Amerikan Rüyası Mı Kabusu Mu? – Özlem Arkun

Las Vegas’ta geçtiğimiz ekim ayında yaşanan katliamın ardından bir isim gündeme geldi. Bu isim o güne kadar zengin bir emekli muhasebeci, kumarbaz bir poker oyuncusu, Meksika yemekleri yemeyi ve gezmeyi seven birinin ismiydi. Artık bu isim katliamcı olarak anımsanacak.

Mandalay Bay otelinin 32. katından ateş açan bu adam, modifiye ettiği silahlarla 5476 mermi atarak 59 kişiyi katletti ve 527 kişiyi yaraladı. ABD sınırları içerisinde gerçekleşen silahlı saldırıların en kanlısını gerçekleştirdi.

Böylece o zamana kadar ABD’nin en kanlı saldırıları olarak bilinen Virginia Tech, Sandy Hooks ve Columbine katliamlarını geride bırakarak ilk sırayı aldı.


Virginia Tech

Virginia Tech katliamı, 2007’de Virginia’da gerçekleşen silahlı okul baskınıdır. Olayın faili intihar etmeden önce 32 insanı öldürdü ve birçok kişiyi de yaraladı.  


Sandy Hooks

Sandy Hook İlkokulu saldırısı, 2012’de 20 yaşındaki bir tetikçinin 20 çocuk ile 6 yetişkin görevliyi vurduğu saldırı. Fail okula gelmeden önce annesini vurarak öldürdü. Olay yerine insanların gelmesiyle başına ateş ederek intihar etti.


Columbine

Columbine Lisesi Katliamı 1999’da yaşanmış bir katliam olayıdır. İki öğrenci, yarı otomatik silahlarla son sınıf öğrencisi oldukları Columbine Lisesi’nde 13 kişiyi öldürdüler ve 24 kişiyi yaraladılar.  

Katilin otel odasında ve evinde toplamda 48 ateşli silah bulundu. Trump; katliamın ardından bireysel silahlanma konusunda kendisine yöneltilen soruları “bu konuyu sonra konuşuruz” diye cevaplamıştı.

Las Vegas katliamın ardından IŞİD saldırıyı üstlenen bir açıklama yayınladı, fakat katil hem beyaz hem zengindi, üstelik Müslüman da değildi. Yetkililer saldırganın IŞİD ile bir ilgisi olmadığını açıklarken, Trump katili bir “yalnız kurt”, “hasta ruhlu biri”, bir psikopat” olarak tanımladı. Bu tanımlamalar sosyal medya üzerinden çok tepki çekti ve katilin Müslüman, Afro-Amerikalı ya da göçmen olması durumunda; medyanın haberi servis etme biçiminin nasıl değiştiğine dair binlerce eleştiri yapıldı.

Peki bu katil bu saldırıyı neden yaptı? Onu bir otel odasının 32. katından aşağıda şarkı söyleyip dans eden insanların üzerine binlerce kurşun yağdırmak için motive eden şey neydi?

“Pazartesileri Sevmiyorum”

Amerika’da 90’lı yıllardan bu yana sık sık karşılaşılan okul katliamlarının ilki olan Cleveland İlkokulu saldırısını gerçekleştiren kadına bunu neden yaptığı sorulduğunda “Pazartesileri sevmiyorum, bugünü şenlendirmek istedim” demişti. 1979 yılında gerçekleşen bu saldırının sorumlusu, babasının Noel hediyesi olarak aldığı bir tüfekle 16 yaşındayken iki kişinin ölümüne neden olmuştu. Cleveland katilinin açıklaması, daha sonra Amerikan müzik listelerinde bir numaraya kadar yükselen “pazartesileri sevmiyorum” adlı bir şarkıya konu oldu.

Columbine Lisesi Katliamını gerçekleştiren iki çocuk okudukları lisede 4 yıl boyunca lisenin futbol takımındaki popüler çocukların itip kakmasına ve zorbalıklarına maruz kalmışlar ve katliamdan sonra yayınlanan günlüklerinde okulu yeryüzünden silmek istediklerini yazmışlardı.

Virginia Tech Katliamının sorumlusu olan bir diğeri ise, yayınladığı manifestoda, Columbine katliamcılarından birer aziz olarak bahsederken, dine ve zenginlere karşı duyduğu nefreti ve “köşeye sıkıştırıldığını”, “zamanı geldiğinde yapması gerekeni yapacağını” söylüyordu.

Sandy Hooks Katliamının sorumlusu ise bir radyo programında uygarlığa ve topluma karşı nefretinden bahsederken, kadına ölümüne saldırarak ismini tüm dünyaya duyuran Trevor adlı şempanzeyi örnek veriyordu.

Manşetten Kahraman

Aslında Sandy Hooks’un failinin neden şempanze Trevor’u örnek aldığını anlamak zor değil. Bu katillerin çoğu yaşadıkları süre boyunca görmezden geliniyor, itilip kakılıyor, toplumdan dışlanıyordu. Yapılan katliamların içinde bulundukları duruma birer tepki olarak tasarlandığına dair bir mesaj bırakmak istiyorlardı. Ve hayatları boyunca görünmez olanlar öldürürken-ölürken görünür olmak istiyorlardı.

Bu yaşanan katliamların her biri -muhtemelen katillerin istediği gibi- medyada geniş yer buldu. Columbine katillerinin günlükleri, Virginia Tech katilinin propaganda videoları, Sandy Hooks katilinin radyo röportajı, birçok televizyon kanalında yer buldu. Katillerin isimleri manşetlere çıktı.

Elbette medyanın bu haberleri servis etme biçimi sonrasında oldukça eleştirildi fakat her biri bir öncekinin taklitçisi oldu. Medyanın tutumunda da çok bir değişiklik yaşanmadı. Las Vegas katliamcısı birçok haber sitesinde, bu katliamların taklitçisi olarak yer bulmasına rağmen, ismini bir çok gazeteye manşetten yazdırmayı başardı. Medyanın böylesine popülerleştirdiği bu karakterler medyada doğrudan “kahraman” olarak yer almasa da her seferinde birer “anti-kahraman” olarak toplumda karşılık bulmaya devam ediyor.

Elbette bütün bu katliamların tek nedeni “ün salmak, bir halk kahramanına dönüşmekti” diye açıklayamayız. Amerika’da daha önce de katillerin kahramanlara dönüştüğü örnekler görüldü. “Vahşi Batı”da Jesse James gibi birçok katil bu katliamcılardan çok farklı olsa da birer anti-kahraman olarak efsaneleşmişlerdi. 70’lere gelindiğinde, 35 kişinin öldürülmesini azmettirdiği için idamla yargılanan Charles Manson toplumun bir kesimi tarafından büyük saygı gördü, bir hayran kitlesi yarattı. Elbette bu katiller ve işledikleri cinayetler aynı nedenlerle açıklanamaz fakat her birinin kahramanlaşması bir ortak noktaya işaret ediyor olabilir.

Herkese Düşman Olmak

Charles Manson ünlü savunmasında “Ben hiç kimseyim”, “Ben kopuk, serseri, avareyim… Bana fazla yaklaşırsan ustura olurum” demişti. Bu savunma kimileri için boş edebiyat olabilir, fakat hiç de görmezden gelinemeyecek bir kesim için bir slogana dönüşmüştü.

Las Vegas katliamı öncesinde gerçekleşen ve arkasında manifestolar bırakan katliamcılar çoğunlukla “mağduru” oldukları “kötü” duruma birer tepki olarak saldırıları gerçekleştirdiklerini söylüyor ya da ima ediyordu. Katiller, saldırıların hedefine de bu durumun “sorumlusu” olduklarını düşündüklerini koyuyorlardı. Aslında kendi yaşadıkları duruma karşılık, bir “intikam” eylemi olarak yansıtıldığında, bu katillerin neden kahramanlaştığını ya da kendilerinden sonrakilere nasıl ilham verdiğini anlamak mümkün ama bu kadar basit değil.

Aslında bu katliamcıların hiçbiri hedeflerini doğrudan seçmemişti. Saldırıları kendi okullarında ya da kendi çevrelerinde gerçekleştirseler bile, kurbanları genellikle kaçışan kalabalık içerisinde şanssız olanlardı. Las Vegas Katliamı’nda son gelinen noktada ise 32. kattan ateş eden katil; kendisinde 3 futbol sahası uzaklıkta bulunan, hayatı boyunca yüzünü görmediği insanlara ateş açmıştı. Hiçbir şeyi şansa bırakmayan katil, her şeyin üzerinde, her şeyi gören bir tanrı gibi otel odasına ve koridorlara kameralar yerleştirerek her anın kontrolünde olmasını sağlamıştı. Kendi ölümü de dahil.

Tüm bu katliamlarda ortaya çıkan bu düşmanlık, artık doğrudan ima edilen kişi ya da toplumsal kesime değil, herkese duyulan bir düşmanlık halini almıştır. Bu noktada katiller kendilerinin mağduru olduklarını iddia ettikleri koşullara saldırıyormuş gibi görünseler de aslında bu koşulların sürdürücüsüne dönüşürler. Diğer taraftan bu mağduriyetin intikamını alıyormuş gibi göründüklerinde, benzer mağduriyetleri yaşayanlar tarafından sahiplenilip, Virginia Tech örneğindeki gibi birer azize dönüşebilirler. Oysa bu saldırıların hepsinde herkes hedeftir. Columbine katliamcısının dediği gibi amaç en çok sayıda insanı öldürmektir. Bu noktada mağdur artık ortadan kalkar, mağdur artık koşulların sürdürücü bir faile dönüşmüştür.

Bir Katliamın Patolojisi

Bu katliamların ardından gündeme gelen başka bir nokta da katillerin psikolojisi olarak karşımıza çıkıyor. Elbette böyle bir saldırıyı gerçekleştiren birinin psikolojisini sorgulamak şaşırtıcı değil, kişilerin yaşadıkları travmalar, psikiyatrik sorunlar, nörolojik problemler çeşitli davranış bozukluklarına, şiddet eylemlerine neden oluyor. Ne var ki bu tür sorunlar yaşayan her insan benzer saldırılar gerçekleştirmiyor.

Peki bu katliamları gerçekleştiren kişilerin psikolojik sorunlarında bir benzerlik var mı? Aslında hepsinin bir ortak noktası var, katillerin hepsi psikiyatrik ilaçlar kullanıyor. Okul saldırılarının neredeyse hepsinde karşımıza çıkan psikiyatrik ilaçlar en son Las Vegas katilinin odasında da bulunmuştu.

Mani, zihin karışıklığı, sinirlilik, düşmanlık, intihar düşüncesi, kendine ve başkalarına zarar verme düşüncesi gibi yan etkileri bulunan bu psikiyatrik ilaçların kullanımı ABD’de oldukça yaygın. Prozac, Valium, Zoloft, Lexapro, Ritalin, Adderall, Concerta, Celexa bu ilaçlar arasında en çok reçete edilenlerden. Bu ilaçlar obsesif-kompulsif bozukluklardan, bipolar bozukluğa ve anksiyeteye kadar birçok tanıya reçete ediliyor. Özellikle ergenlik dönemindeki çocuklara dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısıyla gittikçe daha çok reçete edilen bu ilaçlar, ilaç sektörü içerisinde oldukça büyük bir pazar oluşturuyor.

Bu ilaçlar sinir sistemi üzerinde etkili oluyor; kimyasal iletişim yollarını değiştirerek, beyinde muhakeme, soyut düşünceler, hafıza, akıl yürütme, duygular ve kaç ya da dövüş tepkisini kontrol eden bölgelerini etkiliyor.* Bu etkileşimin ardından beklenen sonuç sakinlik ve berrak düşünme iken ne var ki bazı durumlarda beklenmeyen sonuçlar ortaya çıkabiliyor.

Aslında yaşanan saldırıların ardından gündeme gelen bu ilaçlar aslında çok daha geniş bir tartışmanın sadece bir başlığı. Özellikle akıl sağlığı üzerine çalışma yapan bazı komisyonlarda*, psikiyatrinin tetkik ve görüntüleme yöntemlerinin kısıtlılığı ve hastalıkların tanısının sadece kişilerin beyanları üzerinden yapılması bir eleştiri noktası oluşturmaya başladı. Duygu ve davranışların değerlendirmesini esas alan anketlerin herhangi bir patolojinin varlığını kanıtlamada yetersiz olması, var olan ve geliştirilmekte olan ilaçların aslında nasıl tedavi ettiğinin net olarak açıklanamaması; eleştirilerin temelini oluşturuyor. Bunlarla beraber, ilaç sektöründe psikiyatri alanında ortaya çıkan skandallar ve yolsuzluklar (bkz: Paxil skandalı) bu ilaçların reçete edilmesinin suistimale çok açık olduğunu gösteriyor.

PAXIL Skandalı

Ansiyete (Kaygı bozukluğu) ilacı olarak üretilen bu ilaç yeteri kadar araştırma yapılmadan piyasaya sürülmüş ve ergenler üzerindeki kullanımı yan etkileri (intihar eğilimi) gizlenerek genişletilmişti. Şirektin ilacın reçete edilmesini arttırmak için doktorlara da rüşvet verdiği ortaya çıkmış ve 3 milyar dolarlık rekor bir tazminat ödemek zorunda kalmıştı. Ayrıca şirket ilacı piyasaya sürmeden önce çeşitli iletişim kanallarını kullanarak insanları kendilerinde kaygı bozukluğu olduğunu düşündürecek yayınlar hazırlatmış ve yayınlatmıştır. (bkz: Ansiyete Çağı belgeseli)

Özellikle okul saldırılarının ardından, katillerin toksikoloji raporlarında bahsi geçen ilaçların hepsine rastlamak mümkün. Ne var ki bazı katliamların dosyaları gizli tutuluyor ve katillerin raporları açıklanmıyor. Neden? Katillerin manifestoları televizyondan yayınlanırken toksikoloji raporlarını da içeren dosyaların gizli tutulması, bu raporların psikiyatri alanında büyük bir pazara zarar verebileceğinden kaynaklanıyor olabilir mi? Roche, Novartis, Pfizer, AstraZeneca, Forest, Lilly, GlaxoSmithKline gibi birçok büyük ilaç şirketinin öncüsü olduğu bu alanda daha önce kısmi olarak belgelenen rüşvet ve yolsuzluklar bu katliamların da üstünü örtüyor olabilir mi?

Bu katliamlar kapitalizmin adeta mottosuna dönüşen “Amerikan Rüyası” söyleminin kabusu gibi. Ama bu kabus da yine Amerikan kültüründe evrilip çevrilip bir rüyaya dönüşüyor. Şimdi Amerikalılar, sistemin eşitsizlik ve adaletsizlik sarmalından bunalan, yaşadıkları sıkıntı ve sorunlardan ilaçlarla uyuşarak sıyrılmak isteyen ve uykularında medyanın en popüleri oldukları rüyayı “Amerika’nın kabusu”na çevirecekler.

* Citizens Commission on Human Rights (CCHR)

* Michelle Morrison-Valfre, 2005, Foundations of Mental Health Care.

 

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. Sayısında yayınlanmıştır.