İflahsız Kapitalizm – Özgür Oktay

volksvogen_fmt

Kasım ayının ekonomi gündeminde, başta Volkswagen olmak üzere birçok şirketin ortaya çıkan “skandalları” konuşuldu. Bu olaylarda sorumluluğu sadece “yasalara uymayan” şirketlerde gören anlayış, kapitalizmin katliamlarını bilimsel araştırmalar, yasalar ve medya yoluyla sonlandırabileceğini iddia ediyor. Bakalım, “kötü niyetli” şirketlere karşı modern devletlerin “çareleri” neler?

Yasal Düzenlemeler

Alman otomotiv şirketi Volkswagen’in ürettiği, kurnaz otomobiller, muayene istasyonuna götürülüp egzoz gazı ölçüm cihazlarına bağlandığında, bu durumu algılayıp gaz çıkışını düzenleyerek, CO2 gazı değerlerinin düşük çıkmasını sağlıyorlar. Ölçüm tamamlanıp, araç yola çıktığında ise motoru daha performanslı çalıştırıp gaz çıkışını yükseltiyor.

Söz konusu araçların skandal olarak nitelenen fazladan CO2 gazı miktarı, aslında küresel iklim değişikliğini önlemek için gereken değişikliğin çok altında. Bu konuda zaten oldukça fazla yazıldı ama asıl skandal, bu yasal düzenlemelerin yapılma şekli.

Yıllarca süren ekolojik mücadeleler ve direniş, kamuoyunda yankı bulduğunda kapitalist şirketler konuyu ilgi gruplarına ve uzmanlara bırakalım diyerek izole ederler. Bu ilgi grupları ya da STK’lar başta direnişe katılırlar. Daha sonra bunlardan bazıları şirketlerin manipülasyonlarıyla STK’lar şirket benzeri bir yapı haline gelirler[1] ve ekolojik mücadeleyi sözde temsil ederler. Kamuoyuna yansıyan görüntüde, devlet, şirket ve STK’ların pazarlıkları sonucunda yasal düzenlemeler yapılır. Kapitalist bir devlet, her zaman şirketlerin yanında olacağı için gerçekte bu yasalar, şirketler, şirketler ve şirketler arasında yapılır.

Bu süreçte yapılan yasal düzenlemeler, esas olarak şirketlerin birbirleriyle rekabetinin konusudur. Haberlere konu olan skandal, bu rekabet alanında gerçekleşir. Bahsedilen “skandal”, otomotiv şirketlerinden birinin rekabet kurallarında şike yapmasıdır.

Ekolojik katliamlar söz konusu olduğunda ise, bu yasalar daha baştan yetersizdir. Ekolojik katliamlar, protokolleri imzalamayan ülkelerde gerçekleşir ve bu devletler bir türlü ikna edilemez. Ya da göçmenlerin Avrupa’ya girmesini engelleyen TC’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokollerine uymamasına göz yumulur. Ya da ucuz üretim yapan Çin devletindeki insanlık dışı çalışma koşullarına ve özgürlüğü kısıtlayıcı uygulamalara… Ya da İŞID çetelerine silah satan silah-tütün-medya kartellerine.

Bilimsel Araştırmalar

Coca Cola ürünlerinin çoğu yüksek oranda şeker içeriyor ve bu ürünlerin tüketimi obezite, yani aşırı şişmanlık ve yiyecek bağımlılığına yol açıyor. Yakın zamanda İngiltere’de, bu şirketin 6 milyon dolar harcayıp, bağımsız görünümlü Avrupa Hidrasyon Enstitüsü (EHI)’nü kurduğunu, ve şirketin ürettiği spor içeceklerine benzer içecekleri tavsiye ettiği, ayrıca “obeziteyle savaş” konusunda çalışan birçok büyük kuruma para verdiği ortaya çıktı.

Bu “skandal” tam da, başka bir bilimsel kurum olan İngiliz Tıp Derneğinin, şekerli gıda vergisi önerisinin reddedilmesinin ardından, hükümetin danışmanı olan sağlık uzmanlarını içerecek şekilde patladı.

Bahsedilen bilimsel kurulların hepsi, devlete doğrudan ya da yasalar üzerinden bağlı yapılardır. Bu yapılarda söz sahibi olanlar, başarı kriterleri yayın sayısı olan ve yayın yapmak için “araştırma fonu” zorunlu olan hiyerarşik bir sistemde yükselmiş kişilerdir.

Şirketlerin bu bilimsel kurumlarla ilişkisi, sadece kendi alanlarıyla ilgili değildir. Şirketler, bilimsel araştırma vakıflarına milyonlarca dolar vererek, bunların hepsini vergiden muaf tutarlar. Bu irili ufaklı vakıflar, Coca Cola benzeri dev şirketlerin politik manipülasyonlarını yürütebildiği gibi birkaç şirketin karşılıklı çıkar anlaşmaları için de kurulabilir.

Sosyal bilimler enstitüleri ise genelde savaşın ve ekonomik sömürünün yoğun olduğu coğrafyalarda çalışırlar. Egzotik yerleri seven bilimciler buralarda çalışır, devletlerin ve şirketlerin katliamlarını değil, bu ülkelerin “sorunlarını” araştırırlar.[2]

Mahkemeler

Amerika’nın en büyük otomobil üreticisi General Motors’un (GM) sattığı milyonlarca araçta, ölümcül kazalara neden olabilecek kontak anahtarı arızası bulunuyordu. Seyir halindeyken motoru stop ettirip, direksiyon, fren ve hava yastıklarını devre dışı bırakan bu arızayı GM çalışanları 10 yıl boyunca sakladılar. GM’in daha sonra açıklamak zorunda kaldığı verilere göre 124 kişi bu arıza nedeniyle yaşamını yitirdi. GM araçlardaki diğer yolcuları saymadı, sayıyı düşük tutmak için her türlü söz oyununu kullandı ve bu şekilde dosyaların %91’ini reddetti.

Aslında GM, 2009 yılında iflas ettikten sonra kurtarılmış ve yeni bir şirket kurulmuştu. Yeni şirkette eski yöneticiler vardı ama önceki şirketin sorumluluğunu taşımıyorlardı. Daha sonra bir savcı tarafından yöneticilerin bilgi sakladığı ortaya çıkınca, arıza hakkında soruşturma açılmaması için GM, 900 milyon dolar idari ceza ödedi ve 635 milyon doları da kabul etmek zorunda kaldığı dosyaların mağdurlarına ödemek için ayırdı.

Mahkemeler, ne GM iflas ederken, ne de yaşamlarını yitiren insanlara göz yumarken ciddi bir yaptırım uyguladı. Yargıcın deyimiyle “daha fazla veriye ihtiyaç vardı”. Sonuçta, “yargı, yasalara bağlı”, yasalar da kapitalist devlete. Şirketin CEO’su utanmadan “insanlar bizim ürettiğimiz otomobillerde ölüyor” derken hiçbir GM yöneticisi ceza almadı. Bu konuda Al Jerize’nin yorumu “Yargı, adalet konusunda ciddi değil” oldu.

Etik

Turing Pharmaceutical şirketi AIDS hastalarının kullanmak zorunda olduğu Daraprim ilacını üretiyor. Eylül ayında, şirketin hisselerini alan Martin Shkreli, tek hapın fiyatını 13.5 dolardan 750 dolara çıkardı. Fiyat artışına tepki gösterenlere Twitter’dan “moron” diyerek, fiyatın hâlâ düşük olduğunu söyledi. Birçok kişi bu küstah kapitalisti vicdansızlıkla suçladı ve sağlık konusunda daha fazla “etik” gerektiğini söyledi.

Ancak Daraprim’in fiyatı en başından yüksek olsaydı, belki de bu kadar tepkiye neden olmayacaktı. Asıl sorun ilacın fiyat artışı değil, yaşamsal bir maddenin parayla satılması. Tıpkı su gibi.

İlaçların fiyatlarına odaklandığımızda görünmeyen daha büyük sorunlar da var. Kapitalizmin kendi yarattığı birçok hastalık var ama bunlar genelde hayatın gerçekleri olarak algılanıyor. Böylelikle, bu hastalıkların bir kısmına çare üreten kapitalizm, daha iyi yaşamak için sanki zorunluymuş gibi gözüküyor.

Kapitalizmin yarattığı hastalıkların bir kısmı ise sadece algı düzeyinde, yani gerçekte yok. Hasta olduğunu düşünen birey ilaç alarak bu sefer bağımlı, yani gerçekten hasta oluyor.

Kapitalizmin kendisini sorunsallaştırmayan bir etik, yüzeysel kalacak ve sonuçta bir etik olmayacaktır.

Kapitalizmin Saldırısı Topyekün Bir Saldırıdır

Bu yazıyı yazmak zorundaydık çünkü kapitalizm, sorunları çözebileceğini, hatta yalnızca kendisinin çözebileceğini iddia eder. Sorunları kapitalizmin dilinde ifade eden medyası ile gerçeği gizler ve bu sahte çözümleri algımıza işler. Sistemin algısından çıkmadan sistemin saldırısını görmek de, bu saldırıya karşı koymak da mümkün olmayacaktır.

Kapitalizmi frenlemek mümkün değildir. Ama örgütlü bir mücadele ile yaşamı yeniden yaratarak, kapitalizmi yıkmak mümkündür.

[1] Bkz: Greenpeace 5,2 Milyon Doları Yok Etti – Alp Temiz, Meydan Gazetesi 20. sayı

[2] Bkz. Global Barış Global Sermaye– İlyas Seyrek, Meydan Gazetesi, 28. sayı

Özgür Oktay

[email protected]

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.