Queer Teori Tartışmaları(2): Kimliksizleşme mi Yeni Bir Kimlik mi? – Mercan Doğan

Gazetemizin Queer Teori Tartışmaları yazı dizisiyle “queer”e dair var olan tartışmaları aktarmayı ve açıklık getirmeyi; kendi yorum ve eleştirilerimizi katmayı; queeri ya da queerleri tartışmayı ve tartıştırmayı amaçlıyoruz. Yazı dizimizin ikinci bölümünde bu teoriyi tüm kimliklerin reddi olarak yorumlayan ya da “normal” kabul edilen kimlikler gibi bir sömürü ve tahakküm aracına dönüşmeyen, akışkan bir kimliğin inşası anlamına geldiğini savunan düşüncelerin birkaçına yer vereceğiz.

Yazı dizimizin giriş bölümünde (Queer? – Meydan 48. sayı) bahsetmiştik; “bugün queer teoriyi LGBTİ’lere özgü bir kimlik politikası olarak okuyan da var, kimliksizleşme önerisi olarak savunan ve cinselliği özsel, benliğin içkin bir parçası olarak bir kimlik politikası olarak eşcinsel hareketine karşı bir duruş olarak gören de.” Ve hatta bugün queer ile ilgili en yaygın yanlış kullanım “lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel, interseks vs.” yerine kısaca queer demek. Halbuki queeri özellikle politik bir duruş olarak ele aldığımızda LGBTİ mücadelesinden ayrı tutmak oldukça önemli bir yerde duruyor. Her lezbiyen gey, biseksüel, transeksüel, interseks vb. queeri savunmayabileceği gibi heteroseksüel olarak tanımlanan bireyler de queer teoriyi savunabiliyor. Sadece cinsel yönelimle ilgili değil yani queer, cinsellik alanındaki mücadeleyi de eşcinsellikle sınırlamıyor. Fiiliyatta ise kimileri bir kimlik olarak queeri sahiplenirken kimi queer kuramcıları bu kavramın kimliği niteleyen bir terim olarak kullanılmasını sorunlu buluyor.

Kimliği Anlamlandırmak ya da Anlamı Kimliklendirmek

Queer teori genel olarak her şeyi “kadın-erkek, iyi-kötü, eşcinsel-heteroseksüel, güzel-çirkin” şeklinde ayırıp basitleştiren ikilikleri yıkma iddiasındadır. Bu nedenle kimilerini kapsayan, kimileriniyse dışarıda bırakan her türden anlayışın sorgulamanın gerekliliğine dikkat çeker. Kimliğin sorgulanmasıyla ilgilidir; kadın, erkek, lezbiyen, gey, biseksüel, aseksüel, transeksüel, panseksüel gibi her türden statik, sabitleşmiş kimliğin karşısında durur.

“Toplumsal cinsiyet etkisi belirli bedensel eylem, jest ve hareketlerin stilize tekrarı aracılığıyla ve bir ‘zamansal toplumsallık’ olarak yaratılır.” diyen queer kuramcılarından biri olan Judith Butler Cinsiyet Belası kitabında, bireyin bazı davranışları toplumsal cinsiyet kimliği gerektirdiği için sergilemediğini, (aksine) davranışsal kalıplar aracılığı ile bu kimliklerin kazanıldığını söyler. Ona göre toplumsal cinsiyet, normlarını bu sayede sürdürür. Bu davranışların tekrarlanmasıyla oluşan kalıplar, önceden kurulmuş olan anlamların yeniden deneyimlenmesiyle işler ve meşrulaşır. Yani birey benimsediği cinsel kimliğin kurulmuş olan kalıplarına göre hareket ettiği sürece o kimliği yeniden inşa etmeyi sürdürür.

Erkekliği-kadınlığı yeniden üretmek heteroseksüel politikaları, lezbiyenliği-geyliği-transeksüelliği yeniden üretmek homoseksüel-transeksüel politikaları, ötekiseksüellikleri yeniden üretmek de öteki kimlik politikalarını sürdürür. Bu, kimliğin iktidar ilişkileri içerisinde belirlenmiş anlamının dışına çıkamamaya sebep olur. Her ne kadar dayatılan kimlikleri reddetse de bireyin öteki kimlikleri sahiplenerek kontrol edilen bir beden olmaya devam ettiğini, öteki olarak görülen kimlik gruplarının karşısında oldukları kimlik rejimleri ile bu noktada suç ortaklığı yaptığını söyler. Kimlik bu anlamlandırma sayesinde bedenleri belli kategorilere sıkıştırmakla kalmaz, bu kategorilerin var ettiği gruplar arasında hiyerarşik iktidar ilişkileri kurar. Dolayısıyla heteronormativiteye olduğu kadar “homo ya da trans”normativiteye de karşıdır; her türlü normativiteye karşıdır.

Queer: “Olmak” Değil “Yapmak”

Queer teori denilince akla gelen ilk isimlerden olan Diana Fuss 1989’da gey ve lezbiyen kimlik politikalarına ilişkin konuşmalarında “kimliğin güvenilmez konumunun teşhisi ve gerek fiziksel gerekse sosyal açıdan karmaşık kimlik oluşum süreçlerine dair mutlak farkındalık” çağrısı yaparken Taklit ve Toplumsal Cinsiyete Karşı Durma kitabında da Butler açıkça anlatır: “Kimlik kategorileri beni her zaman rahatsız eden bir çerçeve olmuştur; ben kimlik kategorilerini değişmez ayak bağları sayar ve onları ortaya çıkması kaçınılmaz dert yuvaları olarak kavrar, hatta öyle lanse ederim.” Queerin yeni bir norm değil, aksine akışkan ve belirsiz bir kimlik; bir kimliksizlik halidir. Queer tartışmalarında kimi zaman diğer cephede yer alan Cathy Cohen’e göre Butler’ın teorize ettiği kimlik yapıbozumu -ki bunda Foucault’nun etkisini yok sayamayız- en çok da lezbiyen ve gey çalışmalarında kimliğin yararları konusunda yarattığı şüphe konusunda etkili olmuştur. Ancak statik cinsel kimlik kategorilerini reddeden queer teori, Cohen’e göre -kişinin hayatta kalması için gerekli olduğunu iddia ettiği- geleneksel toplumsal kimlikleri ve toplumsal bağları yeterince görmemektedir ancak bu başka bir tartışmanın konusudur. (Bkz: Meydan 48 – Queer Teori Tartışmaları(1): Kimliklerin Reddi mi Stratejik Özcülük mü?)

Queer Müdahaleler kitap dizisinin editörü Noreen Giffney’e göre kimlikler, kalıcı olarak sahiplenilen ya da reddedilen kategorilerden ziyade keşfedilen, ziyaret edilen, yinelenen mekanlardır ve anlık olarak birinden diğerine doğru yaşanan bir akıştır. Queer teoriyi kimliksizleşme olarak okuyanlara göre queerle yanyana gelmesi gereken fiil “olmak” değil “yapmak”tır; queerleşmek, queer davranmaktır ve teorinin ana sorularının cinsel kimliğin inşası, bu kimliklerin nasıl düzenlendiği ve bu kimliklerle özdeşleşmelerin bizi nasıl kısıtladığı olduğu noktasında ortaklaşırlar.

Bedenleri belli bir biçimde davranmaya, birtakım rolleri oynamaya, belli bir biçimde düşünmeye ve konuşmaya zorlayan cinsel kimlikler eğer (Butler başta olmak üzere queerin kimliksizleşme olduğunu savunanların söylediği gibi) anlamlandırmanın sonuçları ise, onların -anlamlandırmanın sonuçları olsalar dahi- gerçek olduklarını yadsımış olup olmadığımızı sorgulayanlar da vardır ki bu sorunun yanıtına yoğunlaşmak, queer teori tartışmaları için oldukça önemli bir yerde duruyor.

Kimliksizliğin Kimliği mi?

Queerin muhakkak işaret etmek zorunda olduğu özel bir şey olmadığını söyleyen David Halperin, özü olmayan bir kimlik olduğunu söyleyen Michael Warner ve şimdiye dek ismini geçirdiğimiz diğer teorisyenlerin hepsi onun muğlak bir kavram olduğu kabulüyle yazar, tartışır.

Queer Teori: Bir Giriş kitabının yazarı Annemarie Jagose’ye göre bir kimliksizleşme teorisi olsa da queer, diğer kimlik kategorileri arasında daha aracı bir bağı örnekler. “Politik temsil bağlamında kimlik kategorilerinin sınırlarına dair yükselen farkındalıkla ilgili olarak, kimliğin geçici ve koşullu olarak postyapısalcı kuramsallaştırılması, queerin yeni bir kimliklenme ve politik kurulum formu olarak ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır.” Jagose -Halperin gibi- queerin herhangi bir şeye işaret etme zorunluluğu olmadığına ve kendine bir önem ya da olumlama atfetmediğine de dikkat çeker.

Dolabın Epistemolojisi kitabının da yazarı olan queer teorisyen Eve K. Sedgwick bireyin kendisine koyduğu ad ile insanların ona verdiği ad arasındaki farktan bahseder ve queerin sadece birinci tekil şahısın kullanabileceği bir anlamı olduğunu söyler. Queerin ancak kişinin kendisini tanımlayıp kimliklendirmesinde kullanılabileceği bir kavram olduğunu ifade eder.

Başka Anlamlandırmalar ve Eleştiriler

Queer teori terimini ilk olarak kullanan teorisyen Teresa de Lauretis, daha sonraları queer savunuculuğundan uzaklaşmıştır: “Queer teori söz konusu olduğunda, lezbiyen kavramı konusunda ısrarcı bir şekilde yaptığım özgüllemeler, ki yine bu yayında lezbiyen ve gey çalışmaları için kullanılabilecek bir teori önermekteyken, olduğundan çok daha uzak bir noktaya gelmiş yayın endüstrisinin kavramlaştırdığı anlamsız bir varlığa dönüşmüştür.” Artık queerin bir zamanlar vaat ettiğini düşündüğü politik ve eleştirel kavrayıştan yoksunlaştığını söyler.

Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek makalesinde Elizabeth Grosz aslında pek çok bireyin “queer” terimini benimsemiş olmasının en bariz nedenlerinden birinin, bireylerin kendilerini hem heteroseksüel topluluklardan hem de “onlar kadar zorlayıcı, yargılayıcı olan” eşcinsel topluluklardan ayırma isteği olduğunu söyler ve Butler’ın aksine, cinsiyet farklılığının toplumsal olarak inşa edildiğini düşünmez. Ona göre bütün farklılıkların ortaya çıkmasının zemini cinsiyet farklılığıdır. Biyolojik bir belirlenimcilik ya da özcülükten ziyade bunu doğanın evrimiyle, sürekli bir değişiklik içinde olmasıyla açıklar: “Doğada cinsiyet farklılığı ikiyle sınırlı değildir ve hala farklılaşma devam etmektedir.” Doğa gibi kimlik de ona göre ne statik ne de bireyin kendisi için apaçık bir şeydir. Butler onun cinsiyet farklılığını bu denli önemsemesini eleştirir. Yine bir queer teorisyeni olan Claire Colebrook ise Butler’ın bu noktada başından beri eleştirdiği ikiliklere takıldığını söyler; madde ile temsil, beden ile söylem arasındaki ikilik. Ki bu ikilik ona göre kadın ile erkek, eşcinsel ile heteroseksüel kadar tipik bir ikiliktir.

Queer Kuramın Olasılığı Üzerine makalesinde Colebrook’a göre “Butler’ın kuramı kimlik siyasetinin sürdürülmesine mahal vermektedir; kişinin kendini şu ya da bu özne olarak ortaya koyarak tanınma talebinde bulunması toplumsal sistem için de gereklidir çünkü beraberinde sisteme ihtiyaç duyduğu dinamizmi getirir.” Bu sözlerle belki de amacı okurlarına queer olan ile olmayan ya da kavramın ruhuna daha uygun bir ifadeyle “queer yapan ile yapmayan” ikiliğini sorgulatmaktır.

Daha Az Dillendirilen Sorgulamalar

Şunu belirtmekte fayda var; köklerini post yapısalcılıktan alan queer teori, köklerinden gelen tehlikelerden ve dolayısıyla post yapısalcılığa yöneltilen çoğu eleştiriden azade değildir. Bu yazıda tercih edilen, daha geniş eleştirilerden ziyade -queer özelinde- queer teorisyenlerinin farklı anlamlandırmalarından söz etmektir. Bu kadarında bile görüşler oldukça çeşitlidir.

Queerin yeni bir kimlik olup olmadığı, eğer öyle ise akışkan olup olmadığı, eğer akışkan ise bunun olumlu olup olmadığı tartışmaları bugün hala sürüyor. Kimileri “queer olduğunu” söylerken kimileri queeri queerleştirmek için “queer savunucusu olduğunu” söylüyor. Herkes bu konuda farklı fikirler üretiyor; cinsiyetçiliğin kökleri sorgulanıyor, sorgulanıyor, sorgulanıyor.

Cins -en basit haliyle- başka birçok türde olduğu gibi insan türünde de olan, üreme organlarının yanı sıra bazı başka biyolojik özellikleri birbirine benzeyen grup olarak tanımlar ve cinsler arasındaki farklılıkların din ya da sınıfta olduğu gibi yapay değil, türde olduğu gibi doğal olduğu söylerken cinsiyetin dayatılan normlarla ya da bireyin ait hissettiği-hissettirildiğiyle yani aidiyetiyle ilişkili olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Aidiyet her zaman mülkiyetle, mülkiyet ise iktidarla ilişkilidir. Sorunun farkın kendisi mi yoksa farkın kullanılmasıyla açığa çıkan adaletsizlikler mi olduğuna iyiden iyiye kafa yormak oldukça önemli bir yerde duruyor.

Var olan tartışmalarda taraf olmaktan ziyade şunları da düşünmek gerekiyor: Gündelik yaşantımızda iktidarın varlığıyla ilişkili olarak birçok kategori, norm, kimlik ve yapıyla karşılaşırken bunları sadece görmezden gelmek, olmadıklarını ya da akışkan olduklarını iddia etmek sorunların çözümü için yeterli olabilir mi? Bütün adaletsizliklerin kaynağı olan iktidarı ortadan kaldırır mı? Peki queer teorinin bunun için tüm iktidar ilişkilerini ve mekanizmalarını ortadan kaldırmak gibi bir iddiası var mıdır?

Çokça birbirinden farklı kavramı içeren queer teorileri tartışırken meselenin gittikçe karmaşıklaşması, yukarıda bahsi geçen neredeyse tüm isimlerin akademisyen olması ile ilişkili midir ve bu durum, queer teorinin “anlaşılamama” sebeplerinden midir? Bu ve benzeri sorular, yazı dizimizin sonraki bölümlerinde ele alınacaktır.

Mercan Doğan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.