GDO

Meydan Gazetesi’nin geçen sayısında başlattığımız bu bölümde ekoloji, alternatif tarım yöntemleri, kolektif ve kooperatiflerle ilgili bir kavramı ele alıp kendi perspektifimiz doğrultusunda tanımlamaya devam ediyoruz.

Son yıllarda belki de adını en fazla duyduğumuz kısaltmalardan bir olsa gerek GDO. Aslında Rekombinant DNA Teknolojisi olarak adlandırılan bir tekniktir. Bahsi geçen teknik ile organizma üzerinde kalıtsal değişiklik yapılır, farklı DNA’lar birleştirilerek ya da bir organizmadan diğerine DNA aktarılarak yeni bir DNA, başka bir deyişle rDNA üretme işlemine organizmanın genetiğini değiştirmek deriz.

60’lı yılların başlarında teknolojinin özellikle gen teknolojisiinin muazzam bir ivme kazanması, GDO’yu tetikleyen başlıca unsurlardandı. Yine aynı dönemde özellikle tarımda kullanılan gübre ve ilaçların doğa ve insan yaşamının üzerinde yarattığı tahribat tartışılmaya başlandı. Kapitalizm bir yandan endüstriyel tarımın nimetlerinden faydalanırken diğer yandan eleştirileri göz ardı edemiyordu. Bunun üzerine, her yüzyılda bir yaşandığı gibi üretilen yiyecek miktarının artan nüfusa yetmeyeceği yaygaraları çıkarılmaya başlandı. Nihayetinde, 60’lı yıllardaki girişimler 1973 yılında ilk kez genetiği değiştirilmiş bir bakteri şeklinde ilk meyvesini verdi. Art arda yaşanan gelişmeler 1988 yılında Çin’in ilk GDO’lu tarım üretimini yapması, 1995 yılında ilk GDO’lu mısırın üretimi ve 1998 yılında GDO’lu ürünlere etiket zorunluluğu ile devam etti. 2000’li yıllara gelindiğinde ve GDO’nun önlenemez yükselişi devam ederken ona yönelik tepkiler de çığ gibi büyümeye devam ediyordu, halen ediyor.

Bu toprakların GDO ile tanışması ise 1998 yılındaki tartışmalarla başladı. 2003 yılında Arjantin’den Türkiye’ye getirilen soyanın GDO’lu olması tartışmaları alevlendirdi. 2009 yılında çıkan ve GDO’yu engelleyeceği söylenen yönetmelikten sonra sınırdan en az 32 ayrı GDO’lu gen girişi tespit edildi. 2010 yılına gelindiğinde çıkarılan “Biyogüvenlik Kanunu” sınırdan GDO’lu ürün geçişini engellemediği gibi, GDO’cuların “Güvenlik Kaygılarını” hafifletmeye yaradı.

GDO’ya konu olan canlıların başında ise soya, mısır, yer fıstığı, ayçiçeği, buğday, pirinç, domates ve bazı balık türleri geliyor.

Öte yandan GDO’nun kayda geçmiş zararları arasında başta biyolojik çeşitliliğe zarar vermesi, çeşitli alerjilere neden olması, hayvanlarda antibiyotik direncini artırması sayılabilir. Öte yandan bir çok uzman üretilen her bir GDO’lu ürünün tüm canlı yaşamı için kelimesi kelimesine zehir anlamına geldiğini belirtiyorlar.

 

 

Bu sayı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.