Türkiye-ABD Krizi: İllüzyon mu, Gerçek mi? – Emrah Tekin

34. ABD Başkanı Dwight David Eisenhower’ın 6 Aralık 1959’da Ankara’yı ziyareti sırasında Ankara sokakları (İKE Eisenhower’in lakabı)

Haziran 1945’te dönemin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper ile SSCB Dışişleri Bakanı Molotov arasında yapılan görüşme ile açığa çıkan TC-SSCB yakınlaşması sonrası, aynı yılın sonlarında ABD’den Boğazlar nedeniyle alınan nota, ileriki yıllarda TC-ABD ilişkilerindeki seyri belirleyici bir gelişme olmuştu. ABD, askeri kazanımlarının yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı’ndan, dünyanın altın stoklarının çoğunluğunu ele geçirerek ve 1944’te Bretton Woods anlaşmasıyla uygulamaya soktuğu dünyadaki para-altın değişim değerlerini dolara endekslenmesiyle ekonomik avantajlarla da çıkmıştı. Türkiye de dünyanın önündeki 50 yıllık dönemi belirleyecek bu yeni dengesinde tercihini ABD öncülüğündeki Batı Bloku’ndan yana kullandı. Erdoğan’ın ABD ile son yaşanan gerilim nedeniyle New York Times’a yazdığı makalede “Kore’de savaştık, NATO’da müttefikiz” şeklinde yaptığı hatırlatmalar, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla TC’nin aldığı bu pozisyonla birlikte gelen ABD’ye yakınlaşmayı işaret ediyordu. Bu yakınlaşma için talep ise, Ortadoğu’da kendisine sadık bir müttefik arayan, bu anlamda Arap dünyasına hakim Mısır’dan, Batı Bloku ile mesafeli Nasır yönetimi nedeniyle vazgeçen ABD’ye bizzat TC’den gelecekti. İlerleyen yıllarda bu yakınlaşma bazı dönemsel krizler hariç genellikle hep diri kaldı ve TC de ABD’yi Ortadoğu’daki çıkarlarının korunması konusunda mahçup etmedi.

İçinden geçtiğimiz süreçte TC ile ABD arasında yaşanan gerilimi, tarihsel bağlamıyla iki devlet arasındaki bu –yakınlaşma ötesi- sadakat ilişkisi çerçevesinde ele alırken, aynı zamanda ABD’de belirdiği söylenen hegemonya yitimi ve TC’nin bölgesel bir güç olmanın sınırlarını zorlayan heveskarlığı ile değerlendirmek gerek. Türkiye’nin ABD’nin İran ambargosunu kabul etmemesi ve Zarrab-Atilla davasında ortaya çıktığı üzere ambargoyu delmesi, gerilim başlıklarından belki de en önemlisi. Bu başlık üzerinden, ABD’nin İran’a yönelik ikinci dalga yaptırımlarının hayata geçeceği önümüzdeki aylarda gerilimin artması beklenebilir. Bu olasılığı tersine çevirecek etken ise TC’nin İdlip operasyonunda Rusya-İran ekseninden uzaklaşması olabilir. ABD ile yaşadığı gerilimi kullanışlı bir iç politika malzemesi olarak gören TC açısından, sadece İran başlığı bile bu gerilimde elinin ne kadar zayıf olduğunu ortaya koyuyor. Zira ABD’nin İran yaptırımları arasında bu ülkeden petrol almamak da bulunuyor. Bu durum, halen ekonomik kriz yaşayan TC’yi bu açıdan daha da zorlarken, petrol alımı konusunda birinci sırada yer alan Rusya’nın konumunu pekiştireceği gibi, kendisini bu ülkeye daha da bağımlı hale getirecek.

Bağımlılık ilişkisinden söz açılmışken, TC’nin 2015’te yaşadığı uçak krizi ve 15 Temmuz Şaibesi sonrası Rusya ile geliştirdiği, ancak dengelerin daha çok Rusya lehine geliştiği ilişki de ABD ile yaşanan gerilim bağlamında ele alınmalı. Rusya’dan satın alınmak istenen Rusya, İran, K.Kore, Suriye gibi NATO dışı devletlerin uçaklarına kör, NATO uçaklarını gören S-400 hava savunma sistemleri, TC’nin ABD’ye, gidecek başka adreslerinin mevcut olduğu yönünde bir hatırlatma niteliği taşıyor. Ancak orta ölçekli, bölgesel bir güç olarak, elinde fazla bir kozu olmayan TC’ye ABD’den verilen karşılık, S-400’lerin olası vuruş menzilindeki ve radara yakalanmama yeteneğindeki F-35’leri satmamak oldu. Ayrıca iki devlet arasında yaşanan gerilimin en az üç yıl öncesine dayandığı bilgisi paralelinde, geçtiğimiz yıl ABD elçiliği çalışanlarının tutuklanması sonrası, ABD Ankara eski büyükelçisi John Bass’in 2015-2016’da yıllarında Türkiye’de yaşanan IŞİD saldırılarına atfen, “9.5 aydır terörist saldırı olmuyor, bu IŞİD’in terörden vazgeçtiği anlamına gelmiyor, hükümetlerimizin yakın işbirliğinden kaynaklanıyor.” sözleri de ABD’den verilen ve istihbarat paylaşımını işaret eden örtük bir yanıt olarak not edilmeli.

Buzdağının görünen yüzünde Rahip Brunson’ın olduğu, ancak ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’yle Suriye’deki askeri işbirliği temelli kriz, her iki tarafı da iç politikaya malzeme taşıma yönünde motive ediyor. Bu motivasyonun ABD tarafında, Kasım ayında gerçekleşecek ara seçimler bulunuyor. Kongre’deki dengelerin, seçimlerin kaybedilmesi halinde Trump yönetimi aleyhine değişmesi muhtemel seçimler öncesi ABD hükümeti, yaşanan krizi sağ seçmene yönelik propaganda malzemesi olarak sunarak avantaja dönüştürebilir. Krizin TC tarafında ise işlerin o kadar yolunda gitmeyeceğinin işaretleri çoktan belirmeye başladı bile. Bu bağlamda, doların artışına bağlı hissedilen ekonomik krizle birlikte ABD’ye yönelik, karşı yaptırım-misilleme tehditleri mi, yoksa bizzat Berat Albayrak’ın zikrettiği ve sorunu haddinden fazla hafife alan “Kırk yıllık karı-koca bile aralarında anlaşamıyorlar, önce tartışıyor, sonra anlaşıyorlar” iyimserliği mi gerçeği yansıtıyor?

Belki de yaşanan krizin apaçık ekonomik bedellerine karşın, “ejder meyveli itibarlarından” tasarruf etmeyenlerin daha da yoksullaştıracağı ezilenler, tüm bu yalanların karşısında dipdiri bir gerçeklik olarak duruyordur.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.