Açık, Gizli, Stratejik Zam!

Krizin tavan yaptığı sürece yönelik “bir rahibin etkisinin bu denli olacağı öngörülemezdi” tarzı değerlendirmeler yapılıyor. Söz konusu piyasa küresel kapitalizmle bu kadar ilişkiliyken bunun olacağını öngörmemek neredeyse imkansız. Mesele bir rahibin tutuklanması ve sonradan ev hapsine çevrilen cezasının etkisini tartmak değil; bunun uluslararası siyasi bir denklemde bir etmen olduğunun akılda bulundurulması. Ve evet, herkesin bildiği üzere bu ABD ve TC arasındaki bir siyasi krizin somuta bürünmüş hali. Bu siyasi kriz bir kişinin (belki de çok önemli bir kişinin) tutuklanmasıyla ilişkili değil, gerilme eğiliminde olan ABD-TC ilişkilerinde farklı bir aşamanın başlangıcıyla ilişkili. Özellikle Suriye politikalarında, ABD ve TC stratejilerindeki kopuş bu gerilme eğilimini yaratan etmenlerden.

Bu tarz bir nedenlendirme, iç siyaset-dış siyaset ayrımının her geçen gün ortadan kalktığı bir siyasi konjonktürde her şeyi devlet siyasetine indirgemek gibi görünebilir. Ancak Suriye’ye ilişkin tüm stratejiler ne kadar siyasetle ilgiliyse ekonomiyle de o denli ilgili. ABD-TC geriliminin aynı zamanda, uyuşmayan enerji politikalarıyla da ilgili olduğu açık.

Bu dış dinamikleri böyle ortaya koyduktan sonra şunu vurgulayalım; özellikle Suriye Savaşı öncesi ekonomik durumun olumsuza gittiği düşünüldüğünde, ekonomik kriz savaş politikasıyla ertelenebildi. Her geçen gün narinleşen dengelerde, kriz herhangi bir nedenle belirebilirdi. Küresel kapitalist bir piyasada bu denli yoğun ekonomik faaliyette bulunmakla, dönemin sertleşen dış politik konjonktürü birleştiğinde narin dengelerde cambazlık yapmak sadece maharet gerektirmez; aynı zamanda güçlü bir ekonomik ve siyasal konum gerektirir. TC’nin konumu bu durumu karşılamaya yetmedi. Rahip Brunson üstünden yaşananlar, gerilimin kopma noktası oldu.

Bunun sonucunda, geçtiğimiz yıl başında 3,78 liradan işlem gören dolar Ağustos ayının ilk günlerinde 4,90’lı rakamlara ulaştı. Brunson Vakası’yla 6 lirayı aştı. 13 Ağustos’ta en yüksek seviyeye yani 7,23’e ulaştı. 2018’in başından bu yana TL %45 değer kaybetti. Sonuç, ekonomik krizin belirgin bir hale bürünmesi…

Ekonomik kriz söz konusu olunca enflasyonun adını anmamak olmaz. Enflasyon tüm fiyatlarda yaşanan yükseliş anlamına gelmektedir. Hemen hemen her ürünün zamlandığı düşünüldüğünde enflasyon da hiç olmadığı kadar gündeme geliyor.

Bu, şu demek; her şey pahalılaşıyor.

Açık açık yapılanlardan sanki hiç yapılmamış gibi gizliden, o ürünün gramajını düşürerek yapılana değin artık birçok zammın hayatımıza sokulduğunu biliyoruz. Zam haberlerinin gündemin ilk sırasını aldığı bugünlerde, açıklanmadan yapılan zamlara gizli zam denildiği de görülmekte. Bu tür haberler daha çok yüksek gelen fatura bedellerinin açıklanamadığı, herhangi bir zam haberinin de bilinmediği durumlar için söz konusu olmaktadır. Belirtmek gerekir ki zam yapılması için ekonomik kriz olması da gerekmez, iktidar gerektiğinde ekonomik olmayan nedenlerden de zam yapabilir.

Açık Zam

Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan rakamlara göre tüketici enflasyonu, Ağustos ayında %17,90 ile son 14 yılın zirvesini gördü. Aylık olarak ele alındığında en çok yükseliş yiyecek sektöründe yaşanırken tek düşüş yakın zamanlarda konkordato ve iflas haberleriyle gündeme gelen giyim ve ayakkabı sektöründe yaşandı. Sonuç olarak tüm ürünlerde genel yükseliş oldukça artmış durumda ve enflasyon önümüzdeki sürece damgasını vuracak.

2018 içerisinde, farklı kalemlerde ürünlere birkaç kez zam yapıldı. Özellikle konut kullanımı, doğalgaz ve elektrik bu tarz ürünlerden. İkisi birbiriyle iç içe, çünkü Türkiye’de elektrik üretiminin %37’si doğalgazdan yapılıyor. 2018 nisanında doğalgaza %9,7 lik zam yapılmışken rahip krizi sonrası ağustos ayında %9 ve eylül ayında da yine %9’luk bir zam gerçekleşti. Sene başında %8 zam yapılmasına karşın elektrik de doğalgaz zamlarından etkilendi ve aynı aylarda önce %2,89, sonra %9 ve en son %9-14 oranında zamlandı.

Doğalgaz ve elektrikten sonra fiyat artışına en çok bakılan ürün akaryakıt. Üçü de farklı sektörel üretimlerin en önemli girdilerinden. Akaryakıta zam en belirgin haliyle ağustos ayında yaşandı; 30 ila 50 kuruş arasında bir zam yapıldı. Aslında ağustosa kadar da birçok zam yapılmış olmasına rağmen, vergi oranları düşürülerek pompa fiyatlarında dengeleme yapılıyordu. Krizin en belirgin hale geldiği ağustos ayında, bu dengeleme yetmemiş olacak ki akaryakıtta ek zamma gidildi.

Ekmek fiyatlarına yönelik zam, temmuz ayından bu yana gündemde. %15’lik zam, “devlet büyüklerinin” telkinleriyle bir anda uygulanmasa da, farklı şehirlerde ekmek zammı yürürlüğe konulmuş vaziyette. İlaçlara %2,5 zam, sadece doğrudan ilaç alımını değil hastane masraflarını etkiledi. Alkollü ürünlere yapılan, yıl içerisinde 3 seferde olmak üzere toplam %25’lik zamla, en çok zam yapılan ürün alkollü ürünler gibi gözükse de; Karayolları Genel Müdürlüğü’nün otoyol ve köprü ücretlerine %10 ila %25 arasında ağustos ayında yaptığı tek seferlik zam, diğer zamlar arasında kendini görünmez kılmayı başardı.

Yıl boyunca 3 kez zam yapılan yem fiyatları da, ithal ette şarbon gündeminde fırsatçılık olarak değerlendirilen yerli ete yönelik zam da açık zamların bir başka boyutunu anlamak açısından önemli: stokçuluk.

Ürünü ucuz haliyle stoklayıp piyasadaki fiyat artışlarıyla paralel bir şekilde pahalıya satmak özellikle böyle kriz anlarında sık rastlanan durumlardan. Böylelikle ucuza almış olsa dahi, genel fiyat arttırma eğiliminde, yapılan zammı görünmez kılmaya çalışmak tam bir fırsatçılık. Büyük şirket, küçük şirket farketmeden kriz dönemlerinde başvurulan bu stokçuluk yöntemi krizi fırsata çevirmeye çalışan tam bir kapitalist refleksi.

Gizli Zam

Ana gündem ekonomik kriz olduğunda, sokaktaki gündem de kriz oluyor. Krizle ilgili konuşulan ekonomik ayrıntılar gündelik jargonumuza girmiş durumda. Girmesi gayet doğal, çünkü bu zamların doğrudan muhatabı ezilenler.

Jargonumuza girmiş zam çeşitlerinden bir başkası, gizli zam. Stokçulukta olduğu gibi süreci fırsata çevirmek için, tüketiciye hissettirilmeden yapılan zamlardan. Zam yapılmasının herhangi bir şekilde tepki alabileceği düşünüldüğünde uygulanan bu yöntemde, tüketici dikkatli birisi olmadığı takdirde zammın fark edilmesi zordur. Bir ürünün fiyatını değiştirmeden, gramaj oynamalarıyla, tüketicinin daha az miktara aynı parayı vermesini sağlayan gizli zam, özellikle market raflarında gıdadan temizliğe farklı sektör ürünlerinde başvurulan bir yöntem.

Gizli zammın ne kadar kullanıldığıyla ilişkili yakıcı bir örnek yakın zamanda Ankara’da ASKİ tarafından başlatılan yeni bir uygulamayla kendini gösterdi. Hane su tüketimi hesaplanırken 1 aylık zaman dilimi değil de 39 günlük bir zaman dilimi üstünden hesabın yapılmaya başlandığı açığa çıktı.

Durum o kadar vahim ki Ticaret Bakanlığı şikayetlerden dolayı denetleme birimleri kurmak zorunda kalıyor. Denetimler sonucu ortaya çıkan tabloda 680 ürünün gramajıyla oynandığı ve 1296 üründe haksız zam yapıldığı görülüyor.

Örneğin, 1 liraya satılan ay çekirdeği daha önce 75 gramken şimdilerde 40 gram olarak satılıyor. 1 litrelik salça hem 830 grama düşmüş hem de fiyatı artmış durumda. 1000 gramlık beyaz peynir paketleri aynıymış gibi görünen 900 gramlık paketlerde satılıyor. 5 litrelik sular artık 4 litre; 300 gramlık bisküviler 240 gram; 800 gramlık sabunlar 600 gram ve fiyatları yüzde yüz artmış vaziyette, 6 kg’lık bulaşık deterjanları artık 4 kg olarak satılıyor. Bunlar gizli zam yapılan ürünlerin ufak bir kısmı.

Stratejik Zam

Ekonomik kriz, enflasyon, zam… Tüm bu hengame içinde yaşamlarımızı idame etmeye çabalarken konuşmayı atladığımız bir kısmı göz önünde bulundurmaya açık bir şekilde ihtiyacımız var. Yazının başında da zamlara ilişkin ayrımları ortaya koyarken şunu açık bir şekilde belirttik. İktidarların zam yapmak için ekonomik krize ihtiyacı yoktur. Bunun anlamı nedir? Zam denilen şeyin sadece ekonomik bir denklem içerisinde düşünülemeyeceğidir.

Mevcut krizin kendini yoğunluklu hissettirdiği dönemde, kağıdın pahalılaşmasıyla orantılı olarak birçok yayınevinin ve gazetenin yayınlarını basamıyor oluşu gündeme gelmişti. Doların lira üstündeki değerinin artması ve kağıdın ithal edilmesiyle ilişkilendirilen durum, arkasında devletin yayıncılık stratejilerine ilişkin uzun bir tarih saklıyor. Devletlerin böyle dönemlerde muhalefetin “yıpratıcı” etkisinden kurtulmak üzere gözden çıkardıkları bu sektör aracılığıyla -ekonomik kriz yaşansın ya da yaşanmasın- stratejik olarak yayınların iktidara uyumlulaştırılması hedefleniyor.

Alkol ürünlerine sene içerisinde yapılan 3 ayrı zammı diğer zamlardan ayıran stratejik yan ise, bunun “makbul” olmayan bir yaşam tarzıyla ilişkili oluşu. Özellikle iktidarın dinsel değerleriyle uyumlu olmayan buna benzer ürünler üzerindeki fiyat politikasıyla terbiye edilmeye çalışılanlar, dolaylı olarak dayatılan hakim kültürün bir parçası olmaya zorlanıyor.

Ekonomik bir denklemin belki de dolaylı birer parçası konumunda bulunan bu iki örnek, zamların devletin işine başka şekillerde de yaradığını görmek açısında önemli.

Zamlar arttığından beri böyle süreçlerin toplumsal kırılmalara yol açabilecek zamanlar olduğunu söyleyenler, iktidarı devirmek için elverişli olduğunu yazanlar bir noktayı gözden kaçırıyor. Zam halinin toplumda yaratacağı etki, öngörüldüğünün aksine her zaman toplumsal bir isyana yol açmayabilir. Bu durumlarda toplumsal reaksiyonlara baskın siyasal kültür ya da popülist açıklamalar yön verebilir. İçinde bulunduğumuz dönemde devletin OHAL gibi baskı, medya gibi manipülasyon ve gündem belirleme aygıtlarına sahip olduğunu düşündüğümüzde, toplumsal reaksiyonun değil iktidara karşı bir isyana dönüşmesi; tam tersi bir mobilizasyona açık olduğunu görmek gerek. Zammın stratejik kısmı yoğunluklu olarak burayla ilişkili. Kriz döneminde işinden atılma korkusu yaşayan bir işçinin daha yoğun ya da daha az ücrete çalışmayı kabul etmedeki psikolojisi ne ise, toplumsal anlamda içinde bulunulan konumu muhafaza etmek adına katlanabilirlik kapasitesinin artması da bu durumla ilişkilidir. Hatta böyle durumlarda manipülatif nedenlendirmelerle milliyetçilik, ırkçılık, dincilik körüklenebilir. Ekonominin kötüye gittiği zamanda işsizliğin temel nedeni olarak gösterilen Suriyeli göçmenler ve onlara karşı girişilen linç, işte bu tarz bir stratejinin sonucu olarak işlemişti. İktidara karşı ses çıkaran farklı kesimlerin bir şekilde ABD-AB ile ilişkilendirilmesi ve bunun üstünden vatan hainliği kampanyalarının başlatılması, yerli ve milli ekonomiye yönelik komplo girişimleri olarak “kriz söylemi”nin yükseltiliyor olduğu iddiası bile sadece krizden kurtulmanın yollarını ararken bir oyalama taktiği olarak görülemez. “Böyle bir süreçte muhalifleri de aradan çıkaralım.” anlayışının bir parçasıdır bu.

Açığı, gizlisi ya da stratejiği fark etmeksizin zamlar, ezilenleri ekonomik ya da siyasi açıdan baskı altında tutmaya yarayan uygulamalardır. Bu süreçler muhakkak ki önemli süreçlerdir. Bu durumu bir fırsata dönüştürüp popülist söylemlerle geçici değişiklikler yaratabilmek için değil. Bu durumlarda açığa çıkan toplumsal ya da ekonomik ihtiyaçlara çözüm yaratmaya yönelik çabaları daha hızlı ortaya koymak adına önemlidir. Bu yaşamsal örgütlenme gerçekleşmeksizin girilecek bir politik macera bizi en fazla yerel seçimlerde kullanılmak üzere bekletilecek bir politizasyona sürükleyecektir.

Kriz anlarında bir toplumsal devrim fikri, ancak ve ancak o ana gelene kadar toplumda örgütlenerek, yeni siyasal ve ekonomik yapılar oluşturarak gerçekleşebilir.