Sol Popülizm Bir Seçenek mi? – Gökhan Soysal

Sol popülizm kendisini sağın karşısında konumlandıran bazı kesimler için bir can simidi olmuş durumda. Bu kesime göre sağın yükselişi popülist yöntemler sayesindedir ve bu yükselişin karşısında sol popülizm önemli bir seçenek olarak belirir. Belirtmek gerekir ki solda olup kendisini popülizme karşı konumlandıranlar da mevcuttur.

Popülizm Tartışmalarında Tarihsel Köken Sorunu

Popülizmin tarihsel kökenlerinde en sık vurgu yapılan hareketlerden biri, 19. yüzyılda Rusya’da faal hareket olan Narodnikler. Narod, yani halk kelimesinden türetilen Narodniya Volya, Halkın Dostları anlamına geliyor. Narodniklerin söyleminin odak noktalarından en önemlisini köylüler oluşturuyordu. Narodnikler ve onların savundukları fikirler, 19 ve 20. yüzyılda çeşitli siyasi görüşler doğrultusunda çeşitli bağlamlarda kendine yer bulmuştu. Narodnikler, 21. yüzyılda da popülizmi anlamlandırma ve adlandırma tartışmalarında kendisine önemli bir yer buluyor. Sol popülistler, Narodnikleri aynı çağlarda ABD’de yayılma alanı bulan ve daha çok çiftçilerin oluşturduğu hareketle ivme kazanan Popülist Parti olarak da bilinen Halkın Partisi’ne nazaran daha çok ön plana çıkarıyorlar.

Ama günümüz popülist hareketleriyle bu hareketleri bir tutmak oldukça zor ve beyhude bir çaba anlamına geliyor. Özellikle Narodnikleri. Çünkü günümüzde popülizm denince akla ilk olarak parlamento geliyor. Oysa Çarlık Rusyası’nda aynı dönemde ABD’deki gibi bir temsili siyaset anlamında demokrasi örneği bulunmuyordu. ABD’de ise Halkın Partisi Cumhuriyetçilere ve Demokratlara karşı yükselen, yükselmeyi amaçlayan bir hareket olarak beliriyordu.

Sağ mı Sol mu Hangisi Daha Demokratik?

Sol popülizm konusunda doğal olarak popülizm kelimesi önemli bir konuma ulaştığı kadar tartışmalı hale de geliyor. Çünkü kelime anlamı itibariyle halkçılık anlamına gelen popülizm, kendisini solda konumlandıranlar için övücü bir anlam ifade ediyor. Tarihsel olarak da bakıldığında sağ kendisini çoğu zaman kendi moral ve kimlik değerlerini halk olma üzerinden kurmamıştı. Tarihsel süreç içerisinde özellikle demokratik yöntemlerle devrim dahi yapabileceğini düşünen, daha doğrusu düşleyen ve bunun için genel oyu savunan sol akımlara karşı sağ akımlar, demokrasiye ikircikli yaklaşmışlar ve iktidarlarını sarsmayacağını anlayana kadar da bu şüphelerinden kurtulamamışlardır.

Ancak günümüzde durum değişmiş gibi duruyor. Sol ve sağ kavramlarının pratikte iyiden iyiye anlamlarının birbirine girdiği günümüzde popülizm de bundan geride kalmıyor. Sağ popülist olarak adlandırılan hareketler ve özellikle liderleri neredeyse her konuşmalarında demokrasiden ve ne kadar demokratik olduklarından bahseder duruma gelmiş durumda. Deyim yerindeyse demokrasi ve daha doğrusu halk söylemini kullanan sol popülistler de oyuncakları elinden alınmış çocuklar gibi oyuncaklarını yeniden kazanmanın hayalini kuruyorlar.

Marksistlerin Postu da Anarşistleri Görmezden Gelmeye Çalışıyor

Sol popülizm deyince de akla ilk gelen isimlerden ikisi radikal demokrasi kavramını öne çıkarmaya çalışan ve post-marksist olarak tariflenen Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe. Özellikle 20. yüzyılda siyaseti doğru bir şekilde kavrayamadıklarını iddia ettikleri başta komünistler olmak üzere sol partilerin bu durumda olmalarını “sınıf özcülüğü” şeklindeki tutumlarına bağlayan Laclau ve Mouffe çifti, çözüm olarak sol popülizmi gösteriyor. Ancak bunu yaparken marksizmi de boşlamak istemeyen Laclau ve Mouffe, marksizme ortodoks marksistlerin hiç de hoşuna gitmeyecek ve doğal olarak tartışmalar yaratan eleştiriler yöneltiyor. Bunların ilk akla gelen ve en çok tartışma yaratan hususların başında, başta işçi mücadelesi dâhil hiçbir toplumsal mücadeleye merkezi bir önem vermemeleri geliyor. 

Tam olarak burada sınıf kavramının durumu iyiden iye tartışmalı hale geliyor. Marksistlerin bütün politikalarının odak noktasına işçi sınıfını getirdiklerini akılda tuttuğumuzda peygamberleri Marx ve Engels’in dönemindeki işçi sınıfının niteliği ve günümüzde boşa çıktığı artık iyice anlaşılan öngörülerinin sonucunda sol popülizmde toplumsal radikal değişimde odak noktasını işçi sınıfı değil halk alıyor. Ama bunlar temel olarak marksistlerin veyahut marksist gelenekten gelenlerin birbirleriyle olan tartışmalarını oluşturuyor. Post-marksistlerin, marksizme ve komünist partilere yönelttikleri eleştirileri takip ettiğimizde bu eleştirilerin birçoğunun 150 yıldan fazla bir süre önce zaten anarşistler tarafından yöneltildiğini görebiliriz. Ancak sol popülistlerin bu tartışmalarda anarşistlerin marksistlere yönelik eleştirilerini yok sayarak kendilerinin yeni bir söylem oturtmaya çalıştıklarını düşündükleri kadar anarşistlerin demokrasiye karşı olan eleştirileri de görmezden geliyorlar. Bu eleştirilerin en önemlisini de demokrasinin kendisi oluşturuyor.

Popülizmin En Büyük Yalanı: Sol Popülizm

Bazı marksistlerin sol popülizme dâhil olabilmek için “marksizme halel getirmemek için” marksizmi değil sosyalizmi öne çıkarabildikeri günümüzde hala asıl sorun demokrasiye olan inançta yer alıyor. Net olarak vurgulamak gerekir ki sol popülizmden bahsedildiği yerde en radikalinden olsa bile demokrasiden bahsedilebildiği halde devrimden bahsedilemeyecektir. 1870 yılında Evrensel Oy Hakkı Yanılsaması yazısında Bakunin’in belirttiği gibi “Bütün yasa koyucuların dolaylı ya da dolaysız olarak halk tarafından seçildiği doğrudur. Seçim gününde en gururlu burjuva bile politik bir ihtirası olduğu takdirde Majestesinin, Egemen Halkın gözüne girmeye zorunludur… Ama seçimler biter bitmez halk işine, burjuvalar da karlı işlerine ve siyasi entrikalarına geri döner. Birbirlerini bir daha ne görür ne de tanırlar.” 1917’de ezilenler tarafından gerçekleştirilen Ekim Devrimi nasıl rayından çıkartılıp komünizmi devletle hem de en baskıcı devletlerden biriyle özdeşleştirmeye kadar götürüldüyse sol popülistlerin, halk için hedef koyduğu demokrasi ne kadar radikal olursa olsun ezilenlerin yine ezileceği bir gelecekten başka bir şey vaad edemeyecektir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.