Tiyatro : ” Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler ” – Mine Yılmazoğlu

Hayatım boyunca bu seslere aracı olma fırsatını beklemiştim. Umudu büyütmeye ihtiyacımız var. Umudu büyütmeye. Eğer koşamıyorsanız, yürüyün; yürüyemiyorsanız sürünün. Sürünemiyorsanız sadece hareketli kalın. Hareket et!

Karanlığın ötesinden gelen sesler
Gözaltına alınıp karanlık bir mahzende işkence gören biri, tecavüze uğrayan bir kadın, küçük bedenleriyle atölyelerde, fabrikalarda sömürülen çocuklar, töre diye namus diye ailelerince katledilen kadınlar, şirketlerin yolsuzluklarını, iktidarların çıkar oyunlarını yazdığı için susturulan gazeteciler, gözaltında kayıpları araştırırken öldürülen avukatlar…

Nereli ya da nerede oldukları fark eder mi? Çok uzak bir kıtada ya da tam da sizin olduğunuz yerde!

Ariel Dorfman’ın, 40’tan fazla coğrafyadan 50 ayrı insanın sesi olup onların öykülerini anlattığı “Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler” adlı oyununda söylediği gibi: “Sonra günün birinde bakarsınız ki, bu çılgınlık kendi sınırlarını aşıp sizin mahallenize girivermiş.”

Yolcu Tiyatro’nun sahneye koyduğu “Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler” oyununda, bu sesler üç oyuncu tarafından canlandırılıyor. Yönetmenliğini Ersin Umut Güler’in yaptığı oyun, sade, ama ışık kullanımı ile etkileyici bir görsellik içinde sunuluyor. Müzik tasarımı ile de, anlatılan öykülerin anlaşılması kolaylaşmış ve etkisi artmış. Sahnenin her iki tarafında önde duran iki oyuncu (Simge Geren ve Ulaş Bayır) çeşitli işkencelere ve katliamlara maruz kalan insanları, ezilenleri temsil ediyor. Daha arka planda olan karakter (Cenk Dost Verdi) ise gücü ve iktidarı temsil ediyor: Kimi zaman işkenceci bir gardiyan, kimi zaman da sapkın bir rahip ya da düzen yanlısı bir hakim.

Ariel Dorfman, bu oyunu, gittiği birçok yerde görüştüğü insanlardan topladığı öykülerle oluşturmuş. Yıllar önce dönemin Amed Baro Başkanı olan Sezgin Tanrıkulu ile de görüşmüş ve oyunun bir bölümünde de onun anlatımlardan faydalanmış.

“Ben bir avukatım. Mahkemede işkenceyle, tecavüzle, cinayetle suçladığım insanlarla göz göze geldiğim zaman, onlar gözlerimin içine baktığında ve ben gözlerimi kaçırmadığımda, onlar gözlerimin içine baktığında ve ben gözlerimi kaçırmadığımda, onlar gözlerimin içine baktığında ve ben gözlerimi kaçırmadığımda, onlardan daha cesur olduğumu hissederim. Doğal olarak sürekli takip altındayım. Bu durumla eğlenmekten başka yapılacak bir şey yoktu. İnsanlar genellikle arkalarından sıkılan tek bir kurşunla öldürülürler. Bizim derneğimizde omuzlarımıza ayna yerleştirmek fikri üzerine espriler yapardık, böylece arkamızdan gizlice yaklaşanları görebilirdik. Böylece bizi öldürmek için arkamızdan gizlice yaklaşanları görebilirdik.”

Devletin katliamları ne yazık ki yalnızca bu oyunla sınırlı değildi. Şimdiki Baro Başkanı Tahir Elçi de önce devlet tarafından hedef haline getirildi, ardından da sokak ortasında infaz edildi. Bir bakıma onun da öyküsü, bir başka “karanlıktan gelen ses” olarak kalacak.

Dorfman, metni kaleme alırken “Hayatım boyunca bu seslere aracı olma fırsatını beklemiştim.” diyor ve oyunda karakterler aracılığıyla “Umudu büyütmeye ihtiyacımız var. Umudu büyütmeye. Eğer koşamıyorsanız, yürüyün; yürüyemiyorsanız sürünün. Sürünemiyorsanız sadece hareketli kalın. Hareket et!” çağrısı yapıyor.

Devletler ise hareket edenlere katliamcı yüzünü göstermekten bir an bile geri durmuyor. Kobane’de IŞİD’in katliamlarına karşı savaşırken katledilen Aziz’in cenazesine bile tahammül edemedi. Oyunun yönetmeni Ersin Umut Güler, geçtiğimiz ay Barış Manço Kültür Merkezindeki gösteriminde yaptığı konuşmada, oyunda sık sık geçen “Cesaret tek bir sesle başlar ve başka ne yapsak ağzımızda kül tadı bırakırdı. Bir kahramanmışım gibi davranmak istemiyorum. Ben yapmam gerekeni yaptım.” sözlerinin hep kardeşi Aziz’i hatırlattığını söylüyor ve ekliyor: ”Aziz de kendi üzerine düşeni yaptı”

Karanlığın ötesindeki insanlar karşı çıkarken, isyan ederken, adalet ararken, gerçeğin peşinde koşarken, bir nevi ölüm tüneline girdiklerini ve başlarına ne geleceğini az çok biliyorlardı. Bir tek korku dışında korkusuzlardı: “Gerçekten korktukları şey; kimsenin onları gerçekten umursamaması. İnsanların onları unutması. İnsanların mışıl, mışıl uyuması.”

Bu oyun, derinleşmeye başlayan suskunluğa karşı güçlü bir çığlık.

Mine Yılmazoğlu
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.