Taht Yoksa Savaş Yok – Burak Aktaş

“Yüz yıl önce yoldaş Bakunin’in Çar’a ve Çar’ın iktidarını kazanmak isteyenlere karşı söylediği söz adeta Game of Thrones dizisinin senaryo tartışmalarını sonlandıracak gerçeklikte.

“En ateşli ejderhayı alın, iktidarı Khaleesi’ye verin bir sezon içinde Cersei’den daha beter olacaktır.”

“Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır”

Daenerys Targaryen Kralın Şehri’nin çanlarını duyduğu halde neden devam etti ve sivilleri katletti? Şöyle de sorabiliriz, Nazi Almanyası yenilmişken ve Japonya’nın teslim olacağı kesinken neden ABD Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıp 240.000’e yakın sivili katletti? Aynı soru formu ne yazık ki birçok olay ve olgu için geçerli; toplama kampları, gaz odaları, insan fırınları, toplu tecavüzler, zorunlu göçler vs… Peki ortak formattaki bu soruların cevabı sizce ne?

Game of Thrones hikayesi çoğumuzun hayatına dizisiyle beraber 2011 ilkbaharında girdi. Yayınlanmaya başladığı günden beri bu dizi, insanları herhangi bir eğlence sektörü ürününden daha derin etkiledi. Hayranların kendi aralarında kurduğu teoriler ve akademisyenlerin dizi bölümlerini derslerinde kullanması bu “derinliğin” basit örneklerinden birkaç tanesi sadece. Dizi internet jargonunu, gifleri, şakaları, spoiler kültürünü (Gezi direnişindeki duvar spoilerını hatırlarsınız) genel anlamda 2010’lu yılları değiştirdi/etkiledi; bugüne kadar hiçbir televizyon işinde göremediğimiz prodüksiyon kalitesi ve sanat ekibiyle (kahve bardaklarını saymazsak) şimdiye kadar yapılmış en büyük televizyon işi oldu.

Dizinin asıl gücü finalinden sonra her kesimden insanı harekete geçirmesi ve kendisi hakkında konuşmaya/düşünmeye itmesinden kaynaklanıyor. Hatta Rus Komünist Partisi, akademinin pop yıldızlarından Zizek ve sayamayacağım binlerce farklı kişi, kurum ve oluşum dizi hakkındaki görüşlerini dile getirdi. Rus Komünist Partisi, üyeleri arasında dizinin takipçileri olduğunu ve son sezonun yeniden çekilmesi gerektiğini düşündüklerini söyledi. Zizek, dizinin liberal muhafazakarlık öğretisini desteklediğini ve hiçbir devrimin başarıya ulaşamayacağı mesajını verdiğini söylüyor. Liberal feminist kaynaklar ise dizinin kadın karakterlerin elinden gücü alarak var olan ataerkil düzeni onadığını düşünüyor. Eleştirilerin haklılık payı olsa da bizce insanların kaçırdığı nokta şu ki; aslında bütün hikâye savaş karşıtlığı ve gücün yozlaştırıcı etkisi üzerine yazılmıştı. Gücün hangi sınıfa, cinsiyete ait olduğu veya ne için kullanıldığının çok da bir önemi yoktu.

Yazarların kişiliklerinin, ideolojilerinin, yetkinliklerinin eserlerini etkilediğinin genel geçer kabul görmüş bir olgu olduğunu kabul edebiliriz. Bu etkiler bizim evrenimizde geçen hikâye ve romanlarda gerçekliğimiz, konjonktür, önyargılar gibi olgular sebebiyle yazarların oto kontrolleriyle makul seviyelere indirilir. Ancak fantastik, bilimkurgu, gotik gibi bizim evrenimizde geçmeyen tamamen kurgu evrenlerde böyle bir oto kontrole gerek yoktur. Bu evrenler yazarları için çok daha bereketli ve özgür bağlamlardır. Fantastik edebiyat türünün kurucusu sayılan J.R.R Tolkien 1. Dünya Savaşı’na katılmış, “savaş endüstrisini” birebir görmüş bir filologdu. Yüzüklerin Efendisi’nde yeni diller yaratması, endüstriyel kötülüğü bütün çıplaklığıyla göstermesi bu sebeptendir. Gelelim içinde bulunduğumuz 10 yılın en popüler kurgusunu yaratan George R.R Martin’e; yazar CBC Canada ile yaptığı röportajında Vietnam Savaşı sırasında nasıl vicdani retçi olduğunu ve kendi pasifizminin boyutlarını anlatıyor. Ki bu karar ABD gibi bir devlette ömür boyu korkak damgası yiyip müthiş boyutlarda bir sosyal baskıyı beraberinde getirebilecek bir karardı. Bu cesareti gösterebilmiş yazarın hikâyesi elbette savaş ve iktidar karşıtı görüşlerinden etkilenecekti.

Bahsettiğimiz bu durum hikâyede nerelerde karşımıza çıkıyor?

İlk bölümünden itibaren Taht Oyunları’nın oyuncularının iktidar savaşlarında trajik bir şekilde yok olduklarını görüyoruz. Robert Baratheon’un ölümünden sonra başlayan iktidar savaşına katılan 5 kral da bu savaşta öldü. Robert’in küçük kardeşi olan Renly, kendi öz kardeşinin emriyle ve kızıl cadının büyüsüyle suikaste uğradı ve 5 kraldan hayatını kaybeden ilk kişi oldu. Aslında yedi krallığın kralı olmak için savaşmayan babasının ölümü üzerine kuzeyi yedi krallıktan ayırmaya çalışan ve bağımsızlığını ilan etmeye çalışan Kuzeydeki Kral Robb Stark, Kızıl Düğün’de Freyler tarafından katledildi ve ölen 2’nci kral oldu. Bu arada eklememiz gerekiyor, Robb’a güç için ihanet edip onu katleden Freyler de daha sonra Arya Stark tarafından ortadan kaldırıldı. Babasının ölümü üzerine tahta geçen ve hemen hemen bütün Westeros halkının nefret ettiği Joffrey ise Mor Düğün’de zehirlenerek öldü ve taht kavgasında ölen 3’üncü kral oldu. Çoğu kişinin teorilerde tahta geçeceğini düşündüğü ve yanıldığı Stannis Baratheon ise Kışyarı Savaşı’nda Leydi Brienne tarafından Renly’i öldürdüğü gerekçesiyle öldürülüp taht uğruna ölen 4’üncü kral oluyor. 5’inci sırada ise yine kardeş kavgasına kurban giden Demir Adalar’ın kralı Balon Greyjoy var. Balon da Robb gibi Demir Taht için değil de kendi bölgesinin özgür kralı olmak ve doğan karışıklıktan mümkün olduğu kadar fazla yararlanmak için bu savaşa katılmıştı.

Westeros’da bunlar yaşanırken dizimizin Çılgın Kraliçesi olacak Daenerys Targaryen Essos’ta ne yapıyordu?

Rakiplerinden farklı olarak kendi ordusuna ve para kaynaklarına sahip olmayan Daenerys; savaşı için gereken unsurları 3 ejderhası ve “özgürleştirdiği” kölelerle sıfırdan kurmaktaydı. Hikâye anlatımı gereği Jon Snow’un birisini öldürürken her seferinden önce bundan duyduğu memnuniyetsizlikle Daenerys’in her can alışındaki kendini mutlak haklı görüşü arasındaki zıtlığı defalarca seyrediyoruz. Kurgu burada Jon ile Daenerys arasındaki benzer eylemlere verdikleri farklı tepkileri, zıtlığı bize göstererek ilerliyor.

Küçüklüğünden itibaren kendisini sürekli ezen ve suistimal eden abisi Viserys’in Khal Drogo tarafından öldürüldüğü sahnede yaşanan şiddet gösterisinden rahatsız olmayan bir Daenerys izliyoruz. Daha sonra ejderhaları köle efendilerini öldürürken takındığı aynı soğukkanlılığı ve vakur duruşu defalarca izliyoruz. Köle efendilerini çarmıha gererken yine aynı şekilde şiddeti idealleri uğruna kullanmaktan çekinmeyen ve haklı gören tavrı görüyoruz. Bütün bu şiddet gösterilerinde izleyici Daenerys’i haklı bulmaya başlıyordu ve dizi aslında bu sahnelerle finale hazırlık yapıyordu. Gücünü arttırdığı her olayda, her köle şehrini “özgürleştirdiğinde” kendine olan inancı artan, kendini insanları tiranların elinden kurtaracak bir kraliçe olarak gören Daenerys’i izliyoruz.

Aynı zaman dilimlerinde ise iktidarı sürekli reddetmesine rağmen iktidara/tahta doğru itilen, her can alışında Ned Stark tarafından öğretilen ilkeleri hatırlayan ve bunu bir zevk unsuru veya gereklilik olarak değil de bir ağırlık olarak gören Jon Snow’u görüyoruz.

Çoğu insanın izlerken özdeşlik kurduğu bu iki karakter birbirinin zıttı yönde bir gelişim gösteriyor. Dışsal tehditin bu iki karakter tarafından yok edilmesinden sonra da son savaşı izliyoruz. Bu savaşın hazırlık aşamasında da savaşta da aynı zıtlık görünüyor. Dönüm noktası Kralın Şehri’ndeki savaşta, şehrin teslim olmasına rağmen Daenerys ejderhasını halkı katletmek için kullanırken Jon kendi komutasındaki askerleri geri çekmeye çalıştığında yaşanıyor. Sonuç olarak savaş bitimi Jon yine istemediği halde -adeta kendi Wehrmacht’ına zafer konuşması yapmış- Daenerys’i öldürmek zorunda kalıyor. Bunun sonucunda da dizi boyunca iktidarın alegorisi olan iki varlık karşı karşıya geliyor: Drogo ve Demir Taht. Ejderha Drogo annesini öldürenin Jon değil de taht olduğunu anlıyor ve tahtı yok ediyor. Dizinin mutlak monarşinin bitişini anlatan sahnesi de tam olarak burada yaşanıyor. Ve sormak gerekir ki: Bütün bunlar yaşanırken ve bize 8 sezon boyunca bu durum hazırlanmışken Daenerys’in dönüşümü nasıl “hızlı” bulunabilir, Jon karakteri nasıl pasif ve gidişat üzerinde etkisi olmayan bir karakter olarak görülebilir? Aslında sebebi çok basit, giriş kısmındaki sorulara açıkça cevap verilmeyişiyle ve Zizek gibi marksist akademinin önemli isimlerinin meseleyi eksik okumalarının sebebiyle aynı; iktidarın ve savaşın doğasının pas geçilmesi ve/veya bu kavramların reddedilmemesi.

Toparlayacak olursak, yazarın savaş karşıtlığının hikâyenin bütün kısımlarına yansımış olduğunu görüyoruz. İktidarın yozlaşmayla olan ilişkisi ise, niyeti insanları özgürleştirmek olan Daenerys’in, halkı döneminin en büyük kitlesel imha silahıyla katletmesiyle anlatılabilir. Bakunin’in sözünün bu durumu hepimiz için özetleyeceğini düşünüyorum: “En ateşli devrimciyi alın, ona mutlak iktidar verin, bir yıl içinde Çar’dan daha zalim olacaktır.”*

7 krallığın 6 krallığa dönüştüğü, yönetim şeklinin seçimli monarşiye döndüğü konsey sahnesinden sonra ise iktidarı elinde tutan grubu görüyoruz. Güce sahip olan Bran’in yöneticilerine “Siz krallığı yönetin, ben ejderhayı bulacağım.” dediğini duyuyoruz. “Ejderhayı bulmak” size ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama durumun çok net olduğunu düşünüyorum. Bir ejderha varsa iktidar hep tehlike altında kalacak. Peki sizce ejderhayı bulduktan sonra kötürüm, neredeyse fani hiçbir isteği kalmamış olan Bran’ın ne yapacağını düşünüyorsunuz? Ya da daha doğrudan soralım; “Dracarys” demeyecekseniz bir ejderhayı neden bulmaya çalışırsınız?

Burak Aktaş

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.