“Devletin OHAL’inde Gündemin Halleri” – Vahap Güler

ahaber-yenijpg


IŞİD’in yaktığı askerler, Rusya büyükelçisine suikast, Kayseri patlaması sonrası HDP binalarına ve kürt siyasetçilerine yönelik saldırılar, Beşiktaş patlaması sonrası gelen seferberlik tartışmaları… Her biri ayrı ayrı, farklı bir coğrafyada yaşanması halinde; üzerine uzunca politik-sosyolojik değerlendirmeler ve çözümlemeler yapılacak bu gündemleri; yaklaşık 20 günlük kısa bir zaman diliminde yaşadık.


Gündemlerle Sıkıştırılıyoruz!

 Bu kadar ağır ve sert olmasa da; bir süre öncesine dek konuşulan -örneğin Lozan tartışmaları, AB-ABD-Batı Bloku ile TC arasında yaşanan gerilim, Musul’daki Başika restleşmesi gibi- konuların üzerinden birkaç ay geçmesine karşın bu gündemleri neredeyse hatırlamıyoruz bile. Hızlı bir şekilde değiştirilerek tüketilen, “rafine” gündemler dışında; başkanlık tartışmaları ise “daimi” gündem olarak OHAL süreci ve sonrasında kendini dayatmayı sürdürüyor.


Hızlanmanın Miladı : OHAL

Esasen gündem değişiklikleri 15 Temmuz öncesi de hızlanma eğilimi taşımaktaydı. Örneğin, devletin Suriye’de müdahil olduğu savaş-işgal politikalarının “akil insanı” Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan azli bile tek başına önemli bir gündem konusu oluşturuyordu. Ayrıca, bu gelişmenin arefesinde ve akabinde iç ve dış politikada, kimileri keskin ve zorunlu dönüşler içeren (İsrail ve Rusya özürleri gibi) sert ve hızlı gündem değişimleri de yaşandı. Ancak tüm gündem değişikliklerindeki hızlanmanın miladını 15 Temmuz sonrasına koymak gerek. Devletin iktidar klikleri arasında yaşanan kanlı bir darbe girişimi; ardından önce 3 aylığına ilan edilen ve sonrasında uzatılan OHAL sürecinde, bu hızlanmanın baş döndürücülüğü daha bariz hissedildi. Bu baş döndürücülük ise devletin kurguladığı -suni gündemler de denilen- ya da kurgulamadığı şekillerde, toplumun önemli bir kesimini sersemletici bir ruh haline soktu. OHAL’in önümüzdeki süreçte de uzatılacağına ilişkin işaretler ise, bir yanıyla bu halin içselleştirilmesi amacını barındırıyor.

Kısaca hatırlarsak; darbe girişimi bahanesiyle önce on binlere varan sayıda insan tutuklandı ya da işten çıkarıldı. Önceleri, darbe girişiminin muhatabı Cemaat’i hedef alan bu hamle, sonrasında giderek Kürt Hareketi başta olmak üzere devrimcilere yöneldi. Gazeteler, dergiler, TV’ler, radyolar ve dernekler kapatıldı. İlerleyen süreçte ise; devletin yeni müttefikleri ulusalcı-milliyetçi çevrelerin desteğiyle; Cerablus üzerinden, esas olarak Rojava’yı işgal planı olan Fırat Kalkanı hayata geçirilmeye çalışıldı. Yaklaşık 6 aylık süre içinde bir darbe girişimi, benzerleri başarıya ulaşmış bir darbe sonrası görülebilecek tutuklamalar, baskılar ve bir işgal hareketi… Tüm bu gündemlerin üzerine ise uzun zamandır varlığını bir şekilde hissettiren ancak son dönemde dolar tartışmalarıyla açığa çıkan ekonomik kriz eklendi. Farklı bir coğrafyada belki de bir ya da birkaç on yılda bir yaşanabilecek tüm bu gelişmeler sadece yaklaşık 6 aylık bir süreçte yaşandı.

Yenisi Gelene Dek Hızlıca Tüket!

Coğrafyanın genelinde iç ve dış gündem değişikliklerindeki bu hızlılık hali devlet iktidarınca avantaj olarak kullanıldı. Genellikle bağlamından koparılan ilgili bir gündem konusu, OHAL sonrası tamamen “sahibinin sesine” dönüştürülmüş TV kanallarının “tartışma programlarında” hızlı bir şekilde tüketildi.

Bu noktada devletin farkındalıklı bir politika izlediği söylenebilir. Arkasında yedi kollu bir ahtapot misali medya gücü ile gündemi özellikle OHAL süreci ile birlikte istediği gibi manipüle etme şansı yakalayan devlet, medyanın propagandif işlevini de toplumu baskılama yöntemi olarak kullandı. Bu “görünmez” baskı karşısında topluma düşen, devletin karar vericilerinin almış oldukları -halkın çıkarına olduğu elbette tartışmasız(!)- gündem maddelerine, mümkünse muhalefet etmeden uyum sağlamak olacaktı.

Hızlı bir şekilde değişen gündemlerin özellikle 15 Temmuz sonrası bir strateji olduğunu düşünürsek bu stratejinin devletin toplumu edilgenleştirmesi üzerine kurulu olduğunu görüyoruz. Bu edilgenleştirme günümüzde, sosyal medyadaki profillerin “ana sayfalarından” ya da ”zaman tünellerinden” birbiri ardına akıp giden haberlerin bir zaman sonra, çoğunlukla, donuklaşmış bakışlar eşliğinde ekranın alt sıralarına düşmesi ile manidar bir benzerlik taşıyor.


Vahap Güler

 Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.