”DAYANlŞMA YAŞATIR”- Özlem Arkun

dayanışma-yaşatır

“Dün Pınar’ı yıkarken göğüsleri hala süt doluydu. Bunun hesabını kim verecek?”

15 Mayıs gecesi Sultangazi’de, evinin penceresinden giren polis kurşunuyla vurularak yaşamını yitiren Pınar Gemsiz’in bir yakınının sözleriydi bunlar. Pınar’ın üç aylık bebeği Avşin, annesinin ardından üç gün boyunca ağladı. Pınar’ın üç çocuğu, onun cenazesini yan yana izledi. Pınar vuruldu; polis boş kovanları alıp kaçtı; savcı ön otopsi raporunu bile görmeden “sizin kızınızı polis öldürmedi” dedi; rapor, ailenin avukatlarına günlerce verilmedi…

Pınar’ın ölmesinin ardından Avşin bebek için bir kampanya başlatıldı; yeni doğum yapan kadınlara çağrı yapıldı. Avşin bebeğe soğutucularla süt gönderildi. Bu kampanyanın devamında da bir kadın, Avşin’in süt anneliğini üstlendi. Süt annelik unutulmaya yüz tutmuş bir kavramken Avşin bebek bizlere dayanışmayı, dayanışmanın yaşattığını yeniden hatırlattı.

Oysa bin yıllar boyunca kadınlar birbirlerinin bebeklerini emzirmişler, bebeklerin bakımını paylaşmışlardı. Hatta bazı kadınlar, başkalarının bebeklerini emzirerek geçimlerini sağlamışlardı. Tarihte ismi bir “efsane” olarak kalan süt anne Judith Waterford; 1831 yılında 81. doğum gününde hala süt üretiyordu.

Ne var ki Sanayi Devrimi’yle değişen nüfus ve ekonomi politikalarına bağlı olarak, süt anneliğin çok da ak pak kalmadığı örneklere de rastlıyoruz. “Gayrimeşru” çocuklarını süt annelere vermek zorunda olan kadınlar; yoksulluktan kendi bebeklerini terk etmek ve zengin ailelerin yanında, onların çocuklarını emzirmek zorunda kalanlar; evi çekip çevirecek bir hizmetçi, bir süt anneden daha pahalıya patladığı için kiralanan süt anneler; köle olarak çalıştığı evde, bir de “efendi”sinin bebeğini emzirirken kendi çocuğunu göremeyen kadınlar… Çağlar boyunca kadın ve bedeni; erkin sömürdüğü bir alana dönüştürülürken, süt annelik de bu sömürüden payına düşeni almıştır.

19. yüzyılda formül sütlerin bulunmasıyla, bu sömürüye de bir alternatif oluşmuştur. Bununla birlikte dönemin gazetelerinde yapılan süt annelik karalamaları; sağlık ve hijyenin zamanla bir fetişizme dönüştürülmesi; toplumsal ilişkilerin parçalanması süt anneliğin giderek terk edilmesine sebep olmuştur. Bazı ülkelerde “en iyi ihtimalle” kar amacı gütmeyen anne sütü bankaları kurulsa, kadınlar ihtiyacı olan anneler ve bebeklerle sütlerini paylaşma imkanı bulsalar da; bu, süt annelik bağının yerini alamadı. Çünkü süt annelik, sütünü sağıp bir bankaya vermekten daha çok sorumluluk ve empati gerektiren bir olgu.

Bir bebeği emziren bir kadın, onun yaşaması için bir adım atar ve bu adımın ardından, o bebeğin yaşamının geri kalanında nelerle karşılaşacağıyla da ilgilenmeye başlar. Ancak bir bebekle empati kurmak için onu emzirmek bir zorunluluk değil elbette. Vicdanen zorunlu olduğumuz tek şey, bu katliamların karşında dayanışmayı büyütmek. Çünkü hangi coğrafyada, hangi çağda olursa olsun; dayanışma yaşatır.

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.