Direniş Geleneğinin Belleği: Müzik – İrem Gülser

Deneyimlerimiz bizi belleğimize götürür. Yaşadığımız her olayı ister istemez geçmişimizle ilintilendiririz. Çoğunlukla bilinçli yaptığımız bu durum bireysellikten çıkıp toplumsallaştığımız andan itibaren daha çok netlik kazanır. Karşılıklı paylaşımlar başlangıçta bir grup olarak adlandırabileceğimiz en küçük insan topluluklarını dahi, kolektif bir reflekse götürür.

Hatırlamak eylem özelinde bireysel görünse de deneyimlerimizin çoğunu düşündüğümüzde aklımıza onları birlikte oluşturduğumuz insanlar da gelir. Hatırladığımız geçmişi kavrayarak inşa ettiğimiz toplumsal ve kültürel bağlam geleneğimizi oluşturur.

İnşa ettiğimiz her şey kültüreldir. Varoluşundan bu yana insan, inşa ettiği kültürel varlıkları sonraki kuşaklara aktarma ihtiyacı hisseder. Somut ve sosyal bir olgu olarak bellek sosyalliğimizle öne çıkar, bir kolektif eylem içinde yeşerir.

Hatırlananın Politikliği Üzerine

Bellek her daim canlıdır. Hatırlayarak yeniden çağırdığımız şey “iyi” bir anıysa beynimizdeki güncelleme olumludur, “kötü” bir anıysa hesaplaşma yahut yüzleşme süreçleri başlar.

Gerek birey gerekse toplum halinde hatırladığımız olaylar bizi tek bir hedefle hesaplaşmaya götürür, iktidarla/devletle. Devlet tarihin her döneminde toplumun hafızasını şekillendirmeye yönelik politikalar izler, baskı yapar. Kültürel bellek her ne kadar bir hatırlama modeliyse, iktidar da bir o kadar bu belleğin mühendisliğine girişir. En basit ve öncelikli örnekle, okullarda verilen kitaplarda gördüğümüz simgelerin devlet eliyle yaratılmak istenen imajlara işaret ettiğini söyleyebiliriz. Devlet bunu elinde tuttuğu çeşitli kanallar yoluyla yapar. Bu kanalların en etkililerinden biri müziktir.

Çürüyen Bir Şey Var Musikide

Platon, Devlet adlı kitabında bedenin dans ve jimnastikle; ruhun ise müzikle eğitilebileceğini söyler. Müzik eğitiminin temel amacı düzeni ve yasaları kişinin doğal özelliği haline getirmektir. Platon’a göre hiçbir şey insanın içine müzikteki ritim ve uyum kadar işlemez. Müzik düzenin teminatıdır. Yasaya saygısızlık müzikle başlayıp her yere sızar.

İşte bu sebeple müzik iktidarlar için aynı zamanda hayati bir korku unsurudur. Keza yazının olmadığı en eski zamanlarda dahi gelenekler müzik ile oluşturulur. Bir toplumun belleği müziğiyle belirir. Öfkenin, isyanın sesi bir ezgiye dönüştüğünde kalıcılaşır, gelenekleşir.

İktidarlarsa her dönemde müziği kendi varlıklarını benimsetmek amacıyla kullanırlar. Müzik bunu tek başına sağlayamasa dahi devletler için baskılarının somutlaşmasında önemli bir araçtır.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinden bu yana müzik daima dönüştürücü bir güç olarak kullanılmaya çalışılır. Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de devletçilik ile asimilasyon süreci başlar, bu da ilk etapta marşlarla sağlanır. Savaştan sonra yeni toparlanmakta olan devletin tutunacak dal olarak zafer ve kurtuluş ezgilerine ihtiyacı vardır.

Bir İhtimal Daha Var

Cumhuriyetle birlikte devlet tarafından topluma benimsetilmek istenen yeni kimlik, yaşadığımız coğrafyadaki birçok halk için hayati birçok zulmün yanında kültürel soykırım haline de gelir. Çok kültürlülüğün yarattığı toplumsal bellek iktidar tarafından her dönemde kıyıma uğrar. Bilhassa Kürt ve Ermeni halk ezgileri Osmanlı’dan başlayarak günümüze kadar TRT, Kültür Bakanlığı vb. aracılığıyla devlet eliyle yok edilir.

Türk Halk Müziği diye tabir ettiğimiz müzik türü, cumhuriyetin kurulmasından sonra bir grup ‘aydın’ insanın Kürdistan’a ve coğrafyanın çeşitli yerlerine düzenlediği geziler sonucu topladıkları tüm türküleri ve halk şarkılarını kayıt altına alıp asimile etmeleriyle meydana gelmiştir. Birkaç defa sıklıkla yapılan bu ayıklama gezileriyle eş zamanlı olarak türküler hızla değiştirilir. ‘Yurttan Sesler’ diye hatırladığımız ve bir ordu nizamında dizilmiş koro, bu asimile türkülerin icra edilmesi için kurulmuştur. Asimilasyon ezgiler, dönemin belli popüler radyo sanatçılarının repertuarlarına bir bir girer ve yaygınlaşır. Bilhassa Kürt sanatçılara da söyletilen dönüştürülmüş ezgiler halka tek dil dayatmasını empoze eder. 70’li yıllara kadar geçen elli küsür yıl, bu talan gezilerinin tekrar tekrar yaptığı ayıklamalarla sürer. “Türkmen Gelini’’ aslen “Kürdün Gelini’’, “Kınayı Getir Anne’’ aslen “Hinê bînin li teştê kin’’, “Ağlama Yar’’ ise aslen “Seyran Mengî’’dir. Bunlar yüzlerce örnekten sadece birkaçı. Halkların yıllar boyunca birlikte deneyimlediklerinin, kültürlerinin yani kolektif belleğe ait neredeyse tüm unsurlarının yok olmuş olması devletin arzu ettiği bir durumdur.

Müziğin bir başka kullanımı da darbe ve seçim dönemlerinde olmuştur. Bilindiği üzere 80 darbesinden sonraki günlerde her sabah radyolarda ve sokaklarda kahramanlık türküleri çalınmış, sanki hiç yaşamını yitirmiş ya da tutuklanmış insanlar olmamış gibi unutturulmaya çalışılmış, önemli olanın kahraman Türk milleti/Türk ordusu olduğu algısı yaratılmıştır. Yine 15 Temmuz sonrası da iktidar, her sabah tramvay duraklarından, vapur iskelelerinden milliyetçilik referanslı müzikler çaldırtmış ve bu müzikleri yine önemli olanın vatanın bütünlüğü ve birliği olduğu algısını yaratıp kendi iktidarını da meşrulaştırmak amaçlı kullanmıştır.

Sayılmayız Parmak ile Tükenmeyiz Kırmak ile

Müzik, toplumu harekete geçiren bir güçtür. Öyle ki yüzyıllar öncesinden devlet iktidarına karşı koymuş, isyan etmiş şairlerin, ozanların, aşıkların şiirlerini, türkülerini hâlâ dinliyor olmamız bundan değil midir? Yaşadığı dönemlerdeki iktidarların adaletsizliklerini, ezilen halkların isyanını canları pahasına da olsa yazmaktan çekinmeyen Pir Sultan Abdalları, Nesimileri hâlâ daha dinliyor olmamız bundan değil midir? Ve günümüzde iktidarlar kendisine karşı olarak gördükleri müzikleri ve grupları yasaklıyor, sürgün ediyor hatta tutsak etmiyor mu? Tarih boyu kolektif yaşanan zulümler de kazanımlar da türkülere aktarılır. İsyan ezgi ile katmerlenir, zalimden hesap ezgi ile sorulur. İnsanların ihtiyaç duyduğu hatırlatma, müzik ile can bulur. Kolektif belleğin ürünü olan, gelenekleşen müzik, direnişi ve umudu doğurur.

İrem Gülser

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.