Queer Teori Tartışmaları(1): Kimliklerin Reddi mi Stratejik Özcülük mü?-Mercan Doğan

Queer Teori Tartışmaları yazı dizimizin ilk bölümünde bu teoriyi kimliksizleşme olarak yorumlayan, buna karşı kimlikleri yapıbozuma uğratma olarak tanımlayan ve queerin özcülük/kimlik karşıtı politik duruşunu eleştirel bir bakış açısıyla ele alan düşüncelerin birkaçına yer vereceğiz.

 

Queer teori terimini ortaya koyan Teresa de Lauretis, araştırmalarının merkezine cinsiyet kadar ırk kavramını da koymuştu. Ancak queer teori, günümüzde var olan queer teorilerinin çok azının ırktan bahsediyor olması gerekçesiyle eleştirilir. Eleştirinin temellerinden biri de belli başlı teorisyenlerin çoğunun beyaz olmasıdır ve teorinin beyazlaştırıcı olduğunu söyleyenler vardır.

“Sabit cinsel kimlik kategorilerini reddetmeye çağrı yapan queer düşünceler, kişinin hayatta kalması için elzem olan geleneksel toplumsal kimlikleri ve toplumsal bağları göz ardı ediyormuş gibi görünüyor.” diyen queer teorisyen Cathy Cohen, queer alanındaki teorik araştırmalarda ırkın da en az toplumsal cinsiyet ve cinsellik kadar dikkatle ele alınması konusunda Lauretis’e katılıyordu. Cohen’in düşüncesinde cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılık ile ırk ve sınıf ayrımcılığı aynı şekilde ele alınmalıdır.

Queer teorisyen Gloria Anzaldua, ırk kategorilerinin, insanların tanımlanıp denetlenmesinin en önemli biçimlerinden biri olduğunu söyler ve ona göre ırk, bireylerin yaşamları için en az cinsiyet kadar belirleyici bir kimliktir.

Kimliksizleşme ya da Kimlikleri Yapıbozuma Uğratma?

Queer teorinin bilinen isimlerinden Michael Warner’a ve daha birçoklarına göre queer, “özü olmayan bir kimlik” olsa da başka birçok queer teorisyene göre kimliğin ya da özcülüğün dışlayıcı bir etkisi vardır. Butler başta olmak üzere birçoklarının karşı çıktığı da bu dışlayıcı etkidir. Bahsi geçen kimliğin kimleri temsil ettiği, kimleri dışarıda bıraktığıdır asıl sorun.

Butler siyah, beyaz, kahverengi, gey, lezbiyen, kadın, erkek vb. tanımların kullanılmasına karşı değildir ama bu tanımların kullanımında daima risklerin açığa çıktığının farkında olunması gerektiğini söylemiştir. “Siyah kadın” olmak ile “beyaz kadın” olmanın aynı şey olduğunu kabul eder. Ona göre, bu tanımların tarif ettiği kalıplar kabul edilmemelidir, sınırları silikleşmelidir yoksa mutlaka birileri dışlanır. Önerdiği tam olarak kimliksizleşme değil -kendi tabiriyle- kimlikleri yapıbozuma uğratmaktır.

“Stratejik Özcülük”

Eleştirel queer teorisyen Gayatri Chakravort Spivak ise -sadece ırksal olarak değil- her türlü gerekçeyle marjinalleştirilmiş grupların zaman zaman kendilerini özselleştirmelerinin geçici bir avantaj sağlayabileceği düşüncesine dayanarak “stratejik özcülük” kavramını geliştirmiştir. Ortaya çıkışının ardından “post” teorilerde sıkça kullanılmaya başlayan stratejik özcülük, grupların içindeki bireyler arasında farklılıklar ve anlaşmazlıklar olsa da amaçlarına ulaşmak ya da asimilasyonu engellemek için bazen grup kimliklerinin öne çıkarılabileceğini, özselleşmenin bir yöntem olabileceğini anlatır. Spivak bu kavramın ortaya çıkışından bu yana özcülüğü destekler gibi kullanılmaması gerektiğini vurgulamıştır.

Spivak, günümüzde her kimliğin yapısının radikal bir şekilde yeniden çözümlenebileceğini; bu kimliklerin özcülüğünün apaçık hayal ürünü olduğu gerçeğinin farkındalığındadır. Hayal ürünü de olsa dünya hala bu özcü kimliklerle dönüyorken gerçek değişimler ortaya koymak amacıyla politik bir çıkar için stratejik olarak kullanmayı önermiştir.

Stratejik özcülük sabit kimlikleri yeniden tartıştırmıştır. Alan Sinfield, kimlik politikaları temelinde yapılan LGBTİ hakları kampanyalarının “kazanım”larından bahsederek belki de kullanılabileceklerini; Elizabeth Grosz ve bazı başka teorisyenler ise politik olarak “kazanım” isteniyorsa hem kimlik hem de queer politikasının kullanılması gerektiğini iddia eder.

Gayatri Spivak’ın 1988’te yazdığı “Madun Konuşabilir mi?” kitabındaki “kahverengi kadınları kahverengi adamlardan koruyan beyaz erkekler” tespitini bir adım öteye taşıyan ve kendisini kahverengi queer bir feminist olarak tanımlayan Sara Ahmed “kahverengi kadınları kahverengi adamlardan koruyan beyaz kadınlar”dan bahsederek hakim feminist algıyı eleştirir. Spivak’ın kavramı bu noktada girer devreye; kahverengi kadınları kahverengi ya da beyaz adamlardan korumanın kahverengi kadınlar tarafından gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu savunur. Meydan Gazetesi’nin 7. sayısında “Hindistan’ın Pembe Giymiş Kadınları: Gulabi Çetesi” başlıklı yazıda anlatılan Gulabi Çetesi, Spivak’ın önerdiğine; madunlar için stratejik özcülüğe örnek verdiği bir örgütlenme modelidir. (Spivak madun kavramıyla “yurttaşlık yapılarına erişimi olmayan kişi”yi kasteder.)

Hindistan’ın en yoksul bölgesi olan Banda ve civarında yaşayan, kastın en altında olmaları sebebiyle ezilen, kadın olmaları sebebiyle de iki kez ezilen kadınlar tarafından 2006 yılında kurulan Gulabi Çetesi, kadınlara şiddet uygulayan erkekleri bambu dallarından yonttukları sopalarla döverek tüm dünya tarafından bilinen bir örneğe dönüştü. Spivak için örgütlenip seslerini duyurmaya başladıkları anda madunluktan çıkmış sayılan çete, madun grupların, maduniyetlerinin farkındalığıyla mücadele ettiklerinde politik öznelere dönüşebilmelerinin mümkün olabileceğini gösteriyor. Ayrımcılık konusunda Gulabi çetesinin aştığı eşik onlara toplumsal hiyerarşide daha üst bir konum sağlamıyor. Aksine bu hiyerarşinin kendisine karşı çıkan madunlar kendilerini gerçekleştirebilme, var olabilme imkanı kazanıyorlar.

 

Bu yazı  Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.