamıyla bir kazanım olarak değerlendirilmemelidir. Çoğu kadın cinayeti davasında katilleri serbest bırakmak bir yana her defasında katili aklayan devlet, neden şimdi böylesi bir karar verdi? Bu kararla birlikte aslında her defasında potansiyel katilleri cesaretlendiren hukuk uygulamaları, yeri geldiğinde sanki adaletin uygulayıcısıymış gibi gösterilmek istendi.

Özgecan, daha önce katledilen kimi kadın kardeşlerimiz gibi, hiç tanımadığı bir erkek tarafından katledilmişti ve “masum”du. Bu, devletin hukuk mekanizmalarına da böyle yansıdı ve sözde adalet yerini buldu.

Ancak bizler bugüne kadar birçok Özgecan’ı, birçok kadın kardeşimizi aynı şiddet sarmalında kaybettik. Özgecan kararını veren aynı devletin aynı hukuk mekanizması; bu cinayet davalarının çoğunda “kadının etek giymesini” tahrik saydı, katili akladı; “erkeklik gururunu” okşadı, katili iyi halle kurtardı. Sayamayacağımız kadar çok dava, sayamayacağımız kadar katil erkek, bizatihi “erk”in hukuk mekanizmalarınca korundu, kollandı. Adalet şimdi mi yerini buldu?

Şimdi bizler Özgecan’ın hemen ardından, –medyanın servis ettiği dille -“erkek arkadaşının arabasında” katledilen Hüsne’nin katilinin yargılanacağı; arabaya binmenin tahrik sayılacağı ve “erkeklik gururu”nun yeniden okşanacağı davaları merakla bekliyoruz.

Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Biz kadınlar, yaşamın neresinde baskıyla, şiddetle ve sömürüyle yüz yüze kalırsak, mücadelemizi de orada örgütleyeceğiz. Bütün kadınları yaşadığımız baskılara karşı, özgürlüğümüz ve yaşamlarımız için mücadeleye çağırıyor sizlere de teşekkür ediyoruz.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.