Ataerkil Ritüeller (1):Sünnet- Şeyma Çopur

Kadınlar hep masallarda anlatıldığı gibi prensler tarafından kurtarılmadı. İnsan soyunun ağaçlardan inip yaşamını iki ayak üzerinde sürdürmeye başladığı zamanlarda bile kadınlar, doğurganlığıyla ayrıcalıklı bir konumdaydı. Yaşamı temsil eden birer tanrıçaydı kadın. Doğayı, bereketi, toprağı, canlılığı ve verimliliği simgelerdi. Topluluğun ihtiyaçlarının temininde ve adaletli bir biçimde dağıtılmasında söz sahibiydi.

Cinsiyet ayrımı olmadan yaşanan binlerce yılın ardından ne zaman ki merkezi iktidarlar toplumsal yaşamı kontrol etmeye ve üretim ilişkilerini yönlendirmeye başladı; kadın da toplumdaki konumunu yitirdi, erkeğin boyunduruğu altına alındı. Bereket Tanrıçası Kibele de yerini Bereket Tanrısı’na bıraktı. Yunan mitolojisinde Dionysos ile Afrodit’in oğlu olan Bereket Tanrısı Priapos, Roma uygarlığında fiziki aşkın ve erkekliğin sembolü oldu.

Peki erkeklik ne? Çağlar boyunca erkeklik savaşlarla, kahramanlıklarla eş tutulmuş. Toplumdan topluma küçük farklılıklar taşısa da genelde “zayıf” olan kadının koruyucusu ve aşığı, “güçlü” olan devletin bekası için savaşan bir askeri, “yüce” tanrının sadık bir kulu olarak anılır erkek. “Namus” ve “şeref” ile anılır.

Ama erkeğin erkekliğini kanıtlaması şartıyla. Çıktığı avdan iyi bir avla dönecek! Eşine karşı iktidar olacak, kanlı çarşafı getirecek!

Çocukluktan erkekliğe geçişte de sünnet olacak. “Oldu da bitti” denecek!

Sünnet’in Kökeni

Sünnetin ataerkil dönem öncesinde Afrika kıtasında ana tanrıçaya adak adamak için toplanan erkeklerin cinsel organlarını keserek sunağa atmasıyla başladığı düşünülüyor. Bu gelenek Hititlerde, Azteklerde, İbraniler ve Fenikelilerde, Sümerlerde ve eski Mısır’da da sürer. Eski Mısır’da toplumsal statü belirlemek için bir araca dönüşür ve yalnızca tutsaklara ve kölelere uygulanır. Ayrıca kesme işleminde de değişikliğe gidilerek yalnızca penisin ucu kesilir. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan mumya ve mezar kalıntılarında bu değişiklik çok net olarak görülmektedir.

Firavunun sarayında bir soylu olarak doğan Musa -ki soylu olduğu için sünnet olmamıştı- kendisine inananları, tanrının vaat ettiği topraklara erişmek için tanrıyla bir anlaşma yapmaya ve anlaşmanın işareti olarak da sünnet olma geleneğini yahudilere taşır. Bu durum yahudilerin kendilerini seçilmiş olarak görmelerine yol açar.

Yahudilikte Lilith ile ilgili anlatılara da rastlanır. Bütün kötülüklerin anası kabul edilen Lilith’in sünnetli erkeklere dokunamadığı düşüncesi, yeni doğan erkek çocukların 8. günde sünnet edilmesinin gerekçesine temel yapılmıştır. Ayrıca sünnetin mastürbasyonu önlediği ve şeytan olarak kabul edilen Lilith’in çocuklarının doğmasına engel olduğu inancı bugün bile mevcuttur.

Hristiyanlıkta İsa sünnetlidir ama onun getirdiği din sünnetli olmayı emretmez. Hristiyanlığın ilk zamanlarında din büyüklerinin yaptığı bir tartışmada “kurtuluş için tanrısal hukuka bağlı olmanın gerekmediği” kararı alınınca bu hukukun bir parçası olan sünnet de İsa’ya inananlar için şart olmaktan çıkar.

İslamiyette ise sünnet, peygamberin söz ve davranışlarına verilen bir isim aynı zamanda. Muhammed’in sünnet olup olmadığı net olmamakla birlikte ve bu yönde dini bir emir olmamasına rağmen sünnet olmak, bu dine inananlar için olduğu kadar bu dinin yayıldığı topraklardaki her erkek için zorunlu hale gelmiştir. Sünnet olmayan müslüman bir erkek düşünülemez!

Erkekliğin Olmazsa Olmazı!

Peki nasıl oldu da ana tanrıçaya adak adamakla başlayan ve farklı dinlerde farklı uygulamalarla gerekli dahi bulunmayan sünnet bizim coğrafyamızda erkekliğin vazgeçilmezi halini aldı?

Orta Asya’dan Akdeniz’e kadar yayılan ve Batı’nın “barbar”, kendisinin ise “savaşçı” diye nam saldığı bir toplum elbetteki militarist davranış kalıplarıyla hareket edecektir. Başta her zaman ulu bir hakan ya da sultan ve onun altında sorgusuz sualsiz uygulayıcı teba. Günümüzde de reis ya da başkan ve yine devletin bekası için kurşun yiyen ya da kurşun atanlar… Bütün bu motivasyonu eksiksiz sürdürmek, savaşan insanların -ki bunlar yalnızca ve yalnızca erkeklerdir- sefere, cenge, harbe gidişlerini, ardından da gazi ya da şehit oluşlarını normalleştirmek gereklidir. İşte erkekliğe ilk adım atmak olarak lanse edilen sünnet ve bunun seremonisi hiç sorgulanmadan tekrarlandıkça hem süregiden erkek egemen anlayışa bir çivi daha çakmakta hem de sünnet edileni bir sonraki büyük seremoniye, askerliğe geçişe hazırlamakta.

Sünnet, bu topraklarda kanunen zorunlu; dinen de farz olmadığı halde toplumsal olarak öyle kuvvetli bir karşılık bulur ki kendine göre bir ritüel olmanın çok ötesinde erkeğin ve ailesinin sonraki yaşamını belirleyen bir hal alır. Kişi günümüzdeki adıyla söylersek mahalle baskısı yüzünden evlenemez bile. Alay ve utanç konusu olur.

Oysa sünnet olan erkek çocuk böylesi bir yaptırımla karşılaşmadığı gibi aksine ilgi ve övgü ile karşılanır. Çocuk, “pipi”sini rahatlıkla gösterebilme meşruluğunu edinir. Ailesi bunu, onur ve gurur kaynağı görür.

Vücut Bütünlüğüne Saldırı

Sünnet, çoğu zaman sağlık ya da hijyen gibi gerekçelerle savunulmaya çalışılsa da günümüzde birçok ülkede tartışıldığı gibi “kişinin vücut bütünlüğüne bir saldırı”dır. Penis üzerindeki derinin kesilip atılması olan sünnet en başta doğal olana bir müdahale anlamını taşır. Oysa regl, doğal bir döngü olmasına rağmen ayıp sayılmakta, gizlenmekte, konuşulması bile istenmemektedir. Bu bile sünnetin cinsiyetçi bir ritüel olduğunu bariz bir şekilde göstermektedir.

Vücut bütünlüğüne saldırı konusunda bir mahkeme kararı tartışmayı alevlendirdi. Almanya’nın Köln şehrinde görülen bir dava sonucunda mahkeme, din kaynaklı erkek sünnetini “beden yaralaması” olarak tanımladı. Bu karar, ülke içinde olduğu kadar ülke dışında yaşayan müslüman ve yahudilerde “infial” uyandırdı. Öyleki bu kararın din düşmanlığı yaptığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil.

Sünnet Şeytani Arzuları Törpülüyor!

Benzer bir düşünceyle yola çıkan İzlanda, sünneti ülke içinde komple yasaklamayı hedefliyor. Kaygı Almanya’dakine benzer. Çocuğun haklarının, dini haklardan önde geldiğini düşünen İzlanda meclisine seçmen de destek verirken bir tek dini kesimlerden tepki geldi “doğal” olarak!

Sünnet için yapılan müdahalenin kişinin cinsel arzusunda belirli bir azalmaya yol açtığı ile ilgili yapılan araştırmalar sünnetin bu “şeytani” arzuları törpülemek için din büyüklerince uygulatıldığını da düşündürmektedir. Bazı coğrafyalarda bugün hala uygulanan ve pek çok kadının kan kaybından ölümüne yol açan kadın sünneti de böyle bir dini amaç taşımaktadır.

Sünnetin şeytanla ilişkilendirilmesi yalnızca din otoritelerinin değil zaman zaman devlet yetkililerin ve siyasetçilerin de başvurduğu bir yöntem. Devlet, başta Kürt özgürlük mücadelesi olmak üzere tüm toplumsal muhalefeti halkın gözünde zayıf ve güçsüz göstermek, aşağılamak ve değersizleştirmek için katlettiği devrimcilerin sünnetsiz olduğu şeklinde haberler servis etmekte, bu yönde açıklamalarda ve beyanlarda bulunmaktadir. Böylece sünnet, devletin en yüksek makamınca da savunulmakta; sünnet olmama durumu ise “resmen” kötülenmektedir.

Bu ve benzeri söylemlerle devlet iktidarı, erkeğin “iktidar” olması için erkek, erkek olması içinse sünnet olması gerekliliğini yineler durur.

Sünnet Lobisi

Sünnet derisinin kimi cilt hastalıklarında ve estetik amaçlı sağlık sektöründe kullanıldığını da düşünürsek bir “sünnet lobisi”nden de söz edilebilir. Her sünnet sünnet derisi, her sünnet derisi de para demek diye düşünen şirketler sünnetin sağlıklı olduğuna dair zaman zaman sağlık kuruluşlarının araştırma sonuçlarını paylaşıyorlar. Elbette bu araştırma sonuçları kesin bir bilgi taşımıyor ama bu tür açıklamalar defalarca yinelendiğinde sünnet olunması yolunda bir etki yapıyor ister istemez. Günümüzde ABD’de sağlık amaçlı sünnetlerin oldukça yaygın olmasının bir nedeni de bu.

İster sünnetli ister sünnetsiz olsun, erkekler bu ataerkil, bu cinsiyetçi sistem sürdüğü sürece kadınlar üzerindeki iktidarlarını sürdürmeye devam edecekler. Bu iktidar, erkeklere kadınları taciz etme, onlara tecavüz etme ve hatta katletme meşruluğunu sağlıyor. “Erkekliğime laf etti” demesi erkeğin yüksek ceza almasının da önüne geçebiliyor. Bu noktada devlet de erkekle aynı tarafta. Dinler açısından da durum farketmiyor. Hristiyan, yahudi veya müslüman ağırlıklı olup olmadığı fark etmeksizin neresi olursa olsun kadınlara yönelik şiddet hız kesmeden devam ediyor; erkeğin “pipi”sinin sünnetli olup olmaması fark etmiyor.

Erkekler Farkında Mı?

Devletlerin, dinlerin ve kapitalizmin kıskacında kalan kadınlar olarak farkındalıklarımızı geliştirip onların zorlamalarına karşı mücadele yürütüyoruz. Ama erkekler sistemin iktidarını kendi bedenleri üzerinden yeniden yeniden var ettiklerinin farkına varmadıkça ve hatta paylaştıkları iktidar onlara tatmin de sağladıkça bu durumun değişmesi için bir çabaya girişmiyorlar. Cinsiyetçiliğin ve ataerkinin ortadan kalkması kadınların yanı sıra elbette erkekleri de özgürleştirecek. Sünnet ile ilgili yapılan tartışmalar bunun için değerli.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.