Seçimler Üzerine

İki aylık süre boyunca her meselenin yerel seçimlerle beraber değerlendirildiği, siyasete propaganda malzemesi edildiği yerel seçim sürecini geride bıraktık. Bu yerel seçimlerin, yerellikten uzak ve genel seçim gibi geçeceğinin bilindiği bir ortamda belediye seçimleri gerçekleşti. Seçim gündeminin ana figürleri bu iki aylık süre boyunca, belki de genel seçimlerde olmadıkları kadar çok göründü, konuştu, propaganda yaptı.

31 Mart günü yapılan oylama, 24 Haziran sonrası başlayan başkanlık sisteminde gerçekleşen ilk seçimdi. Bu süre zarfında merkezin siyasal figürü olan ama yerelle bağlarını “muhtarlar toplantısı” gibi toplantılarla besleyen Tayyip Erdoğan, devlet iktidarının yüzü olarak süreç boyunca en çok görünen figürdü. Bu durum, bundan sonraki yerel seçimlerin de benzer bir şekilde genel seçim havasında geçeceğinin açık göstergesiydi.

Bu süreçte bu kadar belirgin aktör olması, yerel seçimleri varolan anlamının çok daha ötesine taşıdı. Bu anlam taşması, yerel seçim sürecinin bir türlü bitmemesinin sebepleri içerisinde yer alıyor.

Bitemeyen Seçimler

Her ne kadar fiili olarak seçim süreci geride bırakılsa da, özellikle İstanbul’da seçim sonuçlarına AKP’nin yaptığı itirazlar ve oyların yeniden sayım aşamasının sonuna gelinmedi. Yerel seçimlerin bir türlü bitememe durumu, seçimin taşıdığı politik anlamlarla ilişkili. AKP daha önce Gezi İsyanı sonrası yapılan ilk seçim olan 30 Mart 2014’te başlattığı, esas olarak ise başkanlık sistemine geçiş için parlamentoda anayasayı değiştirme çoğunluğunu işaret eden “400 vekili verin” söylemiyle 7 Haziran 2015 seçimlerinde belirginleştirdiği, seçimleri iktidarının oylandığı/onaylandığı referandumlara dönüştürme fiilini 31 Mart’ta da sürdürdü. Kaldı ki 31 Mart seçimlerinin başkanlık sistemine geçiş sonrası ilk seçim olması, kendi doğalında, bir referandum havası yaratmaya yetti.

AKP-MHP koalisyonuyla oluşan Cumhur İttifakı’nın seçim süresince muhalefete yönelik karalama kampanyaları ve devletin bekası vurgusu; seçimler öncesinde özellikle ekonomik krizle ilişkili olmak üzere yaşanan toplumsal rahatsızlığın farkında olunduğunun ve bu rahatsızlığın daha öncelerde olduğu gibi milliyetçi-muhafazakar retorikle aşılma stratejisinin işletildiğinin en açık göstergesiydi. Özellikle “savaş siyaseti”nin olumlu geri dönüşünü 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra fazlasıyla alan AKP, 7 Haziran seçimlerinden bu yana işlettiği stratejisini bu seçimlerde de sürdürmeye çalıştı.

Tabi ki bu strateji sadece söylemsel düzeyde değildi. Yine aynı şekilde 7 Haziran seçimlerinden bu yana sürdürdüğü OHALvari uygulamalar, devlet kurumlarını elinde bulundurmanın avantajından yararlanarak seçim öncesinde tutukladığı, adaylığını iptal ettiği, iptal etmekle tehdit ettiği, itibarsızlaştırmaya çalıştığı muhalefet karşıtı stratejisini bu seçimlerde de işletmekten geri kalmadı. “Düşman” ve “terörist” söylemleriyle, kendisi gibi siyasal gerçekliğin içinde bulunan partileri ve politikacıları siyasal alanın dışına itmeye çalıştı.

Ancak siyasal iktidar, şu ana kadar (seçimden bir hafta sonrasına kadar), İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere büyük şehirlerde istediği başarıyı elde edemedi. Adana ve Antalya gibi şehirlerin dışında birçok büyükşehir ve belediye ya ittifak ortağı MHP’ye ya da CHP’ye geçti.

Belediyelerde Başkanlık Sistemi

Seçimlerde kim kazandı sorusuna doğrudan verilebilir bir cevap olmamasına karşın, MHP’nin ittifaktan yana karlı çıktığı sonucu çıkarılabilir. Manisa Büyükşehir, Iğdır, Osmaniye, Bartın, Erzincan, Karaman, Amasya, Çankırı, Kastamonu, Karabük, Kütahya ve Bayburt’ta MHP  adayları kazandı. Seçimlerin hemen ertesinde Devlet Bahçeli’nin belediye başkanlığı sistemine yönelik değişiklik önerisiyse akılları karıştırdı. Bir önceki yerel seçimlere göre daha fazla şehirde kazanan MHP’nin, bu yeni olumlu tablodan yola çıkarak yerel seçimlerin şeklini değiştirme önerisi çok tartışılmadan gündemden düştü. Devlet Bahçeli, Büyükşehir ve merkezleri kazanan belediye başkanlarının, diğer ilçe belediyelerindeki başkanları belirlediği bir sistem önerdi. İlçe belediyelerinin atanmasına dayanacak bu sistemin, MHP’nin şu anki pozisyonuna yarıyor olduğu düşünülse bile, ittifak ortağı olan AKP’nin -özellikle Ankara ve İstanbul’da içinde bulunduğu durumda- bu öneriyi onaylamayacağı bir gerçek.

Özellikle Tayyip Erdoğan’ın seçim gecesi Ankara’da gerçekleştirmiş olduğu balkon konuşmasında yaptığı “büyükşehir belediyelerinin CHP’nin elinde olmasına rağmen ilçelerin AKP’nin olduğu” vurgusu aslında bu öneriyle taban tabana zıttı. Bahçeli’nin ve MHP’nin bu önerisinin ne anlama geldiği şimdilik meçhul!

Olmadı Baştan Say!

Seçim sonuçlarının açıklandığı süre içerisinde CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’na verilen oylarla AKP adayı Binalı Yıldırım’a verilen oylar arasındaki farkın kapandığı anlarda Anadolu Ajansı’nda veri girişinin olmamasının gündem edilmesiyle başladı aslında İstanbul’daki başkanlık tartışmaları.

Seçimin ertesi günü sabahına kadar, alınan veriler noktasında belirsizlik sürdü. Bu belirsizliğin kaynağı Anadolu Ajansı’ndan bir süre sonra Yüksek Seçim Kurulu’na geçti. YSK açıklamalarının öncesinde önce Binalı Yıldırım bir teşekkür konuşması yaptı.

Muhalefetin adayı İmamoğlu, her 2-3 saatte bir basın toplantısı düzenledi, elindeki verilerin kendi lehine olduğunu açıkladı. Bu açıklamalar sırasında AKP İl Başkanı’nın açıklamaları ve Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşması gerçekleşti. Erdoğan’ın balkon konuşmasında açık açık “kazandık” vurgusu yapmaması, İmamoğlu’nun verilerini daha inanılası kıldı. Keza YSK ertesi gün İmamoğlu lehine bir oy tablosu açıkladı.

Bütün bunlara rağmen, seçim sonuçlarına ilişkin olumsuz bir durum olduğunun iddiasıyla oyların tekrar sayımı meselesi gündeme geldi. AKP İstanbul’daki 15 ilçede geçersiz oyların, 1 ilçede de tüm oyların sayılması talebiyle Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu.

Geçersiz oyların tamamının baştan sayılması sonrası aradaki farkın İmamoğlu lehine 14-15 bin bandında kalması, AKP’yi yeni bir hamle yapmaya itti. İstanbul genelinde kullanılan tüm oyların yeniden sayılması yönündeki bu itiraz hamlesinin YSK’den dönmesi üzerine ise AKP şapkasından -“Osmanlı’da oyun bitmez” sözüne uygun- yeni bir tavşan çıkardı: “Olağanüstü İtiraz”. 15 Temmuz 2016- 19 Temmuz 2018 arası  “resmi olarak” yürürlükte olan ancak fiiliyatta halen devam eden ve bu süreçte muhalefetin itirazlarına karşın bir referandum ile bir seçimin yapıldığı OHAL’i de çağrıştıran “olağanüstü itiraz” için, adayın seçimi kazandığı ilan edilerek mazbatasını almasından sonra 7 gün içinde başvuruda bulunulması gerekiyor. Olağanüstü itiraza da olumsuz yanıt alması halinde ise AKP’nin önünde tek seçenek olarak İstanbul seçimini iptal ettirmek kalıyor.

AKP içinde AKP

Ancak gelinen aşamada süreç, İstanbul’daki seçimlere itirazdan -giderek 7 Haziran 2015’e benzeyen bir şekilde- sonuçları tanımama ve iktidarın sayısal çoğunluğu elde ettiği 1 Kasım’da olduğu gibi tekrar ettirme aşamasına doğru ilerledi. Erdoğan’ın 31 Mart gecesi yaptığı ve sonuçları, il/ilçe oranlarının lehlerine olduğu vurgusuyla “fiilen” tanıyan açıklamasına tezat olarak, 1 Nisan günü itibariyle AKP cenahından itiraz sesleri yükselmeye başladı. İlk emaresinin, daha önce AKP güdümündeki STK’lardan SETA’da yöneticilik yapmış, şimdi de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olan Fahrettin Altun’un paylaştığı sosyal medya mesajı ile görülmeye başlandığı itiraz/sonuçları tanımama sürecinin yürütücülüğünü AKP  içindeki “Pelikan Grubu” olarak bilinen klik yapıyor. Arkasında Berat Albayrak ile grubun “merkez yayın organı” Sabah gazetesinin de içinde bulunduğu Turkuvaz Medya’nın sahibi Serhat Albayrak’ın olduğu bilinen Pelikan, kamuoyunda adını ilk kez Mayıs 2016’da internette paylaştıkları ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nu sert sözlerle hedef alan dosya ile duyurmuştu.

ABD’li yazar John Grisham’ın iki yüksek yargıcın öldürüldüğü ve cinayetlerde hükümete uzanan ilişkileri konu alan romanına atıfla Pelikan Dosyası adıyla yapılan paylaşım sonrası Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan azledilmesi, söz konusu kliğin siyasi gücünün nelere kadir olduğunu gösterdi. Ancak kendilerini “Erdoğan için canını feda edecek reisçiler” şeklinde tanımlayan Pelikancıların, bu siyasi gücünün yanı sıra iktidarın çeşitli “devasa projeleriyle” bağlantılı, son derece güçlü ekonomik ilişkilere de sahip olduğu biliniyor.

Bosphorus Global adlı STK görünümündeki iktidar aparatı üzerinden sosyal medyada manipülasyon kanalları bulunan Pelikancıların iktisadi rant ilişkilerinin merkezinde ise Turkuvaz Medya ile paydaş olan Kalyon İnşaat yer alıyor. Kalyon İnşaat’ın yüklenici olduğu ve iktidarın da propagandasını yapmaktan geri durmadığı projeler arasında Mahmutbey- Mecidiyeköy metro hattı, Başakşehir Stadyumu inşaatı, Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi inşaatı, Hasköy Tüneli, İstanbul- Şile/Ağva yolu inşaatı var. Şirketin bu iktidar projeleri dışında 3. Havalimanı inşaatı üzerinden İBB’ye bağlı şirketlerle geliştirdiği ilişkiler de İstanbul’daki seçimlere itiraz/sonuçları tanımama sürecini Pelikancıların tarafından niçin bu yükseltildiği noktasında önemli bir veri sunuyor.

AKP içinde “yeni paralel devlet” olarak adlandırılan Pelikancılar, İstanbul seçimlerine itiraz ve başlarda temkinli yaklaşıldığı gözlenen bu söylemin sahiplenilmesi üzerinden AKP-MHP iktidar bloku cenahında giderek bir “konsolidasyon” sağlamış görünüyor. Ancak medyadaki “tartışma programlarına” kimin katılacağından AKP teşkilatlarındaki yönetim değişikliklerine kadar her şeye müdahil olduğu ve bu nedenle parti içinde “homurdanmalara” neden olduğu bilinen Pelikancıların, daha önce aynı şekilde adlandırılan ve sonrasında “darbe girişimi sorumlusu, terör örgütü” nitelemesi şeklinde bir akibete uğrayan benzerleriyle aynı sonu yaşayıp yaşamayacağını, iktidar sarmalındaki diğer kliklerin gelecekte gerçekleşmesi muhtemel hamleleriyle göreceğiz.

Yeni Bir Lider Doğuyor

Seçimin hemen ertesinde Anıtkabir ziyareti gerçekleştiren Ekrem İmamoğlu’nun ziyaret defterini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla imzalaması kadar, siyasal iktidar kanadının gündeminde İmamoğlu’nun BBC röportajı da yer alıyordu. Gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacak mısınız sorusuna “Allah bilir.” cevabını veren İmamoğlu’nun, CHP’lilerin “kazanan lider” boşluğunu doldurduğu farklı kesimler tarafından dillendirilmeye şimdiden başlandı.

Kısa süre içerisinde elde ettiği başarı, özellikle seçim süresince takındığı tavır ve süreç yönetimi İmamoğlu’nu CHP’nin özlem duyduğu lider olarak yükseltti. O kadar yükseltti ki toplumsal muhalefet içerisinde yer alıp İmamoğlu’nu eleştirenler, eleştirilerini özeleştiriye dönüştürdü ve İmamoğlu’nu geleceğin lideri ilan etti.

İmamoğlu’nu yerel seçimlerin yıldızı yapan neydi? Aslında İmamoğlu’nun böyle ön plana çıkmasına neden olan şey, ne üç ayda kendini iyi tanıtması ve sevdirmesiydi ne de seçim gecesi takındığı kararlı tutumuydu. İmamoğlu bir “anti” adaydı. AKP’nin belirlediği adayın karşısına çıkacak herhangi bir adayın, İmamoğlu kadar bir şansı vardı. İmamoğlu’na oy verenler, İmamoğlu geleceğin lideri olduğu için değil AKP adayının başkan olmaması için oy vermişti.

İmamoğlu’nun yükseltilmesinin gizlediği bazı durumları açıkça ifade etmek gerekiyor. Öncelikle, İmamoğlu sadece CHP tabanına hitap eden bir aday değildi, İP’nin de desteklediği aday milliyetçi kesimin hoşuna gidecek açıklamalardan kaçınmadı, tersine özellikle milliyetçi-muhafazakar seçmenlere hoş gelecek açıklamalar ve eylemler içine girdi. Kılınan namazlar, okunan dualar, milliyetçi ve muhafazakar siyasetlerle özdeşleşmiş Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş paylaşımları…

Tabi ki popülist bir siyasi partinin kendini sol değerlerle özdeşleştirdiği iddiasına rağmen buna benzer “açılımları” çok şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, kendine devrimci diyen siyasi parti ve grupların, bu yükselen “yıldızın” kuyruğuna sorgusuz sualsiz takılmasıdır.

Gizlenen başka bir durum ise HDP’nin verdiği destektir. Sanki İmamoğlu HDP seçmenlerinin etkisi olmadan bu kadar oy almış gibi gösterilerek sevimli gözükülmeye çalışılan milliyetçi-muhafazakar çevrelerin lanetlemelerinden uzak duruluyor. Bu anti-adayın, havuzunda farklı çevrelerden gelen destek eritilerek Millet İttifakı’nın (yoğun olarak CHP’nin) başarısıymış gibi pazarlanıyor.

Bu gerçekliğe ısrarla gözünü yumanlar, kendi “tek adam”larını bulduklarını ilan edip başarılı politika izlediklerine kendilerini inandırıyorlar; kendilerini kandırıyorlar. Oysa ki “tek adam” zihniyeti ve işleyişinden dem vuranlar, anti-adaylarıyla başka bir “tek adam” yaratmayı hedeflediklerini ve bununla siyasi iktidarın anlayışına eklemlendiklerini idrak edemiyorlar.

Çoğunluk Değil Çoğulculuk Kazandı!

Seçimin hemen ertesinde, çoğunluğu esas alan anlayışın yerine çoğulculuğu esas alan anlayışın kazandığının; çoğunluk yaratmak ve gücü ele geçirmenin artık ülkedeki siyaset anlayışını belirlemedeki etkisini yitirdiğinin; toplumun farklı kesimleriyle uzlaşmanın önemli olduğunun altını çizen bir dizi yorum yapıldı. Yorum yapanlar, kuşkusuz ki İmamoğlu’nun “açıklanamayan galibiyetini” AKP-MHP bloğuna geri adım arttırmada önemli bir adım olarak görmekte.

Toplumsal algıda değişim olduğunu düşünenler, yeni bir siyaset biçiminin doğduğunu tespit edenler tüm bunları söylemekte -AKP’nin İstanbul’daki Belediye Seçimleri’ne yönelik YSK’ya yaptığı itirazla- aceleci davranmış oldu.

Siyasette güçlü olmanın parayla, devlet imkanlarıyla, medya gücüyle oluşan bir şey olmadığının propagandasını yapan parlamenter demokrasi sevdalıları, iktidarın esas kaynağının ne olduğunu görmemekte ısrar ediyor.

Sonun Başlangıcı mı?

Her ne olursa olsun, seçimler tekrarlanıp Binalı Yıldırım seçilse dahi AKP’nin siyasi bir karizma yitimi yaşadığı gerçeği önümüzde olgusal bir gerçeklik olarak duruyor. Aslında meselenin her geçen gün dallanıp budaklanıyor oluşu (Büyükçekmece’de orada ikamet etmediği düşünülen seçmenlerin evlerine polis baskınları; gün içerisinde bakanlarından il başkanlarına, Binalı Yıldırım’dan Tayyip Erdoğan’a sonu gelmeyen açıklamalar; CHP kanadının karşı açıklamaları…) AKP kanadının söylem ve iddialarının meşruluğunu yitirmesine neden oluyor. Benzer bir şekilde seçim sonuçlarına yönelik itirazlarda yaşanan adaletsizlik, demokrasicilik oyunuyla kazanılamayacağının en açık göstergesi.

AKP’yi geriletmek için farklı koalisyon kombinasyonlarından imtina etmeyenlerin açıkça görmesi gereken, temsili demokratik alternatiflerle işlerin yoluna koyulamayacağıdır. Seçim süreçlerinde kendi başına AKP karşıtlığını bile “ilerici” tayin edenler, “ilerici” ittifaklarıyla içinde bulunulan genel sömürü ve baskı durumuna kestirme yollardan çözüm aramaktadır. Tekrar edelim; çözüm, yakınılan sisteme türlü manevralarla eklemlenmek değildir.

Bitemeyen bir seçim sürecinin içerisindeyiz. Oyunu hazırlayanların kendi kurallarına uymadığını anlamak için bir başka genel ya da yerel seçime ihtiyaç yok. Hileli seçim potansiyeliyle karşılaşıldığı, seçimleri organize eden siyasal yapının meşruiyetini yitirdiği, siyasal temsilcilerin temsilci olma durumlarını yitirdikleri noktalarda boykot siyasal bir alternatif olarak belirir!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.