Kolza’dan Kanola’ya Zehirleniyoruz – Furkan Çelik

Seneler önce Trakya’dan geçerken yol boyu sıralanmış ay çiçeği tarlaları görürdük. Ayçiçekleri adının hakkını vererek günebakarlardı tarlalar boyunca. Geçtiğimiz günlerde Bayramiç’teki Zeytinli Ekolojik Ortak Yaşam Topluluğu’ndan dostlarımızı görmeye giderken yine yolumuz düştü Trakya’ya. Gözlerim ayçiçeği tarlalarını ararken başka bir manzara, başka bir sarı ile karşılaştım. Başta tanıyamadık bu sarı çiçekleri, sonra biraz tartışıp araştırınca anladık ki bu çiçeklerin adı kanolaymış. Peki ayçiçekleri nereye gitti, bu kanolalar neyin nesiydi? Nereden gelmişti? Bu sorulara bulduğum yanıtlar bu yazıyı yazmama vesile oldu.

Kolza’dan Kanolaya

Bir çoğumuzun bağda, bahçede gördüğü sarı çiçekler vardır. İşte bu bitkinin adı kolzadır. Kolza bitkisinin genelde yağı kullanılır. Çünkü kolza içeriğinde %50 oranında yağ bulunduran bir bitkidir. Ancak kolza yağında insan sağlığına zararlı erusik asit, küspesinde de hayvan sağlığına zararlı glukosinolat bulunması nedeniyle sadece hafif sanayi makinalarının yağlanmasında kullanılmaktaydı. Kanada’da kolza bitkisi genetiği değiştirilip işlenerek Düşük Asitli Kanada Yağı (Canadian oil, low acid) olarak piyasaya sürüldü. İlk olarak ABD’de yüksek oranda ekimi gerçekleştirildi. Canadian oil, low acid isminden de anlaşılacağı gibi kolzanın genetiği değiştirilerek kanola (canola) bitkisi üretildi. Üretilen kanolanın içerisinde bulunan erusik asit ve glukosinolat oranı sıfıra yakın bir dereceye çekildiği için “zararsız olduğu” üretici firmalar tarafından ortaya atıldı.

Kanola Yağı Pazarlama Stratejisi: “Yağ satarım, bal satarım” oynayan kapitalizmin kanolayı pazarlaması gecikmedi

1980’lerde Amerika’da yiyecek endüstrisi büyük bir sorunla karşılaştı. 80’lere kadar Amerikan Kalp Vakfı, üniversitelerin beslenme bölümleri gibi resmi kuruluşlar “damar tıkayan” doymuş yağlara karşı “kalple dost” çoklu doymamış yağları (mısır, ayçiçeği, soya vb.) öne çıkarmaktaydı. Fakat 80’lerde çoklu doymamış yağların, özellikle de mısır yağı ve soya yağının birçok sağlık sorununa, özellikle de kansere yol açtığı ortaya çıktı. Bu yiyecek endüstrisini kilitleyen bir duruma yol açtı. Endüstri senelerce kötülediği tereyağı, böbrek yağı, iç yağı, hindistan cevizi yağı gibi yağlara geri dönemezdi. Zaten üretimi maliyetli olduğu için endüstri açısından dönmek mantıklı değildi. Bu sebeple ilk olarak zeytinyağına yönelim oldu. Fakat dünyanın ihtiyacını karşılamaya yetecek kadar endüstriyel zeytinyağı üretilmediği ve üretimi daha pahalıya geldiği için zeytinyağı da kapitalizm açısından bir çıkmazdı. Kanada’da kolzanın “ölümcül kısımlarının değiştirilmesiyle” üretilen kanola, kapitalizmin imdat kolu oldu.

İlk olarak Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nde yasaklı olan kolza bitkisi güvenli gıdalar listesine alındı. Bir zamanlar yemek tariflerindeki zeytinyağı-tereyağ önerilerinin margarin olarak değiştirilmesi gibi ABD’de kanola yağı piyasaya sürüldükten sonra basılan birçok yemek kitabındaki tariflerde “zeytinyağı veya kanola yağı” ibareleri ile -genetiği değiştirilmiş- kanola yağı, zeytinyağına eş bir ürün olarak tanıtıldı. Hatta kanola endüstrisinin oluşturduğu lobi ile bir dönem tüm yemek kitaplarında bu vurgunun yapıldığı söyleniyor.

Kapitalizmin bu çabaları sonucu kanola yağı piyasaya hızlı bir şekilde yerleşti. 1990’ların sonlarına gelindiğinde kanola yağı satışları patlama yaptı. Sadece ABD’de değil Çin, Japonya, Avrupa, Bangladeş, Meksika ve Pakistan gibi devletlerde de büyük miktarda kanola yağı tüketiliyor. Gurme marketlerinde, sağlık ürünleri satan zincir mağazalarda, süpermarketlerde de satılıyor. “Kolesterol düşürücü” margarinlerde kullanılıyor. Özellikle restoranlarda, kızartmalar hidrojenize edilmiş kanola yağı ile yapılıyor. Şu anda ise dünya piyasasında gıda, biyodizel ve yağlı boya yapımında kullanılıyor.

Kapitalizmin Sağlıklı Diye Önerdiği Bir Ürün Gerçekten Sağlıklı Olabilir mi?

Kanolanın insan ve hayvan sağlığı açısından kanser riski taşıyan kolza bitkisinin genetiği değiştirilmesiyle elde edilmiş bir GDO’lu bitki olduğunu söylemiştik. Kolza yağının insanda ve hayvanda amfizem solunum sıkıntıları, kansızlık, kabızlık, aşırı duyarlılık, körlük, bağışıklıkta zayıflığa neden olduğu bilinmekte; ayrıca bu yağda yoğun bir şekilde bulunan erusik asitin akciğer kanseri ile bağlantıları üzerinde durulmaktadır. Sinir sistemi ve kan dolaşımında zararlı etkileri olduğu bildirilmektedir. Zararlı etkileri, kolza yağının doğrudan bir trans yağ asidi oluşu ile ilişkilendirilmektedir.

Peki Kolza Kanola’ya Dönüşünce Tüm Bu Zararları Yok Mu Oldu?

Şöyle ki Edirne Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Yorulmaz “ekilen kanoladan elde edilen tohumla yeniden ekilen kanola tohumunun kanserojen madde içermesine yol açtığını” belirtiyor. Yani ıslah edilmiş kolza tohumu tekrar ekildiğinde eski özelliklerini geri kazanıyor. Bu durumda kanola üreten çiftçi her sene ekim yapabilmek için hibrit tohum şirketlerinin genetik müdahaleli tohumlarını almak zorunda kalacak. Ayrıca bu tohumlar için de yine gübreleme ve ilaçlamalar yoluyla aynı şirketlerin ürettiği kimyasal zehirler kullanılacak.

Kanola Bitkisinin Coğrafyamızda Ekimi

Türkiye’de 38 bin 873 kilometrekare yüzölçümüyle en büyük kent olan Konya’da arazinin yüzde 55’i tarım alanı olarak kullanılıyor. Devletin kilogram başına 50 kuruş desteği sonucunda geçen yıl Konya ovasında 20 dekar alana ekilen kanolanın bu sene 100 dekarı kapladığı belirtiliyor. Geçen yılki verilere göre Trakya’da 422 bin dekar; Güney Marmara, Bilecik, Uşak ve Konya’da da 82 bin dekar alanda kanola üretimi yapıldı. Bu yıl da yine büyük oranı Trakya olmak üzere kanola üretiminin katbekat artması bekleniyor.

Trakya’da kanola teşvikinin yanı sıra ayçiçeği üreten çiftçileri de yok etmek için ayçiçeği hasatı öncesinde Resmi Gazete’nin 3 Mayıs 2019 tarihinde yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 100 bin ton ayçiçeği tohumunun sıfır gümrükle ithal edileceği belirtilmişti. Bu da oradaki çiftçinin zorunlu olarak ayçiçeğini bırakıp kanolaya yönelmesine neden oluyor. Ayrıca genetiği değiştirilerek üretilen kanolanın çok çabuk büyüyebilmesi, kolay ürün vermesi ve kuraklıktan ya da dondan etkilenmemesi de çiftçinin bu zehirli bitkiye çabuk yönelmesi için bir başka sebep. Oysa ki kanola ile beraber toprağa atılan kimyasal gübreler sebebiyle toprak uzun yıllar boyunca geri dönülmez bir biçimde kimyasal gübre atmadan hiçbir şey veremez hale gelecek.

Kapitalizmin şekilden şekle sokarak, genetiğini değiştirerek insanların tüketimine sunduğu bir gıda daha doğanın talanına sebep olurken bizlerin yaşamına da tehdit oluyor. Hepimizin bildiği “yağ satarım bal satarım” tekerlemesi ise kapitalizmin oyunlarıyla yaşamlarımıza tehdit oluşturduğunu fark etmemizi sağlayacak bir yol gösteriyor bize: “Zambak, zumbak, dön arkana iyi bak!”

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.