Militarizmi Ters Tepenler – Merve Arkun

militarizmi ters tepenler

Yakın zamanda, dünya tarihinin en eski savaşına dair kalıntıların bulunduğu yer etti basında. Kenya’daki Turkuana Gölü yakınında bulunan 27 ceset, savaşların tarihini bugünden tam 10 bin yıl öncesine kadar çekti.

Sayısız savaşta, sayısız insan yaşamını yitirdi bugüne kadar. Savaşlarda katledilenlerin her birinin acısı, tarihe karıştı; o acılara yenileri eklendi; savaşlar, acıların tarihi üzerinde yükseldi.

Bu savaşların bir parçası olmak istemeyenler de hep oldu. Milattan sonra 295’te Roma ordusunda savaşmayı reddeden Maximillianla başlayan ve bugün hala devam eden şekilde, nicesi, savaşın ortağı olmayı ya da savaşları yaratan ordularda yer almayı reddetti. Bir şekilde parçası olduğu ölüm mekanizması ordulardan ayrılan, savaştan kaçan, askerden “firar” edenler de oldu elbette…

1. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere’de savaşa katılmayı reddeden üç bin asker; Nazi ordusunda savaşmayı reddeden askerler; 1936’da İspanya’da faşist Franco’nun ordusunda yer almayarak askerliği reddeden askerler; tarihteki en yıkıcı savaşlardan biri olan Vietnam’da “Bu, bizim savaşımız değil” diyerek ordudan ayrılan yüz binlerce asker; Filistin işgalinin parçası olmayı reddederek ordudan ayrılan İsrailli askerler; Irak İşgali’nin bir parçası olmak istemeyen Amerikan askerleri, Irak veteranları…

Kimi zaman kendilerine dayatılan toplumsal normlarla, kimi zaman “zorunlu hizmet”lerle orduların bir parçası olmaya mecbur edilen sayısız asker, bugüne kadar iktidarların çıkarları uğruna başlattıkları savaşları reddettikleri için bağlı bulundukları birlikleri terk etti, “firar” etti. Görevli bulundukları ordunun artık bir parçası olmak istemeyenler tam bu yüzden yargılandı, tutuklandı, işkenceden geçti, çoğu zaman vatan haini ilan edildi.

Tıpkı yaşadığımız topraklarda olduğu gibi.

2002 yılında askerliğini yaparken, çıktığı çarşı izninde vicdani reddini açıklayan Mehmet Bal; askerliğinin dördüncü ayında vicdani reddini açıklayan İsmail Gökhan Güneş; kışlada subayların işkencesine maruz kalmasının ardından birliğini terk eden Umut Gökçe; beş aylık asker iken “firar” eden ve bir daha orduya geri dönmeyen Muhammed Serdar Delice; defalarca firar eden ve her seferinde zorla birliğine götürülen, 2009 yılında ise vicdani reddini açıklayan İnan Suver; “Kürt halkına karşı savaşta taraf değilim” diyerek vicdani reddini açıklayan Onur Erden…

Yukarıda sayılan isimlerin her biri, inanmadıkları bir savaşta ölmeyi; başkalarının çıkarları uğruna öldürmeyi; parçası olmak zorunda bırakıldıkları savaşı reddetti.

İçinden geçtiğimiz günlerde, Kürdistan’da savaş, devlet tarafından sistematik bir şekilde tırmandırılırken; Mehmet, Onur, Umut, İnan gibi birçok vicdan daha artık yeter diyor. İktidar, kendi çıkarları uğruna başlattığı savaşın vahşetini giderek arttırırken; aynı iktidarın savaş mekanizması olan ordudan ayrılanların sayısı da artıyor.

Mecbur bırakıldıkları operasyonlara çıkmayı reddeden askerler “emre itaatsizlikle” yaftalanır ve cezalandırılmak istenirken, Kürdistan’daki savaşa karşı askerler, ordunun bir parçası olmayı reddediyor. Operasyonlara çıkmayı reddettikleri için 23 uzman çavuş ordudan istifa ederken; her birisine yönelik linç kampanyaları ise bizatihi iktidar yanlısı medya tarafından örgütleniyor.

Devlet kendi çıkarı, iktidarı ve varoluşu için yeni yıkımlar, kıyımlar, katliamlar peşindeyken; bitmeyen savaş propagandasına, inşa edilmek istenen düşmanlık kültürüne, ordunun kutsiyetine olan inançsa azalıyor.

“Savaşlar, ölüler toprağa gömülüp unutulduktan sonra kazanılır” demiş ya yazar; işte artık kimse gömülmesin ve savaşlar asla kazanılmasın diyedir bu çaba. Düşmanlığı örgütleyip, iktidarını pekiştirenlere karşı; yaşamın sesidir ordudan ayrılan her bir vicdanın kendisi.

Merve Arkun
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.